68 kuşağının 40.yılı içersindeyiz. Peki, 68 kuşağı ile ilgili ne biliyoruz ya da ne kadar şey biliyoruz? O yılları yaşamış olan büyüklerimiz, ister istemez o yıllarda yaşanılan tüm olaylara kuşkusuz tanık oldular, hatta kimisi bu olayların içinde yer aldı. Peki, sonraki kuşaklar… Kimisi 68’in devamında gelişen olayları yaşadı, kimisi bu olaylara yakından tanık olan ailelerini sorgu-suale boğdu, kimisi ise bu olaylardan o kadar çok etkilendi, o kadar çok korktu ki, bunları çocuğuna anlatmaktan sakındı ya da çocuğunun duyduklarından etkilenip zaten toplumsal olaylara var olan ilgisinin artmasını ya da siyasetle haşır neşir olmasını istemedi.Peki,bu doğru bir davranış mı? Kimimiz ise bu kuşağın çok sonrasında dünyaya gelmiş kişiler olarak bu olaylara çok yabancı kaldık, sadece tarihleri duyduk ama neler yaşandığını ya da neden yaşandıklarını anlayamadık. Müfredatta olan tarihlere çalıştık ama yakın tarihi yeterince kavrayamadık. Acaba çok mu tembel bir nesiliz ya da dünyaca yaşadığımız gelişmeler bizi tembelliğe mi sürüklüyor? Belki de bazı tarihleri öğrenmemize gerek duyulmuyor, peki biz neden araştırmıyoruz? Daha bunun gibi kendimize, ailemize, çevremize, büyüklerimize ve de içinde bulunduğumuz yönetim sistemlerine sorabileceğimiz pek çok soru var. Ama sağcılığın-solculuğun ve bunların birbirleri ile olan kavgalarının, savaşlarının yaşandığı, bir takım değerlerin savunulmaya çalışıldığı, 27 Mayıs 1960 yılındaki devrimi bilen ve ardından gelişen 68 olaylarının içinde yer alan, o zamanların bir Dev-Genci olan ve günümüzde hâlâ 68 ruhuna sahip çıkan, dolayısıyla tam bir 68 insanı olan Mustafa Zülkadiroğlu ile cevaplarını merak ettiğim sorular üzerine çok samimi, içten bir röportaj yaptık. Dikkatle ve önyargısız olarak bu röportajı okumanızı tavsiye ederim…
Mustafa Bey, bize 68 kuşağını nasıl tanımlarsınız?
M. Zülkadiroğlu: 68 kuşağı, 1923 devrimiyle gerçekleşmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği en önemli kuşak. Mustafa Kemal’in başlattığı aydınlanma hareketinin sonucu yetiştirilen öğretmenlerin yetiştirdiği bir kuşak ve ülkesini seven, ülkesini kendinden daha çok seven, onun için canını feda etmekten kaçınmayan bu şekilde yetiştirilmiş bir kuşak. Sosyal adaletçi, ulusal değerlerine sıkı sıkıya bağlı tam bağımsızlıkçı bir kuşaktır bizim kuşak.
Peki, bu kuşak içersinde sizin yeriniz-işleviniz neydi? Yani 68’li yıllardaki Mustafa Zülkadiroğlu kimdi, nasıl bir insandı diye sorsam…
M. Zülkadiroğlu: 68’li yıllarda ben, İstanbul’da öğrenci liderlerinden biriydim. 69 senesi itibariyle Dev-Genç yöneticilerindendim. 68 üniversite işgalleriyle devrimci eyleme katıldım ve ondan sonra da bu, bir ömür boyu gitti.
Yani, siz “Dev-Genç” olarak hitap edilenlerdendiniz öyle değil mi? Dev-Genç yöneticilerindendiniz zaten…
M. Zülkadiroğlu: Evet, Dev-Gençtik. Ama onun ötesinde devrimci öğrenciydik.
Peki, devrimci olmaya nasıl karar verdiniz? Yani sizi bu yola çeken neydi?
M. Zülkadiroğlu: Bir kere yetiştiriliş temelinde Kemalist bir alt yapı vardı. O Kemalist alt yapının üzerine 27 Mayıs devriminin getirdiği anayasayla birlikte başlayan, genişleyen bir düşünce özgürlüğü içinde sosyalizm ile tanışmaya başladık. Sosyalist kitapları okumaya başladık. O noktada sosyalizmin varlığını keşfettik. Sosyalizmin varlığını keşfettikten sonra dünyaya bakışımız daha farklı hale gelmeye başladı. Materyalist bir temele oturttuk, felsefe olarak diyalektik-materyalist bir dünya görüşüyle hayatı ve Türkiye’yi yorumlamaya başladık. Bunun kaçınılmaz sonucu da…
Kendinizi bu yolda buldunuz…
M. Zülkadiroğlu: Evet.
27 Mayıs 1960 devriminden sonra 1961 anayasası yürürlüğe girdi ve benim bildiğim-duyduğum kadarıyla Türkiye için en hür olunan, en özgürlükçü anayasa idi. Doğru mu?
M. Zülkadiroğlu: Evet, şöyle söyleyeyim; Fransa’da ortalık karıştığı zaman 68 Mayısında, 21 yaşındaki kadınlar medeni haklar açısından eşit değildi. Türkiye’de ise, çok daha önceden Mustafa Kemal döneminde 18 yaşında herkesin, kadının-erkeğin eşit olduğu bir ülkeye kavuşuldu. Ve bunun üzerine 27 Mayıs’ın getirdiği sosyal adaletçi bir anlayışı, insanlara fırsat eşitliği tanıyan ve devletin bunu sağlaması gerektiğini; ayrıca baskı gruplarının anayasal bir güç olduğunu, siyasi iktidar üzerinde baskı gruplarının varlığını kabul eden (çünkü daha sonra parlamento dışı muhalefetin Türkiye’yi, Türkiye parlamentosunu ciddi bir şekilde etkilediği yılları yaşadık biz) anayasal bir hak olarak bu gelmiştir. Ve bu, Demokrat Parti geleneğinin devamcısı olan AP (Adalet Partisi) iktidarına fazla geldi, bu anayasayla ülke idare edilemez dendi. Bu anayasa bol geliyor, lüks geliyor dendi ve onun için daraltma faaliyeti çalışıldı.
Üniversite öğrencilerinin eylemlerine baktığımızda da, bunların 60’dan sonra hız kazandığı, kendini ciddi bir şekilde göstermeye başladığı dikkati çekiyor. Bu durumun 61 anayasası ile bir ilgisi var mı?
M. Zülkadiroğlu: Şüphesiz var ama Türkiye’de gençlik hareketinin geleneksel bir özelliği vardır: Jön Türkler’den başlayan gerek Kurtuluş Savaşı’nda devam eden, Cumhuriyetle beraber devam eden…Mustafa Kemal’in cumhuriyeti gençliğe emanet etmesi, öyle boş bir şey değildir, temelleri olan bir davranıştır. Ve Türk gençliği bu göreve laik olmuştur, gereğini yapmıştır. Tabi 27 Mayıs anayasası, 28 Nisanlardan gelen bir gençlik hareketini daha bir üst düzeye taşıdı. Daha büyük gençlik örgütlerinin kurulmasına imkân verdi ve o gençlik örgütlerinin karşısında da sağcıların bu gençlik örgütlerini yok etme faaliyeti başladı 68’den önce 65’li yıllarda özellikle. Bu itiş-kakış içersinde 68’e girildi ve o dönemde ilerici devrimci gençlik hareketinin karşısına çıkan gençler, yobaz tarikat örgütlenmeleri oluştu. Komünizm mücadele dernekleri bunların en önemli örneği; kanlı pazarı bunlar gerçekleştirmiştir, birçok mitingi-işçi partisi mitinglerini basmıştır. Solun karşısına geçmişinden bu yana gelen, geleneksel olarak dinci bir güç vardır.
1980 darbesinden sonra hak ve özgürlüklere sınırlamalar getiren 82 anayasası yürürlüğe girdi. 61 anayasasını yaşamış biri olarak her iki anayasayı nasıl değerlendirirsiniz?
M. Zülkadiroğlu: 61 anayasası sosyal adaletçiliği Türkiye’ye getiren bir anayasadır. Devletin sosyal adaleti sağlaması için devlet kurumlarına görevler yüklemiştir. Demokratik kitle örgütlerinin baskı grubu olarak varlığını kabul etmiştir. Yasama-yürütme arasındaki bağımsızlığı sağlamıştır, 61 anayasası düşünce özgürlüğünü ortaya koymuştur, üniversite özerkliğini getirmiştir. Sendikalaşmayı ve bunun gibi sayabileceğimiz birçok sosyal hakları ortaya çıkarmıştır,61 anayasasında sosyal adalet anlayışının sonucu olan birçok uygulama vardır.82 anayasası ise,bir tepki anayasasıdır.12 Mart’la birlikte daraltılmaya başlanan anayasa artık daraltılmaktan da çıkarılmış, ortadan kaldırılmış ve yerine ucube bir anayasa konmuştur. Ama bütün bunlar ne kadar konursa konsun yine Anadolu ihtilalinin, devletin oluşumdaki izleri bu anayasada da kendini devam ettirmek durumunda kalmıştır. Laiklik ilkesi bunlardan biridir.
68 kuşağının 40.yılı içersindeyiz. 68’den bu yana Türkiye çok değişim geçirdi mi sizce?
M. Zülkadiroğlu: Tabi, Türkiye çok değişim geçirdi. Kimine göre Türkiye geri gitti kimine göre ileri gitti ama Türkiye kendi değişimi, gelişimi içinde bazı menzilleri yitirirken toplumsal ciddi bir değişime de yol açtı. Önemlidir; bugün İran’da gerici hareket içinde çarşaf belirleyici iken, Türkiye’de çarşaf giydiremiyorsunuz bu insanlara. Gerici hareket; sıkma baş, tesettür şeklinde ortaya çıkıyor ki bunu İran’da giyilen çarşafla karşılaştırdığınız zaman, o bile çok farklı, modernimsi bir görünüş arz eder. Bunun nedeni Türkiye’deki olan sosyal mücadelenin sonucudur. Bunda 68’in çok ciddi rolü vardır. Bugün eğer ki, Irak savaşında parlamento, Amerikan askerinin Türkiye’ye girmesine müsaade edemediyse bunda 68’in toplumun zihnine kazıdığı NATO’ya karşı anti-Amerikan anlayışın çok büyük etkisi vardır. Bunun gibi çok şey sayabiliriz. Mesela 68’in en önemli özelliklerinden bir tanesi de, bu ülkede ağır sanayinin kurulmasını istiyordu montaj sanayinin yerine ve bu süreç içinde Türkiye egemen sınıfları ağır sanayiye yönelmek zorunda kaldılar. Bugün artık Türkiye, uçağından otobüsüne kadar her şeyi motorunu dökmek kaydıyla kendisi yapabilmekte, her ne kadar yabancı teknoloji alınmışta olsa bunlar, o yıllardan çok daha ileri olan şeylerdir. Toplumun her şeye rağmen kafasına kazılan belli bir bilinç vardır. Bugün cumhuriyet mitinglerinde orta yere giden milyonlar 68 geleneğinin bir tezahürüdür.
Peki, 68’de savunduğunuz birçok değer vardı…
M. Zülkadiroğlu: Şimdi kimi arkadaşlarımız bu değerleri bıraktılar ve başka bir eksene oturdular. Ama önemli bir kısmı da kendi değerlerini, 68’in değerlerini korudu, kimisi öldü, öldürüldü, kimisi de o değerlerle yaşamına devam ediyor. Değerler, insanlarla birlikte yaşar. Ben, bu değerlerle yaşadığımı iddia ediyorum.
O zaman 68’in üzerinden geçen bu koca 40 yıl içersinde Mustafa Zülkadiroğlu hiç değişmedi mi?
M. Zülkadiroğlu: Şimdi, tabi yaşıyorsanız değişim esastır. Yalnız bu değişimde önemli olan özde neyin değişip değişmediğidir. Ben bu süreç içinde 68’den daha ileri bir noktada olduğumu düşünüyorum. Ama özdeki 68 özü bende hiç değişmedi.
Geçmişe baktığınızda “vay be, ben neymişim, ne korkusuzmuşum” diye düşündüğünüz oluyor mu? Sizdeki o 68 ruhu devam ediyor ama hâlâ o kadar korkusuz olduğunuzu düşünüyor musunuz?
M. Zülkadiroğlu: Valla, korkusuzluk diye bir şey yoktur. Yani insan korkar ama korkusuzluk, o korkuyu yenebilmek ki bu önemli bir şey. Ama şunu diyebilirim; bugün tekrar hayata başlayacak olsaydım 68’de yaptıklarımın hepsini yine yapardım. Bu bir cevaptır sana.
Evet 🙂
Deniz Gezmiş’in yakın bir arkadaşı mıydınız?
M. Zülkadiroğlu: Evet.
Peki, kendisiyle nasıl tanıştığınızı öğrenebilir miyiz?
M. Zülkadiroğlu: Deniz’le 68 üniversite işgallerinde tanıştık, daha doğrusu İstanbul üniversitesinin işgalinin kaldırıldığı gün tanıştık. Ondan sonra bu 6.Filo olaylarıyla da devam etti. O zaman bir yakınlığımız yoktu. Deniz öğrenci gösterilerinin lideriydi. Onun peşinde gidiyorduk. Fakat 6.Filo olaylarından sonra Devrimci Öğrenci Birliği’nin (DÖB) kuruluş sürecinde o örgüte girerek Deniz’in yakın arkadaşlarından biri oldum.
Deniz’i tanıyan, onunla birlikte mücadele veren biri olarak onu nasıl tanımlarsınız? Sizce Deniz’i Deniz Gezmiş yapan neydi?
M. Zülkadiroğlu: Deniz, bir liderdi, gelmiş geçmiş en önemli sokak hareketini yöneten bir liderdi. Çok büyük sezgileri vardı kitle hareketinde. İleri görüşlüydü ve bugün Deniz eğer ki kendi şahsında Türkiye devrimci gençlik hareketini ifade ediyorsa hatta Türkiye devrimcilik hareketinin bir bayrağı olmuşsa Deniz’in bu senaryoyu bilinçli yazıp oynamasının getirdiği bir şeydir bu. Deniz, ölerek de kalıcı olunabileceğini, yaşanabileceğini göstermiştir ve bu tesadüf değildir. Hayattayken Deniz bunun böyle olacağının bilincinde idi. Ve bu bilinciyle bu süreci bizzat kendi kontrolünde yaşamıştır. Deniz’i tanıyan yakın bir arkadaşı olarak benim değerlendirmem budur.
Eminim ki, birçok anınız vardır. Bunlardan birini derKi okurlarıyla da paylaşabilir misiniz acaba?
M. Zülkadiroğlu: Deniz’in düşmanına karşı bile saygısını gösteren bir anı olacak: Bir gün üniversite de çatışma oluyordu. Karşı görüşten çatıştığımız insanlardan bizim aramıza katılmış casusluk yapan 2 genci yakalamıştık. Götürdük Deniz’in karşısına… “Deniz ne yapalım bunlara” dedik. “Esire iyi davranın” dedi. Eee ne yapalım, “bırakın, gitsinler” dedi. Başkası olsa, işte silahlar patlıyor, kafasını-gözünü yarın, kırın falan ki, daha sonra bu gibi şeyler yapıldı. Deniz’in düşmanına bile olan saygısı vardı.
İdam edilecek devrimcilerden, öncelikle 18 kişinin ismi açıklanmıştı. Siz bu isimlerin içinde var mıydınız?
M. Zülkadiroğlu: Valla, bu iş biraz abartılıyor 18 kişi falan. Topun ağzında olan birçok devrimci vardı. Bunlar; işte polis, dinci ve faşist karışımı daha doğrusu Kontur-gerillanın organize ettiği, CIA’in organize ettiği güçler tarafından öldürülüyordu. Bu ölüm olasılığını yaşayan insanlardan bir tanesiydim ben ve benim gibi birçok arkadaşım. Bir kısmımız öldü, bir kısmımız ölmeden kurtulduk. Bir kısmımız silahlı çatışmanın getirdiği avantajlar içinde yaşayabildik. Değişik Türkiye siyasetinin değişik evrelerinde bu öldürme işi, asma işi bazen öne çıktı, bazen altta kaldı. Ondan sonra belli bir dönem 74–80 sonrası, rayından çıkan bir hale geldi. Ülkede insanlar birbirini, ne için öldürdüğünü uzun boylu bilmeden öldürmeye başladılar. Ve ondan sonra da 80’le beraber birdenbire cuntanın gelmesiyle bir an da her şey durdu. Bu, CIA’in bu işte ne kadar etkili olduğunun bir göstergesidir.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idamlarıyla birlikte, onların ardından da 68 ruhunun etkisinde, o eylemlerinde de bir yavaşlama oldu sanki. Sizce de öyle mi?
M. Zülkadiroğlu: Hayır, 68’in gençlik hareketi olarak kendine nokta koyuşu,15–16 Haziran büyük işçi direnişiyle olmuştur bence. Ondan sonraki süreçte yaşananlar Türkiye sosyalist hareketinin örgütlenme ve eylem sürecidir. Sosyalist hareketin mücadele süreci içinde değerlendirilmesi, gençlik hareket özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Her ne kadar gençlerin; THKO’yu (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) oluşturanlar olsun, parti cepheyi oluşturanlar olsun gençlik hareketinden gelen insanlar olmuş olmasına rağmen, artık o noktada onları gençlik hareketinin devamı olarak görmek yanlıştır, sosyalist hareketin militanlarıdır. Buna bu şekilde bakıldığı zaman o süreçteki ruhu, 68 ruhu olarak değil doğrudan doğruya sosyalist mücadele ruhuna sahip olan devrimcilerin mücadelesi olarak görmek lazım. Deniz’in önemi ise bu süreçte, Deniz’in 68’den gelen en önemli gençlik lideri olmasının bu oluşan örgütlere sempatiyi sağlayabilmesindendir. Yoksa Deniz’in bu süreç içinde yapmış olduğu eylemler; on binleri yürüten, Amerikalıları denize döken Deniz’in yaptığı işlerle karşılaştırıldığı zaman çok komik kalır.
Deniz Gezmiş için olsun gerekse o dönemde devrimci olduğu için işkence ya da çeşitli saldırılara maruz kalarak ölen arkadaşlarınız için olsun, keşke şunları da yaşayabilselerdi ya da görebilselerdi dediğiniz, bu tarz aklınızdan geçen düşünceler oluyor mu hiç?
M. Zülkadiroğlu: Şüphesiz, yani yitirilenlerle birlikte olmak istersiniz. Bu kendi aileniz için de geçerlidir, yakınlarınız, komşunuz,arkadaşlarınız için de geçerlidir.Tabi devrimci arkadaşlar için çok daha farklıdır ama,bir de şöyle bir şey yaşanıyor tabi “her şey yaşanmışlığı içinde güzel oluyor”. Hatta onların o yiğitçe ölümü bile çok güzel. Yani, onu o şekilde anmak. Onun ötesini zaten düşünemiyorsunuz. Onlar öyle yaşadılar, kısa bir zaman içersinde önemli işler yaptılar. Onları o şeklide görüyorsunuz.
Deniz’in son mektubunda yazdığı gibi “önemli olan, çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir”.
M. Zülkadiroğlu: Evet.
Peki, Deniz Gezmiş devrimci kişiliği dışında nasıl bir arkadaştı? Hiç bilmediğimiz yönlerini biliyorsunuzdur mutlaka.
M. Zülkadiroğlu: Çok şakacıydı, esprili bir arkadaşımızdı. Akıllıydı, zekiydi.
Her zaman böyle korkusuz muydu?
M. Zülkadiroğlu: Valla, Deniz bir tek babasından korkardı, rahmetli Cemil Amca’dan. Başka hiç kimseden korkmazdı (Gülüşmeler).
Neden babasından korkardı?
M. Zülkadiroğlu: Büyük saygısından ileri gelen bir korkuydu herhalde. Ben, tabi biraz işi abartıyorum ama biz yurtlarda falan kalırken Deniz ya evde kalırdı ya da cezaevinde kalırdı 🙂 Babasıyla aralarında 69’da falan belli bir sürtüşmenin olduğunu biliyoruz ama o Deniz’i zapt etmeye çalışıyordu. Bir baba için kolay değil habire oğlunun cezaevlerinde bulunması, öldürülmesinden korkuyordu. Bir de şu var ki, Deniz’i yaşatmazlardı. Deniz ölümü kendi istediği biçimde seçti, ya cezaevinde öldüreceklerdi ya askere almaya çalışıp…
Yani, Deniz sonunda ne olacağını biliyordu. Öyle mi?
M. Zülkadiroğlu: Evet,onun için o finali en iyi oynadı. Kendi iradesi ve kendi isteğiyle…
Peki, o dönemin bu yoğun öğrenci eylemleri dışında Deniz ya da sizler, kültürel faaliyetler olsun kız arkadaşlarınızla ilişkileriniz olsun, bunlara zaman ayırabiliyor muydunuz?
M. Zülkadiroğlu: Deniz, çok okuyan biriydi. Bir de kuşağımızın şöyle bir özelliği var; iktisat tartışmayan, felsefe tartışmayan, edebiyat tartışmayan adam, adamdan sayılmazdı. O dönemde mutlaka öyle bir atmosfer içinde bunları okumak, tartışmak durumundaydınız. Ve kız-erkek ilişkileri bayağı modern ilişkiler içindeydi; her ne kadar bugünkü kadar kadın hareketindeki serbestlik, liberallik yok idiyse de ki, toplumun o baskılarından dolayıdır bu. Bugün kadınlar üzerindeki tüm baskılara rağmen sayısal olarak çok daha fazla ve modern. O dönemdeki sayı azlığı ile de ilişkili bu tabi, ama üniversitedeki gerek arkadaşlarımızın giyinişi gerek davranışları modern çerçevedeydi ve o dönemde üniversitede türbanlı falan hiçbir zaman yoktu. Tabi, bugünkü cinsel serbestliğe baktığımız zaman, o zamanlar daha tutucu-muhafazakâr anlayış vardı. Bugün, o zamana bakarsak, insanlar çok daha kendi özgürlüklerini, cinsel özgürlüklerini yaşayabiliyorlar, hatta bu türbanlı takım için de dâhil. Bu da; toplumun, yılların getirdiği evre ile dünyadaki değişim ile ilişkili. Ama Türkiye üniversiteleri kadın-erkek ilişkileri açısından eşit ve gelişkin, batıdan farklı olmayan üniversitelerdi.
Günümüzde 68 kuşağı ile ilgili, o zamanın devrimcilik anlayışı ile ilgili çok fazla şey söyleniyor. Bu anlamda sizin düzeltmek istediğiniz yanlışlar var mı?
M. Zülkadiroğlu: Türkiye 68’i ile Batı 68’i ciddi bakımdan birbirinden ayrılır. Ve Türkiye 68’i; ulusal bağımsızlıkçı, antiemperyalist özellikleri olan, sosyal adaletçi perspektifleri olan bir harekettir. Batı 68’i ise liberal bir harekettir. Türkiye 68’i devrimci bir harekettir. Batı 68’i kendi sistemi içinde bir özgürleşmeyi, liberalleşmeyi savunan bir harekettir. Ve bugün zaten önderlerinin geldiği yer de belirtilmiştir. Zaten geçmişte de Batı 68’i hiçbir zaman ulusal kurtuluş hareketleri ile direk bağ kuran, onları savunan, destekleyen bir hareket değildir. Onlarda liberalleşmeyi savunan sömürgelerin, yarı sömürge ülkelerin liberalleşmesini ve sistem içersinde kalmasını isteyen bir mantaliteleri vardır. Yani, emperyalist mantalitelerinin bir devamı, uzantısı olarak görüyorlardı bunu. Bu, gözden kaçırılıyor. Bugün, Türkiye’de 1968 hareketine katılmış ama lider durumundan olmayan birçok insan Türkiye 68’ini Batı 68’iymiş gibi göstermeye çalışarak aradaki o liberal anlayışı Türkiye 68’inin üzerine yamamaya çalışmakta, öyle göstermeye çalışmaktadır. Deniz ve arkadaşlarını tarif ederek yazan yazarlar var. Katılmadığı olayları yöneticisiymiş gibi anlatarak yani tarihi yeni baştan yazmaya çalışıyorlar ki, bu 40.yıl faaliyetleri içersinde 68’liler Birliği Vakfı, Piramid Sanat ve UPSD’nin (Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği) hazırlamış olduğu sergi ve paneller, bu anlayışı çok zora sokan bir eylem süreci oldu. O devrimci hareketi liberalleştirebilmek mümkün değildir; bu etkinliklere katıldığınız, o sergideki 68 fotoğraflarını gördüğünüz zaman bunu anlarsınız.
Bir de 68’deki sosyalizm mücadelesi veren devrimcilerin özellikle de Deniz Gezmiş’in Kemalist olup olmadığına dair tartışmalara rastlıyoruz zaman zaman. Siz buna nasıl bir yorum getirirsiniz?
M. Zülkadiroğlu: Şimdi,68’in siyasi partilerden bağımsız olarak ulusal kurtuluşçu ve sosyal adaletçi yanını göz ardı etmek için 68’e bir sosyalizm yanlılığı yapıştırmaya çalışıyorlar. Her ne kadar 68 olaylarının başında olan grup sosyalist idiyse de yine bu olaylar içinde bizzat en büyük çatışmayı diğer sosyalistlerle yapmıştık. Deniz’in bu konuda Türk Solu’nda çıkan yazısı çok açık ve nettir. 68’deki o kitlesel hareket-kitlesel gençlik hareketi, sosyalist gençlik hareketi değil. Ama her bir zerresiyle sosyal adaletten yana, antiemperyalist, ulusal kurtuluşçu. Şimdi bu yanlarıyla Kemalist hareketin- Mustafa Kemal hareketinin milli müdafaa hareketiyle çakışan yanlarını görürsünüz. Aynı şekilde de komünist hareketle de çakışan yanlarını görürsünüz. İşte şimdi burada kafa karışıklığı oluyor, yok Deniz işte komünistti, yok Kemalist’ti… Bugün komünist sosyal demokrat ittifakı mümkün değildir. Ama “Komünist-Kemalist” ittifakı tarihte olduğu gibi bugün de olması gerekli olan bir ittifaktır. Ve bugün sosyal demokrasiye bulaşanların bir türlü Batı’nın kıskacından kurtulamamaları ve ona giderek Avrupa Birliğine teslim olmaları, bu anlayıştan yani sosyal-demokrasi anlayışındandır. Sosyal-demokrasi bilindiği gibi batının emperyalist ülkelerinde, sanayi toplumunda çıkmış işçi sınıfının devrimci değerlerini bırakmasıyla kendi burjuvası ile uzlaşarak dünya sömürüsünden para alma hareketinin siyasal demokrasideki bir ifadesidir. Bunu Türkiye gibi bir yerde yapamazsınız. Hem devrimcilik hem sosyal-demokratlık olmaz. Ve mesele komünistlikle kemalistliği karıştırmaktan ziyade burada hedef alınan şey devrimciliktir.
Ayrıca bir konuşmanızda dinlemiştim; “Deniz Gezmiş hümanist değildi, o hümanizm ile komünizm arasındaki farkı iyi bilirdi” demiştiniz. Ne demek istediğinizi, bunu bilmeyenlerimiz için açıklar mısınız?
M. Zülkadiroğlu: Hümanizm’de insan ne olursa olsun, burjuvazi de olsa proleteride olsa hepsi insandır. Onun içinde herkes saygıdeğerdir. Hayır, sınıfsız toplumda, sınıf çatışması içinde sömürenlerde sömürülenler de aynı safa konulamaz, sömürenler saygıdeğer değildir. Oysa hümanist perspektife baktığınız zaman ona göre burjuva da saygındır, emekçi de saygındır.
Evet, çok iyi anlaşılmıştır bu ayrım 🙂
Hatırla Sevgili dizisini seyrediyor musunuz?
M. Zülkadiroğlu: Zaman zaman seyrediyorum.
O dönemin şu anda televizyon dizileriyle, sergilerle, konferanslarla tekrar gündeme getirilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
M. Zülkadiroğlu: Valla tabi, şimdi olumlu bir belgesel yapabilmek mevcut egemen sınıfın televizyonlarında mümkün değil. Mutlaka, çarpıtıldığı takdirde bu iş mümkündür. Hatırla Sevgili’de bu iş çarpıtılarak verilmekte ama bir de şu var; öyle ya da böyle bir tarih anlatılmaya çalışıldığı için o tarihin kendisinin ağırlığı ne oradaki, işte dizideki kurgu, senaryo, şu bu vs. bunların ötesinde insanların dikkatini çeken, insanları etkileyen, yaşanan; istenildiği kadar sulandırılsın o tarihteki olaylardır. Yapılan işkenceler çok daha az verilmeye çalışılmakta, o bile insanların çok zoruna gitmektedir. Buradan bakarak o döneme bir bakış geldi, o anlamda olumlu yanı vardır ama olumsuz yanları da vardır. Yani bir şeye ya salt olumlu ya salt olumsuz gözüyle bakamayız, ama o da başta Batı 68’ini Türkiye 68’i üzerine oturtma çabasıydı. Gelen tepki üzerine ve yaşanan tarihsel olayların buna imkân vermemesi üzerine sağ-solu deforme edilmişte olsa bir tarihsel süreç ortaya çıktı. O da insanların ilgisini çekiyor.
Bir de şöyle bir gerçek var ki, gençlerin yakın tarih hakkında çok fazla bir bilgisi yok. Bildiğim kadarıyla Osmanlı tarihine ve Atatürk’ün ölümüne kadar olan tarihe daha çok ağırlık veriliyor.
M. Zülkadiroğlu: Bakın, Türkiye’de yakın tarihi öğrenebilmek için gerekli her türlü malzeme var. Eğitim sistemi olsun her şeye rağmen, gençlerde bu kadar malzeme olmasına rağmen, bu kadar yazılmış kitap, bu kadar sergi vs. olmasına rağmen bugünün gençliğinin en büyük sorunlarından birisi okumamak ve tartışmamak. Yakın tarihi bize, her sınıf kendi açısından öğretmeye çalışır, çarpıtılır egemen sınıflar tarafından. Sorun onun çarptırılmasına rağmen gerçeği öğrenme-araştırma çabasıdır ki, biz geçmişte bunu yapıyorduk. Bugünkü gençlerin sorunu bence bu. Bize öğretilmiyor, şu-bu diye ağlamasınlar. Her türlü belge, doküman var öğrenebilmek için.
Evet, günümüzdeki gençlerin 68 kuşağındaki olayları merak ettiğine, o dönemde yaşanılan olaylarla yakından ilgilenmeye başladıklarına zaman zaman katıldığımız ortamlarda ya da seyrettiğimiz tartışma programlarında tanık oluyoruz. Ancak, sizlerdeki gibi bir dev genç ruhu yok artık. Bu anlamda okumanın gerekliliğinin yanı sıra günümüzün gençlerine vermek istediğiniz tavsiyeler var mı?
M. Zülkadiroğlu: Gençler, devrimci özelliklerini büyük ölçüde yitirmişler. Bunda üniversite sisteminin büyük rolü olduğu gibi yaşanan 12 Eylül sürecinin etkileri de var.12 Mart ve 12 Eylül yenilgilerinin insanlar üzerindeki etkisi var. (12 Mart 1971; Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir-komuta zinciri içerisinde yapılmış askeri darbe,12 Eylül 1980;Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Marttan sonra gerçekleştirdiği askeri darbe.) Türkiye toplumundaki kapitalistleşme sürecinin tamamlanmış olmasından dolayı her alanda kapitalizm egemen olduğu için bunun yaratmış olduğu çatışma üzerine oturan siyasal mücadelelerin olmayışının da gençler üzerinde olumsuz ve pasifleştirici etkileri var. Ama ülke öyle enteresan bir ülkedir ki, hiç umulmadığı zamanlarda kendi birikimlerinden dolayı küllerinden yeniden doğar. Ben, o bakımdan Türk gençliğinin özellikle altını çizerek söylüyorum, tarihsel birikiminin tekrardan bir çıkış yapacağına inanıyorum.
Peki, son olarak paylaşmak istediğiniz herhangi bir şey varsa öğrenebilir miyiz?
M. Zülkadiroğlu: Bu ülke mutlaka bağımsız olacaktır. Kendi göbeğini kesecektir, kendi kaderini kendisi çizecektir. Bu bin yıllık devlet geleneğinde vardır, bin yıllık mücadele geleneğimizde vardır. Kurtuluş Savaşıyla devam eden, 68 ile devam eden, Jön Türk hareketiyle gelen bizim böyle bir geleneğimiz vardır. Ve bu gelenek, bu ulus yok edilmediği sürece de sürecek olan bir özelliktir. Bunun için bu gelenek çok şeyin çıkış noktası olacaktır.
Siz ve sizin kuşağınızdaki devrimci arkadaşlarınız 68’i; Deniz’i anlayarak, onunla birlikte özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, barış sevgisi ve arzusuyla bu uğurda büyük mücadeleler vererek yaşadınız. Dolayısıyla, 68 kuşağını anlamak, Deniz’i anlamak, yaşanılan acı günlerin nedenlerin çözmeye çalışmak ve her şeye rağmen 68’li yıllarda yaşamış olduğunuz acı-tatlı anılarınızı 68’in ardından tekrar yaşatabilmek, bir röportaja sığamayacak kadar derin içerikli mevzular… Ancak, siz o yıllara ait anılarınızı, yaşadığınız tecrübeleri, değerli bilgilerinizi ve uğrunda mücadele verdiğiniz değerleri ve bu değerlerin önemini sorularıma vermiş olduğunuz cevaplarla o kadar güzel vurguladınız ki, bizi en azından kendi geçmişinize, kendi 68 kuşağınıza götürdünüz. Bu nedenle 68’i anlamamıza bir nevi de olsa yardımcı olmaya çalıştığınız ve 68’li yılları derKi okurlarıyla paylaştığınız için çok teşekkür ederiz…
“…insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok fazla yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum…” D.GEZMİŞ.
(Deniz Gezmiş’in Merkez Cezaevi’nde idam edilmeden önce yazmış olduğu son mektubundan herkesin yüreğine dokunabileceğini düşündüğüm küçük bir alıntı…)
Deniz Gezmiş Fotoğrafı: Ergin Konuksever’e ait bir fotoğraftır ve
1968 çalışması: İmren Çalışkan Tüzün’eait Piramid Sanat’ta sergilenen 68 dönemi ile ilgili bir çalışmadır.
1968’deki Kommer olayından sonra İstanbul Sultanahmet Cezaevi’nde çekilen fotoğraf:
Deniz Gezmiş ortada, resme baktığınızda solunda Toygun Erarslan, onun solunda Mustafa Zülkadiroğlu, Deniz’in en sağında Rahmi Aydın ve önde yatan Mustafa İlker Gürkan…