Çok kere düşünmüşümdür… Mustafa Kemal Atatürk geçmişte ve uzak gelecekte olan ve olabilecek onca şeyi nasıl gördü diye?

Hem yaşadığı her anda hem de çok çok uzaktaki gelecekte her zaman ne yapacağını, niçin yapması gerektiğini, neler olabileceğini ve gerçekleşecek durumlarda nasıl ve ne şekilde davranılması gerektiğini biliyordu ve bilerek yaşadı. 1900’lü yıllarda O’nun yaptıklarını, O’nun sözlerini, verdiği mesajları okudukça; Yıl 2012 olduğu halde insana, sanki O hala yaşıyor ve o “An” içinde bu sözleri söylüyormuş gibi geliyor. Hatta bazen “O“ 1800’lü yılların sonuna doğru doğmuş ve 1900’lü yıllarda yaşamış bir Nostradamus reenkarnesi miydi acaba diye de insana düşündürtmüyor değil…

Doğuştan Lider

O seçilmiş bir insandı. Liderlik vasıfları doğuştan O’na verilmişti. Koca bir milleti, çok geniş, farklı kültürler mozaiğini hep birden kucaklayabilmesi, her konuda her şeyde bilgili ve bilinçli olması bana bunu gösteriyor.

Küçük yaşlarda amcasının bahçesinde kargaları kovalarken, muhtemelen hasta edilmiş Osmanlının başındaki kara cüppelileri ve ülkesine göz koymuş emperyalistleri nasıl kovacağının planlarını yapıyor ve kuracağı ülkeyi ve cumhuriyeti düşlüyordu.

Daha orduya katıldığında O kendi insanını tanıyordu. Onları nasıl ayağa kaldıracağını, bir avuç insanla başlattığı hareketi nasıl genişleteceğini biliyordu. Ve hatta tüm bu bildiklerinin, sırasını da biliyordu ve adım adım bu yolda sırasıyla ilerliyordu, ilerleyecekti.

Ocak 1920’de İngilizler tarafından “Meclis-i Mebusan” dağıtıldığı halde, O bundan 38 gün sonra tüm kaçan milletvekillerini bir araya toplayarak Ankara’da “Büyük Millet Meclisi”ni kimse tarafından tanınmamış olan ve o zaman için hiç bir anlam taşımayan bu isimle yeniden açması ve devamında laik bir cumhuriyet kurması onun bilgeliği hakkında büyük bir ipucudur.

Düşmanı tamam ile yok etmek amacıyla başlattığı “Büyük taarruz” sonuçlarını vermeye başladığında itilaf devletleri, başlarına gelecek korkunç sondan kurtulmak amacıyla Mustafa Kemal’den randevu istediklerinde O “ Onlarla 22 Eylül 1922 de Nif’te (Kemalpaşa) görüşeceğim demişti ki o sırada Türk orduları oraya çok uzaktı ve o tarihte oraya varmaları imkansız gibi gözüken bir olaydı. Ama O bunu gerçekleştirdi ve daha sonra, ünlü “Nutuk” unda bu konudan şöyle bahsetti: “Dediğim gün, Nif’te idim; fakat benden randevu isteyenler orada yoktu”

Savaş hakkında ise düşünceleri şöyleydi Mustafa Kemal’in: “Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zorunlu ve hayatî olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.” Özeti ise şu ünlü sözünde saklıydı: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”

Başöğretmen

Atatürk 21.yüzyıla geçebilen, hala halkının gönlünde ve kalbinde yaşayan ve dünyada `başöğretmen’ sıfatlı tek liderdir. Onca işin arasında bir geometri kitabı yazmış; üçgen, açı, dikdörtgen vs. gibi 48 tane geometri teriminin Türkçe isim babası olarak da tarihe geçmiştir. Yine onca işinin arasında “Mimber” isimli bir gazete çıkarmış ve 52 sayı bu gazete yayınlanmıştır.

O’nunla yapılan bir röportajda “Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz” demiş ve bunun üzerine BM yasası değiştirilmiş ve üyeliğe davet edilen ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.

O’nun hayatındaki İlginç olaylardan biri de şöyle; 1929’larda Hintli bir mihrace ki hala kimliği belirlenememiştir, Atatürk ile görüşmek istemiş ve görüşme sonrasında ona bir seccade hediye etmiştir bu seccade şu anda Pera Palas’ta Atatürk’ün kaldığı 101 numaralı odada duvarda asılı bulunmaktadır.

Halının ortasında bir saat resmedilmiş ve saat 10.07 ‘yi yani Atatürk’ün beyin ölümünün gerçekleştiği saati göstermektedir ve halının üzerinde de yan yana ölüm tarihi olan 10 Kasımı simgelediği söylenen tam 10 adet “kasım çiçeği” bulunmaktadır.

Bu kehanet gibi gözüken seccade olayından sonra bir de Mustafa Kemal Atatürk’ün gördüğü bir rüyadan bahsetmek istiyorum. Kendisi yaşamı boyunca gördüğü birçok rüyayı yakınları ile hep paylaşmıştır. Bu da Prof. Dr. Afet İnan ile ölümünden bir süre önce paylaştığı bir rüyaydı.

26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof. Dr. Afet İnan bu olayı ve sonrasını şöyle anlatıyor: “O geceyi rahatsız geçirdi, ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabah yanına girdiğimde bana: “Demek ölüm böyle olacak” diyerek “uzun bir rüya gördüğünü” söyledi ve “Salih’e söyle ikimizde bir kuyuya düştük, fakat o kurtuldu” dedi.

Atatürk’ün, burada “kuyuya düşme” sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi belki de ölümün habercisiydi. Salih Bozok’un kuyudan kurtulması ise; bilindiği gibi, Atatürk’ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok’un da intihar girişiminde bulunmuş ve peşi sıra tıbbi müdahaleler sonucu kurtarılmıştı. Muhtemelen rüyasında da bu simgeleniyordu ve bu rüya Atatürk’ün anlattığı son rüyasi idi…

Çevrecilik Dersi

O’nun bilgeliğini gösteren olaylardan biri de şudur; Yıl 1930 Atatürk, Yalova köşküne doğru çıkmaktadır. Bahçıvan’ın koca bir çınar ağacını kesmek üzere olduğunu görür ve ona “Yahu” der “sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki kesmeye muktedir görüyorsun kendini?” Bahçıvan der ki; “Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz”.

Bir an düşünür; “Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız” der. Herkes şaşkınlıkla O’na bakar. Ne demektir köşkü ağaçtan uzaklaştırmak? Atatürk hemen İstanbul’da köprü altındaki tramvay raylarını Yalova’ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak ve kendisi de kazma kürek temelini kazarak köşkün temeli altına tramvay raylarını döşetir ve köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim uzağa çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan bu çınar ağacının kurtuluşunu temin eder. Dünyanın 80’li yıllarda “çevre ve çevrecilikten” bahsetmeye başladığını düşünürsek, Atatürk 30’lu yıllarda dünyaya ilk çevrecilik dersini verdiğini görebiliriz.

O Diktatör müydü?

Yaşadığı zamanlarda içerde ve dışarıda bir çok insan O’na diktatör dedi ve o bu lafı edenlere şöyle söylemişti: “Ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar. Evet bu doğrudur. Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim”

Günümüzde bile, gaflet ve delalet içinde olan bazı sözde demokrat cahil aydınlar hala zaman zaman “Atatürk bir diktatördü” söyleminde bulunmaktalar… Bunlara cevabı yine Atatürk’ün yaptıkları ve kendi sözleri ile cevap vermek en doğru olandır.

Atatürk diktatör olsaydı; ki aile kavramına önem veren, evlenen ama daha sonra ben bu işi beceremedim diyerek vazgeçen ama yine de “Toplum hayatının kaynağı, çağdaş aile hayatıdır” diyen bir insan Babadan oğula saltanatı devretmek için ille ki bir erkek çocuk yapma peşine düşmez miydi?

Atatürk diktatör olsaydı; “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet’i biz kurduk, O’nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz” der miydi?

Atatürk diktatör olsaydı; “Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür” der miydi?

Atatürk diktatör olsaydı “Beni görmek demek ille yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu yeter” der miydi?

Atatürk diktatör olsaydı “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu ‘ben’ kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir!” der miydi?

Atatürk diktatör olsaydı; ki onun diktatör olmadığını ispatlayan en önemli görüş ve söylemi de budur: “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” der miydi?

Onun Ardından…

Atatürk hakkında gerek yaşarken gerekse vefat ettikten sonra dünyada ileri gelen kişiler de şu cümleleri kurmuşlardı onun için;

Yunanistan başkanı, Eleftherios Venizelos 1933 yılında; “Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir… Bu olağanüstü işleri yapan Mustafa Kemal, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmıştır ve bundan dolayı Türkiye övünebilir”

İngiliz Generali Sir Charles Townsend 1922 yılında; “Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve Cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal’de büyük bir ruh kudretinin esrarı var”

Fransa Başbakanı Edouard Herriot 1933 yılında; “Paşa, size nasıl hayran olmayayım? Ben Fransa’da laik bir hükümet kurmuştum. Bu hükümet Papa’nın Paris’teki temsilcisinin yardımı ile papazlar devirdi. Sizse bir halife’yi kovdunuz ve gerçek anlamıyla laik bir devlet kurdunuz. Siz, bu taassup içinde laikliği bu topluma nasıl kabul ettirdiniz? Dehanızın büyük eseri laik bir Türkiye yaratmak olmuştur”

ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt; “Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır. Sovyet Rusya hariciye nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa’nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sormuştum. Bana Avrupa’nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.

İşte buydu Mustafa Kemal Atatürk…

Böyle bir bilgeydi. “Ferrari”si falan da yoktu ki satsın. Hiçbir şeyi yoktu. Vatanı ve milleti dışında… Nitekim öldüğünde, tüm para ve mal varlığını da vasiyetiyle Türk milletine bıraktı

Şimdiki dünya liderleri gibi korumalar ordusu eşliğinde, silahların gölgesinde dolaşmazdı O, halkının arasında… Bir bakarsın bir köyde, bir bakarsın bir kahvehanede, bir bakarsın bir plajda ve halkıyla iç içe… Onlarla sohbet eder ve onları büyük bir dikkatle dinlerdi. Laf olsun diye değil, anlamak için sorar ve dinlerdi.

Yoktan bir ülke yarattı, yoktan bir millet yarattı, bunları yaparken de ayrımsız tüm insanlarını kucakladı. Hepsinin dertlerini dinledi ve onlara istekleri doğrultusunda, düşünüp en iyi imkanları sağlamaya çalıştı. Gerektiğinde öğretti, gerektiğinde eğitti, gerektiğinde büyüttü ve o millet bu nedenle onu 70 küsur senedir hala unutmadı, unutturmaya çalışanların tüm çabasına rağmen… Ve unutulmayacak da sonsuza kadar…

Yazdıklarım bende iz bırakanlar onu göremediğim onunla tanışamadığım halde okuyarak onu her gün biraz daha tanıyor ve hayretlere düşüyorum. Hakkında sonsuz cümle ve sonsuz kitap yazılabilecek, kıskanılacak bir liderdi o…

Türk milleti onur ve gurur duyuyor “Ata”sı ile…

19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun….

Reha Ersavcı