Bu sene Kırkpınar güreşlerini izlerken aklıma düştü pehlivanlarla ilgili bir yazı hazırlamak. Aralarında öyle isimler vardı ki çocukluğumdan bu yana duyduğum: Kel Aliço, Adalı Halil, Kurtdereli Mehmet… Hepsi de birbirinden yiğit, tarihe geçmiş pehlivanlardı; ama hayatı beni en fazla etkileyen Koca Yusuf’tu. Güreş meydanlarındaki kahramanlığı kadar trajik ölümü de etkilemişti beni. Dünya onu “Terrible Turk” (Korkunç Türk) olarak tanıyor, bizse er meydanlarını titreten kahraman olarak. Milletlerin tarihlerini eşeleyip kahraman çıkarmaya çalıştığı bir dünyada biz Koca Yusuf’u anmadan yapamazdık.
Koca Yusuf, 1856 yılında Şumnu’da doğdu. Şumnu, Koca Yusuf öncesinin en namlı pehlivanı olan Kel Aliço’nun da memleketidir aynı zamanda. Yusuf ufak yaşlarda güreşle ilgilenmeye başladı ve zamanla adı duyulan bir yiğit haline geldi. Acı kuvveti ve güçlü fiziği sayesinde “Koca” olarak anılmaya başlandı. 20 yaşına geldiğinde artık herkes tarafından tanınan bir pehlivan olmuştu. Karşılaştığı rakiplerini kolayca yeniyor, kendisine antrenman arkadaşı bulamıyordu. Hocası Nasçıköylü Kel İsmail, doğayla tek başına antrenman yapmasını öğretti Yusuf’a. Günümüzde birçok güreşçinin uyguladığı çalışma teknikleri Yusuf’un gücüne güç katıyordu. Köyde kütükleri tepelere çıkarıp geri indiriyor, bu sayede güçleniyordu. Rakiplerini şaşkına çeviren el darbelerindeki kuvvet de saatler boyunca çamur yoğurmasından ileri geliyordu. Yusuf’un Deliorman’ı aşan ünü Kırkpınar meydanlarına kadar gelmişti. 20 yaşındayken, dönemin efsanesi, 26 kez üst üste Kırkpınar’da başpehlivanlık kazanan Kel Aliço’nun karşısına çıktı. Meydanlardaki sertliği yüzünden “Gaddar” olarak tanınan Kel Aliço, 27. kez başpehlivan olmaya kararlıydı. Yıllardır er meydanlarını titreten Kel Aliço’nun Yusuf’u perişan edeceğinden kimsenin şüphesi yoktu. Ancak güreş uzadıkça Kel Aliço’nun dermanı kesilmeye başlamıştı. 26 yıldır başpehlivan olan birinin, meydanlara yeni çıkmış bir pehlivana yenilmesine kimsenin içi razı gelmiyordu. Güreşin başlamasının üzerinden saatler geçmiş, henüz bir sonuç alınamamıştı. Havanın kararmasını fırsat bilenler güreşi yarıda bıraktırmak istediğinde meydanda Kel Aliço’nun gür sesi duyuldu:
“A be burası Kırkpınar’dır, er meydanıdır. Burada yenişene kadar güreş tutulur. Zift fıçıları, çıralar ne güne duruyor? Tutuşturun oncağazları… Pişmiş güreş bırakılır mı hiç? Bu kızancağıza yenilmek kaderimde varsa bırakın yensin beni. Hem ben artık bu er meydanlarından çekileceğim. Aliço’yu yenmek talihini bu Yusuf bir daha nerede bulacak?”
Ustanın bu sözleri Yusuf’u öylesine duygulandırır ki büyük ustanın elini öptükten sonra titrek bir sesle ondan şu istekte bulunur:
“Ustaların ustası, pehlivanların pehlivanı, koç yiğit ağam benim. Gel bırakalım şu güreşi. Sözlerinle yendin sen beni. Elimde ayağımda derman koymadın. Bu söylediklerinden sonra ben seni tutamam gayri. İstersen sen tut beni, vur sırtımı yere…”
Aliço’da meydanı çevreleyenler gibi çok duygulanmıştı bu sözlerden. Yusuf’u alnından öperek, meydanlarda ağzından duyulan son sözleri kalabalığa doğru yüksek sesle söyledi:
“Bu meydan bundan sonra senindir artık. Senin gibi bir pehlivan ortaya çıktıktan sonra gözüm arkada kalmadan ayrılacağım buralardan. Ödül de, başpehlivanlık da senindir. İkisine de güle güle sahip ol. İkisi de sana helal olsun oğul.”
Yusuf artık meydanların en büyük ismidir, üstelik bu unvanı ona piri kabul ettiği Kel Aliço vermiştir. Yusuf, dönemin en büyük pehlivanlarından biri olan ve Kırkpınar’da 18 kez başpehlivan olma başarısını gösterecek olan Adalı Halil’le iki kez güreşmiş ve ikisinde de galip gelmiştir. Artık Osmanlı sınırlarını aşan şanı Avrupa’da da duyulur. Fransız Doublier, Yusuf’u ikna edip Avrupa’da gösteri maçları yaptırmak ve bu sayede para kazanmak istemektedir. Kendi sırtından para kazanılacağını anlayan Yusuf teklifi reddeder. Doublier çok kurnaz bir tüccardır ve Yusuf’a gavurların sırtını yere getirme, onlara Türkün ne kadar güçlü olduğunu gösterme fırsatı verdiğini empoze eder. Yusuf teklifi kabul eder ve 1895 yılında Fransa’ya gider. Yalnız bir sorun vardır; Avrupalılar o dönemde serbest güreş bilmediklerinden, Koca Yusuf, Fransa’ya gitmeden önce greko-romen stilin inceliklerini çalışmak zorunda kalacaktır.
Fransa günleri
Fransa’daki ilk beş güreşinde rakiplerden hiçbiri 45 saniyeden fazla dayanamaz. Karşısına daha ciddi rakipleri çıkarmak isteyen organizatörlerin listesinde o dönem Fransa’nın en başarılı güreşçileri olan Fenelon, Furnier, Dumont ve Feliks Bernard gibi isimler vardır. Bu isimlerin her birinin akıbeti öncekiler gibi olur; Yusuf karşısında en güçlüsü minderde iki dakika dayanabilir. Hatta dünya şampiyonu Sabes’i sadece dört saniyede tuş eder. Yusuf’un rakiplerini nasıl yendiğini anlamaya bile vakit bulamayan seyirciler güreşlerin uzatılmasını istemektedirler. Yusuf ise böyle bir teklifi şiddetle reddetmektedir. Organizatörler Yusuf’tan daha yavaş güreşmesini rica ederler, Yusuf kabul eder. Sonuçta değişen bir şey olmaz; bu sefer bir dakikada değil de üç dakikada sırtları yere gelir tüm rakiplerin. Çaresiz kalan organizatörler Yusuf’un karşısına peş peşe iki güreşçi çıkarırlar ve iki güreşçinin 20 dakika dayanması halinde büyük para vaat ederler. Ne var ki Yusuf, kendisiyle peş peşe güreşen Gambier ve Raul gibi iki meşhur güreşçiyi de 20 dakika dolmadan tuş eder. Organizatörler, bu müthiş pehlivanı ancak bir Müslüman pehlivanının yenebileceğine kanaat getirerek Türkiye’den Hergeleci İbrahim’i getirirler. Fransa’da karşı karşıya gelen Koca Yusuf ve Hergeleci, Avrupalıları hayrette bırakan müthiş bir güreş sergilerler. Anlaşmalarına göre güreş Türkiye’deki gibi serbest ve kıran kırana olacaktır. Güreş süratle devam ederken Yusuf, Hergeleci’ye boyunduruk takar, Hergeleci’nin burnundan kan akmaya başlar. Telaşlanan hakemler güreşi durdurup Hergeleci’ye bir şikâyeti olup olmadığını sorarlar. Şaşıran Hergeleci burnundan devamlı akan kana aldırış etmeksizin: “Neden ola ki? İşte pekâla güreşip duruyoruz” der. Avrupalıların şaşkın bakışları arasında bir nara savuran Koca Yusuf bu defa Hergeleci’yi kurt kapanına alır. Hergeleci’nin boğulduğunu zanneden seyirciler telaşlanır, kadınlar bağrışmaya, ağlaşmaya başlar. Hakem ayrılmalarını ister, Yusuf aldırış etmez. Birkaç kişi Yusuf’u çeker, yine de güreşçileri ayırmayı başaramaz. Bu defa sopalarla, bastonlarla Yusuf’un sırtına, kafasına vurmaya başlarlar. Neticede ayrılan pehlivanlar berabere ilan edilir. Her iki pehlivanımız da neticeden memnun değildir. Yusuf, “Ne güzel güreşiyorduk” derken Hergeleci, “Bizde erkek güreşir, kadın ağlar; ama asla güreşi bırakın demez” diye kırgınlığını ortaya koyar.
ABD’nin de sırtı yerde
Fransa’da kendini zorlayacak rakip bile bulamayan Koca Yusuf’un bir sonraki durağı ABD olur. Yusuf ABD’ye 1898 yılında büyük bir şaşaayla gelir. O gelmeden aylarca önce birçok karşılaşmanın anlaşması yapılmıştır bile. New York’taki London Theatre’da Koca Yusuf’un karşısında 10 dakika durabilecek herhangi bir güreşçiye 500 dolar para ödülünün verileceği bir turnuva düzenlenir. Yusuf, karşısına orta sıklet bir güreşçi çıkarıldığını görünce sinirlenir. Rakibi orta sıklettir; ama dönemin en teknik güreşçilerinden biri olan George Bothner’dir. Yusuf mindere çıkar ve Bothner’i yakaladığı gibi üç metre ileri fırlatır. Ne olduğunu anlamayan rakibi yerde yatarken Yusuf arkasına bile bakmadan minderi terk eder.
Koca Yusuf’un ABD’deki ikinci rakibi Ernest Roeber olur. Roeber yıllarca ABD şampiyonluğunu kimseye kaptırmamış bir ağır sıklet güreşçidir. Karşılaşma günümüzde büyük sportif olaylara ev sahipliği yapan Madison Square Garden’da yapılır. Yusuf güreş başlar başlamaz rakibine bir elense çeker. Şaşkına dönen rakibi kendini toparlayamadan Yusuf bir hücum daha yapar; rakibini tuttuğu gibi iki metre yükseklikteki platformdan aşağı atar. Ernest Roeber seyircilerin üstüne düşer. Hakemler araya girip, sportmenlik dışı davranış gerekçesiyle Koca Yusuf’u hükmen mağlup ilan eder. New Tork’tan sonra Chicago’ya geçen Koca Yusuf burada yaptığı iki güreşi de kazandıktan sonra memleketine dönme planları yapmaya başlar. İlk istikamet Fransa olacaktır, oradan da memleketinin yolunu tutacaktır.
Böyle ölüm yakışmadı
Koca Yusuf, Fransız bandıralı La Bourgogne gemisiyle yola çıkar. Yusuf ABD’de kazandığı para ödüllerini nakit olarak değil, altın karşılığı olarak almıştır. Bu yüzden yaklaşık 20 kiloluk altın sikkeleri beline bağladığı bir kuşağın içine doldurmuştur. Gemi yola çıktıktan kısa bir süre sonra, sis yüzünden, İrlanda bandıralı başka bir gemiyle çarpışır. La Bourgogne kısa bir sürede Atlantik’in soğuk sularına gömülür. Gemiden çıkmayı başaran şanslı yolcular filikalara binerek kurtulmaya çalışırlar. Koca Yusuf da filikalardan birine tutunur. 150 kilogramlık gövdesi ve acı kuvvetiyle asılan Yusuf diğer yolcuları korkutmaya başlar. İçlerinden bazıları filikanın kenarına yapışan bu adamdan kurtulmadıkları sürece yol alamayacaklarını, hatta biraz daha beklerlerse filikanın batacağını söyler. Koca Yusuf’u yukarı da çekemediklerinden, kürekle kafasına vurup ondan kurtulmak isterler. Aldığı kürek darbelerine rağmen Yusuf’un elleri çözülmez. Yolculardan biri son çare olarak, halat kesmekte kullanılan baltayla Koca Yusuf’un bileklerine ardı ardına darbeler indirir. Yıllar boyunca meydanları titreten pehlivanın bilekleri kopar ve Koca Yusuf, Atlantik’in sularına gömülür. Yusuf’un ölümüyle ilgili bir başka iddiaya göre üstte yazılanlardan hiçbiri yaşanmamış, üzerinde 20 kilogram altın olan Koca Yusuf, altınları bırakmak istememiş ve ağırlığı taşıyamayarak sulara gömülmüştür.
Hangi şekilde olursa olsun, bir cihan pehlivanına yakışmayan bir ölüm aldı Koca Yusuf’u. Daha titreteceği çok meydanlar, sırtını yere getireceği çok pehlivanlar varken…