Bir tanem !
Son mektubunda :
“Başım sızlıyor
yüreğim sersem !”                      
diyorsun ;
“Seni asarlarsa
seni kaybedersem ;”          
diyorsun ;                        
“yaşayamam !”
Yaşarsın karıcığım ,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda ;
yaşarsın , kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda ölüm acısı.

İlk bu satırlarla tanışmıştım Nazım Usta ile. Daha galiba lise yada ortaokul yıllarındaydım. Nazım’ı okumanın yasak olduğu ve bırakın ADAM yayınlarından külliyatını bulabilmeyi, eski baskı kitaplarını bile bulup elimizde dolaşamadığımız yıllarındaydık. Babamın dükkanının karşısında bir kitapçıda ADAM yayınlarından çıkmış BÜTÜN ESERLERİ’ni gördüğüm zaman  babama yalvarmıştım harçlığıma zam yapması için. Annemden tırtıkladığım paralarla Nazım’ın setini aldığım zaman dünyaları kucağında tutan bir çocuk sevinci ile aylarca sabahlara kadar yatağımda gece fenerinin cılız ışığında hatmetmiştim Nazım’ı. Gündüzleri koca koca gözaltı çukurları ile dolaşıyordum okulda ama ben yaşadığım alemde o kadar mutluydum ki, bu mutluluğun verdiği bir deli cesareti ile çok sevdiğim Edebiyat hocama; “ Hocam, neden biz Edebi Metinler dersinde hiç şiir okumuyoruz ? “ diye sormuştum bir gün. Kadıncağız da nereden bilsin benim ateşten bir gömlek giydiğimi; “Okuruz tabii yavrucuğum, siz hazırlayın beğendiğiniz şiirleri, bir derste okuruz… “ demişti. Günlerce acaba hangilerini okusam diye seçim yapmaya çalıştım yüzlerce şiirinin arasından.

Elimde seçtiğim şiirlerinin kitapları derse girmeden önce hocamla karşılaştığımda koridorda, bana elimdeki kitapları sordu. Eline alıp bakınca yüzünün aldığı şekil ve bana bakan gözleri hala aklıma gelir; “Evladım nedir bu kitaplar ? Sen bunları nereden buldun ? Bunları okula getirmenin yasak olduğunu bilmiyor musun sen ?“ deyişini hala kulaklarımda duyuyorum ama ne yalan söyleyeyim sesinde aslında benim işlediğim suçun sadece yaşadığım toplumda işlenmiş bir suç olduğunu da hissetmiştim. Yüzündeki tebessümden cesaret alarak; “ama hocam, eğer bu kitapları okumak yasaksa yada suçsa neden o zaman bütün kitapçılarda serbestçe satılıyor… “ deyivermiştim.

Yüzündeki tebessüm, kocaman bir kahkahaya dönüşen hocamla birlikte sınıfa derse girdik ve sıra benim okuyacağım şiire gelene kadar yaşanan bu saçmalığı düşünmüştüm. Hocamın sesi ile kendime geldiğim de “şimdi ben ne okuyacağım peki” demek istedim hocamın yüzüne ama yaşananların aramızda bir sır olarak kalması gerektiğini ima eden bakışları başka çare bırakmamıştı bana. Ben de Yahya Kemal Beyatlı’dan “Sessiz Gemi” yi okumuştum. Ama daha önce hiç bu kadar tatsız gelmemişti galiba bu şiir bana.

“ Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. “

Sonra sırf bu yasaklarına inat ben okumaya devam ettim Nazım’ı. Sevdiğim kadının gözlerinin içine baka, baka; sanki o satırları yazan benmişim gibi, sanki o satırları yazdığım zaman yeteri kadar haykıramamışım gibi haykırdım tüm sevdiklerime. O gün, o sınıfta okuyamadığım bu şiiri, şu anda bulduğum her ortamda okuyarak belki de okuyamadığım zamanların acısını çıkarıyorum.

Bizim tarihimizden gelen, bizim topraklarımızda yaşamış, bizim dilimizde şiirler yazmış bu insanı; biz yok saydıkça, dünya onun kıymetini anlamış ve ona sahip çıkmıştı. Geçte olsa yaptığımızın farkına vardık da şimdilerde bir sahiplenme modası aldı başını gidiyor. İçimden de bu insanlara “ ey insanlar siz neyi, kimi sahipleniyorsunuz ??? “ diye de bağırmak geçmiyor değil hani yani. Siz kimden çaldıklarınızı, kime geri veriyorsunuz ??? Sevindirici olan tek tarafı bu insanlar sayesinde (baskının insan doğasında yarattığı tepki sonucu) en azından yeni nesiller artık Nazım’ı tanıyabiliyor ve okumak isteyenler okuyabilme özgürlüğüne sahipler.

Nazım’ın siyasi fikirlerinden korkmuştu insanlar onu yasaklarken belki ama bu arada da dünyanın en güzel aşk şiirlerini yazan bir şairi yasaklamış ve toplumdan saklamış oldular bence. Yine de allahtan bazı insanlar “yasaklar, delinmek için konulmuştur…” sözünü bir yerlerden duymuşlar da, bize Nazım’ı taşımışlar. Çünkü ben sevmeyi ve sevmenin güzelliğini Nazım’la öğrendim. Sadece ben olduğuma da inanmıyorum. Sayısı hiçte yabana atılmayacak kadar çok insana sevmeyi, sevmeye sevdalanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretti o…

Evet… Bence Nazım bir düşünce ve siyaset adamı olduğu kadar, bir aşk adamıydı da… Ama bir kısım medya (belki ratingi daha yüksek tuttuğundan) hala ve ısrarla onun siyasi yönünü konuşuyor, tartışıyor ve yargılıyor. Nedense…

Sevmeyi ben Nazım’dan öğrendim. Sadece sevmeyi değil; sevmeye sevdalanmanın güzelliğini de ondan öğrendim. Sevmenin bin bir hali olduğunu ve her halini her durumda yaşamanın gerekliliğini. Çünkü sevmeye sevdalanmış bir adamdı Nazım ve sevginin bin bir hali olduğunu haykırıyordu dizelerinde…

” Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde,
Dişler kenetli ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak.
Bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları,
bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim.

Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim… “

İnsan sevgisi, vatan sevgisi, yurt sevgisi, dünya sevgisi… Ve bunu içindi tüm kavgası… Düzene isyanı… Eğer bu düzense yaşamak ve topların, tüfeklerin gölgesinde bir yaşamsa vatan sevgisi cesurca haykırıyordu,

“………………..
Yazın üç sütun üstüne kapkara puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala. ”

Ve öyle imkansız, büyük istekleri de yoktu üstelik kendisi için. İnsanlık adına sadece hürriyet ve insan sevgisi… Göremese de, göremeyeceğini bilse de yılmadan savaştı hayatı boyunca kendi erdemleri için… Bıraktığı vasiyet hala kulaklarımda çınlıyor…

” Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani… ”

Sen rahat uyu Nazım Usta yattığın yerde… Özgürlüğünü sana öldükten sonra bile vermeye korkanlar bilmezler ki aslında sen özgür doğdun, özgür yaşadın ve öldükten sonra da özgür olacaksın… Vatanımın tüm çınar ağaçlarının dallarını okşayan rüzgarla dolaşacaksın….
 

* Bilmeyenler için bir dip not olsun : Nazım Hikmet’in mezarı hala Moskova’da yeni kızlar manastırındadır.

Emre Sakaryalı