Dünyaya önce uzaylıları saldırttı, sonra da Manhattan’a Godzilla’yı. Yetmedi gezegeni yeni buzul çağına soktu ve içimizi dondurdu. Şimdi sıra olayı hepten bitirmeye geldi. Felaket filmlerinin usta yönetmeni Roland Emmerich, Kasım 2009’da gösterime girecek “2012” filmiyle birlikte “Kıyamet”i kopartıyor. Kopartıyor kopartmasına da filmin gerçeklik payı nedir? 2012’de neler yaşayacak bu dünya? Yoksa gerçekten sonumuz mu geldi? Sizlere bu soruların yanıtlarını veriyoruz.

Elinde tokmakla bir Budist rahibi hızlı hızlı koşarken görüyoruz ilk başta ve sonrasında ise Himalayalar’ın tepesinden coşkuyla gelen dalgaları… Emmerich’in “2012” filminin sinemaseverleri merak içinde bırakan fragmanı böyle başlıyor. Fragmanla birlikte Dünya genelinde, aynı Himalayalar’ın tepesinden çağlayan dalgalar gibi bir ilgi de başladı 2012 tarihi üzerine. Aslında konuya ilgi her zaman vardı, fakat filmle birlikte ilgi doruk noktasına ulaşmaya başladı ki Kasım ayı yaklaştıkça medyada bol bol 2012, Maya Takvimi, Marduk… konularını izlemeye başlayacağımızın ön habercisidir bu. Yakında maruz kalacağınız 2012 fırtınasından önce sizleri konu hakkında bilgilendirmek ve kafanızdaki soru işaretlerini gidermek istedik biz de.

21 Aralık 2012, Güney Amerika’nın efsanevi uygarlıklarından Mayalar’ın M.Ö. 2000 civarında başlayan takvimlerinin bitiş tarihine denk gelmekte. Mayalar sıradışı astronomlardı. Yüzyıllar sonraki gökyüzü hareketlerini tahmin edebilecek kadar derin astronomi bilgileri vardı ve dediler ki, “Bu, çok önemli bir an, bunu dikkate alın. Bir değişim ve dönüşüm zamanında yaşadığınızın farkına varın.” Mayalar’ın 2012’ye dair bu kehanetleri, Hopiler ve İnkalar gibi dünyadaki pek çok eski kültür tarafından da paylaşılmaktadır. Başta Mayalar olmak üzere, tüm bu kültürlerin ortak mesajı şudur: “Büyük bir yıkım ve ardından gelecek Altın Çağ dönemine hazır olun.”

2012, spiritüel bilgilerle haşır neşir olanlar için çok uzun süredir bilinen ve beklenen bir tarih. 2000’li yılların başlarında ülkemizde Akaşa Yayınları tarafından yayınlanan Kryon gibi ruhsal kanal kitaplarında, 2012 tarihinde dünya üzerinde çok büyük bir değişimin yaşanacağı altı çizilerek anlatılıyordu. Bu bilginin köklerini ise eski kültürlerde binlerce yıl öncesinde görebiliyoruz. Eski gelenekleri devam ettiren şamanlarla konuşulduğunda, Dünya’mızın bunca insanı kaldırmadığını, büyük acılar çektiğini ve büyük bir değişim döneminden geçip, hem kendini tedavi edeceği, hem de insanlığın ruhsal açıdan yeni bir çağa adım atacağını söylüyorlar. Bu bağlamda, ruhani kültür uzun bir süredir 2012’yi işaret eder ve bekler durumda. Amma velakin büyük değişimden kasıt, mevcut küresel sistemi yıkacak kadar güçlü felaketlerin olacağı bir dönem. İşte Emmerich’in filminin temel çıkış noktasını da bu yıkım dönemi oluşturuyor.

2012’de felaketler olacak mı? Bunun yanıtı için her saat yeni bir felaket haberi izlediğimiz TV’lerimize bakmamız yeterli. Geçen her seneyle de birlikte bu felaket haberlerinin sayısı artmıyor mu? 2012 gelecek, felaketler üst üste patlayacak gibi bir durum söz konusu değil, çünkü bu süreç çoktan başladı. 2012 ve belki de sonrasında da devam eden bir süreçte, bu küresel felaketlerin gittikçe arttığını gözlemleyebiliriz. Bunun nedenini NASA çalışanı James Lovelock tarafından geliştirilen “Gaia Hipotezi” ile açıklamak mümkün. Bu hipoteze göre, Dünya yaşayan, canlı bir organizma gibidir. Dünya’daki yaşamın adı Gaia’dır ve karalar Gaia’nın kemikleri, okyanuslar, denizler ve ırmaklar onun dolaşım sistemi, atmosfer onun solunum sistemi, üzerinde yaşayan canlılar da onun sinir sistemidir. Bu bağlamda yaşayan bir organizma hastalandığında kendini tedavi eder. Siz Gaia’nın kemiklerini, dolaşım sistemini, solumunu kirletir ve hasta ederseniz; o da kendisini iyileştirmek isteyecektir. Dünya üzerinde yaşanan felaketlerin temelinde, gezegenin kendini iyileştirmeye çalışması vardır. Ama bu çalışmaların, Gaia’nın hastalıklarına neden olan canlılar, yani biz insanlar için kısa vadede pek de hoş sonuçlarının olacağını söylemek mümkün değil. Uzun vadede ise gittikçe yokolan bir gezegenin kendini toplaması ve geleceği söylenen Altın Çağ’ın temellerinin bu şekilde oluşabileceği ihtimali nedeniyle beklemediğimiz derecede güzel sonuçların ortaya çıkabileceği bir süreç yaşanabilir. Nitekim Emmerich’in “2012”sinin fragmanındaki şu cümle çok dikkat çekici: “Son, sadece yeni bir başlangıçtır.”

2012 söz konusu olduğunda, Marduk’tan bahsetmemek olmaz. Ülkemiz bu konuda, diğer birçok ülkeye göre çok daha bilgi sahibi, çünkü Burak Eldem gibi konu üzerinde dünyanın sayılı araştırmacılarından birine sahibiz ve onun “2012: Marduk’la Randevu”nu “en çok satanlar kitaplar” listesinde üst sıralara çıkardık. Amma velakin, bu çok derin ve ayrıntılı alternatif tarih denemesini pek de okumadığımız ve kitabı daha çok konunun popülaritesi nedeniyle satın aldığımız, yaygın “Marduk diye bir gezegen gelip Dünya’ya çarpacakmış” inanışıyla ortaya çıkıyor. Halbuki Eldem, Dünya üzerinde 3661 yılda bir tekrarlanagelen değişim sürecini inceliyor ve bu değişimin tetikleyicisinin, Marduk veya Nibiru adı verilen gezegeninin olduğunu iddia ediyor. Marduk’un yörüngesi 3661 yılda bir Dünya’ya yakınlaşmakta ve gezegenin çekim gücü de Dünya üzerinde yıkıcı ama değişim yaratıcı etkiler uyandırmakta. 2012 ise Marduk’un Dünya’ya en yakın olacağı yeni tarih ve bu bağlamda Dünya üzerinde birçok olayın da vuku bulacağı bir dönemin habercisi. Eldem’in 2004 yılında yayınlanan kitabını dikkatli okuyanlar, yazarın yaşayacağımızı söylediği olayların birer birer gerçekleştiğini görüyorlardır ki Eldem, kehanet değil, sadece tarihi verilere bakarak bu çıkarımları yapıyor. Geriye ise yalnızca 2012’de Marduk’u görüp göremeyeceğimiz sorusu kalıyor ki aslında kitabın içeriği ve altını çizdikleri düşünüldüğünde, bu sadece teferruattan ibaret.

2012’ye yalnızca 3 senemiz kaldı, ama “değişim süreci” çoktan başladı. İnsanın aklına şu soru geliyor elbette: Gerçekten bu sefer sonumuz geldi mi? Yoksa olan biten 2000 yılı sendromunda yaşanıldığı gibi bir kaşık suda kopan fırtına mı? Yanıt ikisi de değil. Bu gezegen 2013’ü de görecek, 2014’ü de. Emmerich’in filminde izleyeceğimiz gibi dünyanın tepemize çöktüğü, gökten taşların yağdığı, Tibetli rahiplerin okyanusta yüzecekleri bir süreci yaşamayacağız, ama mesela bilim adamlarının öngördüğü üzere, tarihin en büyük güneş patlaması fırtınalarını ve bunların etkilerini göreceğiz mesela. Elektronik aletlerimiz bozulacak, iletişim sistemlerimiz kopacak, teknolojimiz çuvallayacak ve ruhsal açıdan çok gergin olacağız muhtemelen. Uluslararası ilişkilerin tam bir arapsaçı halini aldığı, ekonomilerin hepten sallandığı, dünyada yaşanacak karışıklıklar itibariyle, “kıyamet koptu” denilebilecek bir dönem yaşayacağız, tıpkı şimdiden ayakseslerini duyduğumuz üzere. Ama tarihte böyle değişim dönemleri defalarca yaşanmış ve her seferinde de insanlık bu süreçlerden yeni bir anlayış ve yaşama biçimiyle çıkmayı başarmış.

Geçmişe bakıldığında, yaşayacağımız “değişim dönemi”nin en büyük farkı, bu seferki sürece birebir şahitlik edecek olmamız ve hatta belki de ilerleyen zaman içinde, yenidünyanın oluşumunda birebir rol oynayanlardan olabileceğimiz gerçeği. Yani insanlık tarihi yeni bir dönemece girerken, bu dönemeçte “başka” insanların değil, doğrudan bizlerin bulunduğu realitesi. Yanıtını bulmamız gereken soru ise “2012’de kıyamet mi kopacak?”tan öte, “zamanı geldiğinde ve bize ihtiyaç duyulduğunda, taşın altına elimizi sokup sokamayacağımız” olmalı.

Kasım 2009’da, Emmerich’in filminde, 2012’de ise tarihin yeniden yazılışının başlangıcına tanıklık etmede buluşmak üzere…

Burak Eldem (Araştırmacı-Yazar)

2012’de dünyayı nelerin beklediğini düşünüyorsunuz? Söz konusu yılın bir “değişim dönemi” olduğu yolundaki görüşlere katılıyor musunuz?

Aşağı yukarı altı yıldır, yani “2012: Marduk’la Randevu” adlı kitabım yayımlandığından beri, ısrarla ve altını çizerek bir şey anlatmaya çalışıyorum: ister dünyanın fiziksel tarihi olsun, ister üzerindeki insan uygarlığının sosyokültürel ve siyasi tarihi; değişimler bugünden yarına, anlık, belli bir tarihe ihale edilmişçesine yaşanmaz. Değişim, evrendeki en temel ilkelerden biri ve bu da belli bir sürece yayılarak, geniş zaman aralıkları içinde gerçekleşir. Ama elbette, her değişim sürecinin içinde belli dönüm noktaları, kırılma anları söz konusu. 2012, zamanın kesintisiz akışı içinde küçücük bir nokta; buna mistik, ayrıcalıklı, gizemli, ruhani anlamlar yüklemeye gerek yok. Ama söz konusu yılı da içeren dönem, dünya tarihinde önemli bir dönüşüm/değişim evresinin hızlandığı, birçok anlamda bir “rampanın” aşıldığı, kritik bir zaman dilimine denk geleceği için, neredeyse simgesel bir anlam kazandı. Oysa hem üzerinde yaşadığımız gezegenin, hem de insan uygarlığının son on yıl içinde, etkisi giderek hızlanan “yeni koşullar” ile yüz yüze geldiğini görürseniz, bu değişimin çoktan başladığını da fark edersiniz.

Yine hem kitabımda hem de izleyen dönemdeki söyleşilerimde ısrarla bunun bir “kıyamet, felaket, dünyanın sonu” falan olmadığının altını çizmeye çalıştım. Benim yaptığım, farklı bir yöntem ve bakışla, uygarlık tarihini bir kez daha gözden geçirmek; bu tarihin içindeki belli dönemlerde, “doğanın tarihi”nin de en az krallıkların, kentlerin ve savaşların tarihi kadar etkili olduğuna dikkat çekmekti. Üstelik, geride kalan beş bin yıllık yazılı tarih içinde buna ilişkin tanıklıklar, kayıtlar, gözlemler, “mit” haline getirilmiş alegoriler ve özellikle de astronomiyle bağlantılı hesaplar ve takvim sistemleri o kadar belirgin ki, size kalan, kafalarda oluşmuş önyargılardan sıyrılarak yeniden bunları ele almak aralarında bağlantı kurmaktan ibaret kalıyor. Bu birikimi elden geçirip, yeniden değerlendirdikten sonra, son birkaç yüzyıl içinde arkeoloji, jeoloji, botanik gibi bilim dallarında yapılan araştırmalar ve geçmişe ilişkin bulguları da izlediğinizde, parçaların üst üste gelip örtüştüğünü fark ediyorsunuz.

Tahmin ya da kehanet, benim işim değil. Araştırmalarım sırasında rastladıklarımdan yola çıkarak, uzak geçmişte olanların bir benzerinin yaşanacağını söyleyebilirim sadece. Bundan yaklaşık 3650 yıl kadar önce, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da başlayıp, dünyanın büyük bölümünde etkili olan bir dizi doğal dönüşüm art arda yaşanmıştı ki, bunun sosyal ve siyasal sonuçları, Bronz Çağı bitimindeki “yeni dünya”yı belirlemişti. Bugün bire bir aynı fiziksel olguların ortaya çıkıp çıkmayacağını tahmin etmek tabii ki mümkün değil. Ama hem geçmişte olanları referans kabul ederek, hem de son on yıl içinde hızlanan doğal değişimi göz önünde tutarak, başta iklime bağlı sorunlar olmak üzere ciddi fiziksel değişimlerin yaşamı ve istikrarı etkileyeceğini; bunun sonucunda da yeni koşullara uyum sağlayacak sosyal ve siyasi dönüşümlerin yaşanacağını; sancılı bir dönemden geçileceğini söyleyebiliriz.

(İlk Yayın: Esquire)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...