Akdeniz’in 3.büyük adası olan Kıbrıs, kıtalararası ticaret yollarının geçtiği bir ada olması nedeniyle stratejik bir konuma sahiptir. Dolayısıyla tarih boyunca her zaman büyük devletlerin dikkatini çekmiş ve sürekli işgallere maruz kalmıştır. Ada, Kıbrıslı Türklerden ve Rumlardan oluşmaktadır. 35 yıl öncesine kadar aralarında herhangi bir sınır olmadan yaşayan ada halkı arasındaki sorunların zamanla büyümesi ve bu durumun savaş halini almasıyla yaşanan çatışmaların en sonuncusu olarak 1974’te gerçekleştirilen darbe ile Kıbrıs adası, kuzey ve güney tarafı olarak ikiye bölünmüştür. Kuzeyde Türk halkı, güneyde de Rum halkı yaşamaktadır. Ancak, günümüzde de görüldüğü üzere aynı adada fakat farklı yönlerde yaşayan bu iki halk arasındaki sorunlar bitmek bilmemektedir. Dış güçlerin de devreye girmesiyle bu sorunun çözümüne yönelik referandumlar yapılmakta, ancak henüz bir sonuca varıldığı görülmemiştir. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu, çözülemeyen bir sorun olarak her zaman güncelliğini korumakta yani gündemdeki varlığını sürdüren bir sorun olarak sürekli karşımıza çıkmaktadır.
Peki, Kıbrıs Türk halkı ne istemekte, bu sorunla ilgili neler düşünmekte? İki taraf arasındaki sorunların, en önemlisi de güvensizliğin çözülebileceğine inanıyorlar mı? Kıbrıs halkının çıkarlarını korumaya çalıştıklarını söyleyen ve bu doğrultuda barış sağlamaya çalışan dış güçlere inanıyorlar mı? Bu ve bunun gibi aklımıza gelebilecek birçok soru olmalı. Bu sorulara cevap olarak bizlerde yorumlarda bulunabiliriz ama çoğunlukla kulaktan duyduğumuz bilgiler doğrultusunda. Çünkü iki taraf arasındaki çatışmaları, sorunları biz yaşamadık ve yaşamaya devam etmiyoruz. Ama onlar, zamanında Rumlarla aynı köylerde hatta mahallelerde komşu şeklinde de yaşadılar, daha sonraları da komşuyla düşman olup onlarla savaşırken kendilerini buldular; esir düştüler, şehitler verdiler, köylerinden, evlerinden oldular. Ama yıllar sonra bir gün adadan “barış istiyoruz” şeklinde sesler yankılanmaya başladı ve Kıbrıs halkı olumlu-olumsuz birçok tepkiyle karşılaştı. Hatta bir ara Kıbrıslı-Türkiyeli ayrışımları bile oldu. Herkesin gerek Kıbrıs sorunuyla ilgili olsun gerekse Kıbrıs Türk halkı hakkında olsun çeşitli düşünceleri, yorumları vardır ama ben istedim ki, geçmişten bugüne Kıbrıs’ı anlayabilmek için onlardan biriyle bu soruları paylaşalım ve bir de onun gözüyle bu sorunları değerlendirmeye çalışalım. Bu amaçla yola çıkarak; Kıbrıs doğumlu olan ve orda yaşayan; zamanında Rum saldırılarına karşı gerçekleştirilen direnişlere fiilen katılan,1964’te mücahit komutanlığı yapan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, eski bir siyasetçi ve günümüzde de Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı’nın başkanlığını yapan ve üniversitede Kıbrıs Türk Edebiyatı dersleri veren ayrıca yazar olan (çok dolu bir özgeçmişe sahip olunduğundan ben kendisinin affına sığınarak özetlemeye çalıştım) İsmail Bozkurt ile yaptığım röportajı sizlerle paylaşmak isterim.
Geçmişten bu yana süregelen ve bir türlü çözülemeyen bir Kıbrıs sorunu gerçeği var. Peki, güncelliğini her zaman koruyan bu Kıbrıs sorunu nedir ve nasıl ortaya çıktı?
İsmail Bozkurt: Kıbrıs sorununun kökü çok eskilere, yüzyıllara dayanır. Hatta ben şunu söyleyebilirim; Kıbrıs sorunu Osmanlıların Kıbrıs’ı fethettiği zaman başladı. Niçin böyle diyorum, çünkü Batı dünyası yani Hristiyan dünyası, Kıbrıs’ın Müslüman bir ülkenin denetimine geçmesini hiçbir zaman sindiremedi. Çünkü Kıbrıs onlar için kutsal şehir olan Kudüs’ün yolu üzerindeki stratejik bir yerdi. Dolayısıyla bunu hiçbir zaman hazmedemediler. Fakat daha yakın tarihlere geldiğimizde Kıbrıs sorununun somut bir şekilde ortaya çıkışı 1796 yılında oldu. O da nasıl ortaya çıktı? Bir Rum bir harita yaptı ve bunu yayınladı. O dönemde Yunanistan, Kıbrıs, Balkanlar hep Osmanlıların yönetimindeydi ve bu harita büyük Yunanistan’ın haritasıydı. Yani hiçbir bağımsız Yunan devleti yokken eski Bizans ve İskender İmparatorluğu’nun topraklarını büyük Yunanistan haritası olarak gösteren bir haritaydı bu. Başkenti de İstanbul’du ve Kıbrıs’ta onun bir parçası olarak gösterilmişti. Yani bir sorun olarak ortaya çıkışı böyle. Sonra Yunanlıların bu harita ile beraber geliştirdikleri Megali İdea dedikleri büyük ülkü var. Amacı da, bu haritadaki büyük Yunanistan’ı oluşturmak, gerçekleştirmek. Bunun için de Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan başlattılar. İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerin desteği ile de bağımsızlık kazandılar. Yunan isyanı başladığı zaman benzer isyanın Kıbrıs’ta da başlaması için girişimler oldu, baskınlar yapıldı. Ama kendi içlerinden birileri bunu Osmanlılara ihbar eder ve bu girişimler başarısız olur. Elebaşları da papazlardır ve bunlar toplanıp bir Enosis beyannamesi yayınlar. Bu beyanname, Kıbrıs’ın Yunanistan’ın bir parçası olması gerektiğini savunan ve tarihte bilinen ilk Enosis bildirgesidir.1821 yılında yayınlanmıştır. Osmanlılar bu dönemlerde başka topraklarını kaybetmiştir ama Kıbrıs’ı koruyabildiler. 1878’de ise Kıbrıs İngilizlerin eline geçer. İngiliz yönetimi Kıbrıs adasına girdiği vakit, Rumların ileri gelenleri yeni bir beyanname ile yönetimden, Kıbrıs’ın Yunanistan’a teslim edilmesini isterler yani yine Enosis istenir. İngiliz yönetimi bunu reddeder. Ama zaman içersinde Rumlar hep bunun mücadelesini yapar. İngiliz yönetimi de zaman zaman bunlara söz verir ama yapmaz, onları oyalar. Ve 1931’de yine Enosis’i gerçekleştirmek için bir isyan başlatırlar. Fakat İngiliz yönetimi tedbir alır ve bunu önler. Ama bu isyanların üzerine de artık İngiliz yönetimi onlara baskılar yapmaya başlar ve sıkıyönetim uygulanmaya başlanır. Türk ve Rum bayraklarının asılması yasaklanır. Türkiye’den ve Yunanistan’dan kitap getirilmesinin yasaklanması gibi birçok baskılar uygulanır. Fakat II. Dünya harbinin sonlarına doğru bu baskılar yavaş yavaş gevşetilir. Bunun üzerine Rumlar hiç sönmeyen enerjileri ile yine harekete geçer ve kendi kendilerine bir referandum uygularlar. Yani kilisede sandıklar kurup halk oylaması yapılır ve böylece Rum halkının neredeyse yüzde yüzünün Enosis taraftarı olduğu ortaya çıkar. Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin de İngiliz yönetimine girdikten sonra en büyük korkusu bu olmuştur yani Enosis’in gerçekleştirilmesi. Dolayısıyla Rumlar Enosis istedikçe Türkler de hep tersini savunur ve çok büyük mitingler gerçekleştirilmeye başlanır. Artık iki taraf arasında da varlığını gösteren bir çekişme söz konusudur. Enosis’i İngiliz yönetimi de istemediği için Yunanistan, Birleşik Milletlere (BM) başvurur. Ancak BM’de bunu reddeder. Bu birkaç defa tekrarlanır ama istenilen olmayınca 1952’de Yunanistan EOKA’yı kurar. EOKA, Enosis’i gerçekleştirmeyi hızlandırmak için kurulan gizli bir örgüttür. Bu örgütle birlikte Kıbrıs’a silahlar taşımaya başlarlar ve 1955’te ilk silahlarını patlatırlar yani teröre başlarlar. İlk olarak İngilizlere karşı saldırıları olur ama sonra Türklere de yönelirler. Ancak Türklerin bir örgütü yoktu ve yavaş yavaş direniş grupları oluşturmaya başladılar, basit silahlarla kendilerini korumaya çalıştılar. Sonra bu şekilde mücadele veremeyeceklerini anlayınca; Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi bir araya gelip tek bir teşkilat kurmaya karar verirler. Adını da Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) koyarlar. Ancak; yeterli bilgileri, eğitimleri ve silahları olmadığından böyle bir gizli örgütün başarılı olabilmesi için dıştan bir desteğe ihtiyacı vardı. Çünkü başka türlü organize olması mümkün değildi ve bu nedenle Ankara’yla bağlantı kuruldu. Fatin Rüştü Zorlu, Adnan Menderes ile görüşüldü ve yardım istendi. Sonuçta,1 Ağustos 1958’de bir Türk subayı TMT’nin başına geçti. Daha sonra başka subaylarda geldi ve gizli yollarla Türkiye’den silahlar getirildi, buradaki insanlar Türkiye’ye savaşmak için eğitime gönderildi. Ben de gidenlerden biriydim. Ve sonuçta TMT bu şekilde ortaya çıkınca Rumların saldırıları da önlenmiş oldu. Bunun üzerine Türkiye, Yunanistan, İngiltere anlaştı ve1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. İki tarafında eşit olacağı bir cumhuriyetti, bunu Rum tarafı zoraki kabul etti ama hemen arkasından “Enosis’e ulaşmak için bu bir basamaktır” şeklinde bir açıklaması oldu. Ve bu cumhuriyet sadece üç yıl yaşayabildi. Önce anayasayı değiştirmek istediler ve değiştirmek istedikleri maddeler de Kıbrıs Türklerinin haklarıyla, eşitliği ile ilgili maddelerdi. Biz tabi bunu kabul etmedik. Türkiye’de bunu reddetti. Bunun üzerine de Akritas Planı’nı hazırladılar. Bu planın özü; dünya uyanmadan, Türkiye harekete geçmeden birkaç gün içinde Kıbrıs Türklerini ortadan kaldırmaktı. Ve 21 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’da Rum polislerinin 2 Türk’ü vurması ile bir anda Lefkoşa’ya saldırdılar. TMT hemen örgütlendi ve savunmaya geçti. Maalesef birçok şehidimiz oldu ama istediklerini başaramadılar. Sonra köylere saldırmaya başladılar ve 1974’te Yunanlı bazı albaylar EOKA’yı yeniden canlandırdı ve Kıbrıs, Helen Cumhuriyetinin oldu diye ilan etmeye başladılar. Bunun üzerine Türkiye harekete geçti ve netice de bugünkü sınır çizildi. Önce Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu, daha sonra 1983’te KKTC kuruldu. Ve 40 yıldır da bu Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşmeler halen devam ediyor.
(Böylece Kıbrıs sorununu anlayabilmek adına kısaca tarihi yani bu sorunun ortaya çıkışı-geçmişi hakkında, İsmail Bey’in bilgileri sayesinde özetle de olsa az çok bilgi sahibi olduk.)
Siz 1940 doğumlusunuz. Dolayısıyla yaşanan çatışmalara, savaşlara birebir tanık oldunuz. Hatta TMT ile birlikte direnişe fiilen katıldınız. Bunları yaşamak çok zor olmalı. Bize biraz yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?
İsmail Bozkurt: Ben 1955’te yani silahlar ilk patlatılmaya başladığı zaman 15 yaşında orta üçüncü sınıfta öğrenciydim. O günkü tedirginliği, insanların korkusunu, tedirginliğini halen çok canlı hatırlıyorum. Silahlar patlıyor ve insanlar ne yapacağını bilmiyordu, bende çok gençtim ve yapabileceğim çok bir şey de yoktu. Sokağa çıkıp gösteri yaptığımızı hatırlıyorum. TMT kurulduktan sonra ise ilk üyelerinden birisi oldum, o zamanlar lise sondaydım. TMT’nin el afişlerini dağıtırdık, bir de ben bir ailenin yanında, bütün odaların avluya açıldığı eski tip bir evde bana verdikleri bir odada kalıyordum. Benim yatağımın altı silah deposuydu. Birileri gelir onlara silah verirdim yani orda silahların dağılımı gerçekleştirilirdi. Ayrı bir odam olduğu için orayı kullanırdık. EOKA başladıktan sonra İngiliz yönetimi bir yasa çıkardı ve o yasaya göre tek bir kurşun bulundurmanın cezası bile ölümdü yani idamdı. Ama buna rağmen biz bunu yapıyorduk. Çünkü inanılmaz bir özgüven vardı. İnsan o durumdayken korkusunu unutuyor ve artık ne olacaksa olsun şeklinde düşünüyor. Bir şeyler yapmak mecburiyetinde hissediyorsun ve bir de genç olunca kanın fıkır fıkır kaynıyor. Bir anımı anlatayım size; lise öğrencisi olduğum dönemde cumartesi günleri sinema gösterimi olurdu ve benimde sinemaya gittiğim bir gün, ordayken İngiliz askerlerinin tek tek bütün evleri arayacakları şeklinde bir haber geldi. Benim yatağımın altı silah dolu, tabi haberi duyunca şimdi ne olacak diye korktum, endişe ettim. Hem yakalanıcam hem de silahlar gidecek diye düşündüm, tabi silahların sorumluluğu da vardı. Koşarak eve gittim, ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Silahları imha etmekte istemiyordum. Evin tuvaleti eski tipti yani alaturkaydı. Dedim ki kendime; askerler yakınlara gelirse zaten sesleri duyulur, hem bir yandan da etrafa da bakınıyordum, işte o zaman silahları tuvalet deliğine mecburen atarım. Neyse ki gelmediler ve silahları kurtardık. Lise bitince de köyüme yani evime gittim. Büyüklerimiz hep örgütlenmeden bahsediyorlardı. Ben de gençleri topladım ve ufak tefek silahlar yapmaya başladık, hatta bir ara yakalandık. Ama bir arkadaş bunu üstüne aldı ve biz kurtardık. Yani kısacası hep direnişlerde bulundum, sivil direniş gruplarının içinde de bulundum.
Peki, Rumlarla aranız hep böyle çatışma halinde miydi? Bildiğim kadarıyla birlikte komşu halinde yaşamış olduğunuz zamanlarda olmuş. O zamanlar da düşman komşu şeklinde miydi ilişkiler?
İsmail Bozkurt: Bizim köyde hatta hemen hemen tüm köylerde böyleydi, yani beraber yaşıyorduk ama Türk ve Rum mahallesi ayrıydı. Türk mahallesinde yaşayan 2–3 tane Rum ailesi vardı, aynı şekilde Rum mahallesinde de yaşayan 2–3 tane Türk ailesi vardı. Hatta bizim kapı komşumuz Rum’du. Birey bazında hiçbir sorunumuz yoktu, yani görüşüyorduk. Gerçi çok büyük bir kaynaşma da yoktu ama herkes işinde gücündeydi zaten. Fakat EOKA başlar başlamaz, özellikle de kilise bunda çok büyük rol oynadı, bir anda zararsız-dost gibi görünen insanlar değişiverdi. Ve bu giderek daha da tırmandı yani bu değişim kendini etkili bir şekilde göstermeye başladı.
Uzun yıllardır süren bu ayrılığın esas nedeni dış güçlerin her iki taraf üzerinde oynadığı politikalar olabilir mi? Sonuçta tarihe baktığımızda hep Yunanistan’ın Kıbrıs’ı kendine bağlama çabaları görülüyor. Bu dış gücün etkisi olmasaydı belki de birlikte yaşam devam edebilirdi.
İsmail Bozkurt: Doğru tabi, dış güçlerin çok etkisi var. Kıbrıs’tan önce başka yerler Yunanistan’a bağlanmıştı; örneğin Girit gibi ve oradakilere çok kötü davrandılar, insanlara kötü muamelelerde bulundular. Dolayısıyla Kıbrıs, İngiliz yönetimine geçer geçmez bu çok korku yarattı. İnsanlar Enosis’i duymak bile istemezdi. Yani esas en büyük sorun Enosis’ti.
Gerçi düşününce de eğer Yunanistan’ın böyle bir amacı olmasaydı belki bu seferde stratejik konumundan dolayı başka güçler Kıbrıs’ı ele geçirmeye çalışacaktı.
İsmail Bozkurt: Nasıl gelişirdi bilemeyiz tabi ama esas bu işin özü, yani bu Kıbrıs sorununun özü Enosis’tir. Yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmak istenmesi. Bütün bu gerginliğin başı ona dayanıyor.
1983’te KKTC’nin ilan edilmesinden bu yana her bakımdan Türkiye’ye bağımlı olarak mı varlığınızı sürdürüyorsunuz?
İsmail Bozkurt: Her bakımdan değil ama şu gerçekte var tabi; Türkiye bizi tanıyan tek devlet. Yalnız tanıyan değil fiilen de destekleyen yani maddi bakımdan da destekleyen tek devlet.
Peki, KKTC hükümeti ekonomik kararlarını hiçbir şekilde kendi alamıyor mu?
İsmail Bozkurt: Alır tabi. Yani o kadar da değil. Sonuçta bizim burada bir parlamentomuz var, cumhurbaşkanı var vs. Ama tabiî ki doğal olarak şu da var; birinden para alırsanız onun isteklerine de bir bakıma uymak mecburiyetindesiniz. Dolayısıyla Türkiye’den yardım geldiği için doğal olarak Türkiye’nin istekleri de önemli rol oynamakta. Ayrıca bir de şu var; Türkiye bir kere bizim bütün savunmamızı sağlıyor, burada birçok asker besliyor. Bizim de askerlerimiz var ama onun maddi bütçesini de Türkiye karşılıyor. Dolayısıyla büyük oranda bağlıyız, başka çaremiz yok zaten. Ama her şeyde de bağımlı değiliz tabi, burada da yönetimler var.
Türkiyelilerin “ekmek elden su gölden” yaşadığınız şeklindeki yorumlarına cevabınız ne olur? Sonuçta sizde bu durumdan memnun değilsiniz öyle değil mi?
İsmail Bozkurt: Değiliz tabi. Bana göre bu çok yanlış bir düşünce. Evet, böyle bir düşünce var ama Türkiye’de bu parayı vermeye mecbur, sadece bizim kara gözümüz için vermiyor bu parayı. Elbette bizim için de veriyor ama Türkiye’nin kendi çıkarları da bunu gerektiriyor. Stratejik, siyasal çıkarları olsun bunu gerektiriyor. Yani Türkiye’nin buraya verdiği para boşuna giden bir para değil ve yalnız bizim için değil. Onun için bu söylenti bize karşı haksızlıktır.
Yavru vatan olarak adlandırılmak sizi rahatsız ediyor mu?
İsmail Bozkurt: Ben memnunum, beni hiç rahatsız etmiyor. Şikâyetim yok, zaten öyle.
74 harekâtından sonra el konulan ama boş kalan yerlere Türkiye’den insanlar getirilip yerleştirilmiş. Neden böyle bir şey yapıldığı konusunda bilginiz var mı?
İsmail Bozkurt: O konu çok tartışılıyor. Başlangıçta Kıbrıslı Türklerin büyük bir bölümü güneydeydi ve daha sonra barış harekâtı olupta bu sınır çizildikten sonra zamanla kuzeye geçildi. Bu sınır çizildiğinde bu tarafta kalan yüzlerce fabrika, binlerce dönüm narenciye bahçeleri vs. vardı. Başlangıçta buralara Türkiye’den insanlar işçi olarak getirildi. Ama geçici olarak; tarlaları, bahçeleri, fabrikaları çalıştırmak için getirdiler. Sonra giderek burada bir politika değişikliği oldu ama sadece Türkiye’den değil buradan da nüfus gönderilmesi şeklinde talepler oldu. Ve gönderilmeye başlandı. Tabi sonra bunun ölçüsü kaçtı ve kontrol edilememeye başlandı. Osmanlı burasını fethettiği zaman 1571’de çok güzel bir plan yapmıştı; ne kadar ihtiyaç varsa ve nasıl bir potansiyele ihtiyaç varsa ona göre tespit yaparak insan getirtmişti. Hâlbuki 1974’te bu gelişigüzel oldu ve Türkiye’den de sorunlu olan yerlerden, kırsal kesimden daha çok insan getirtilip yerleştirildi. Maalesef ihtiyaca göre yani şu kadar işçi, şu kadar savaşçı vs. şeklinde bir planlama yapılmadan bu biraz gelişigüzel gerçekleştirildi.
Peki, bu bir sorun yarattı mı? Kültürel farklılıklarınız olabilir. Kaynaşabildiniz mi?
İsmail Bozkurt: Başlangıçta epeyce sorunlar oldu. Sonuçta aynı kültür ama farklılaşmalar oldu. Yani tıpa tıp aynı kültür olması da tabi mümkün değil, bu yaşam biçimine göre de değişiyor. Ama yalnızca Kıbrıslılar ile Türkiyeliler arasında olmadı bu sorun. Mesela Türkiye’den gelenlerin kendi aralarında da sorunlar oldu. Örneğin; Adanalılar ile Karadenizliler arasında da bu kültürel farklılaşma kendini gösterdi. Ama ne oldu? Zamanla büyük oranda bu sorunlar, farklılaşmalar aşıldı. Şimdi baktığınızda fark etmezsiniz bile. Ama tabi, sonradan gelenler de var yani yeni gelenler. Başlangıçta gelenler zamanla uyum sağladı ama bu göç devam ettiği için şimdi, ilk gelenlerle sonradan gelenler arasında bir çekişme görülüyor. Yani bu sadece bize has, tek yönlü bir durum değil.
Göze çarpan bir konu da Kıbrıs’ta Türkiyelilerin nüfusunun her geçen gün artıyor olması. Bunun nedeni ne olabilir? Ayrıca Kıbrıslı Türklerde de Avrupa ülkelerine yönelik göç durumu yoğun bir şekilde kendini göstermeye başlamış. Yani asıl halkı adadan göç ederken Türkiye’den de sürekli göç alma durumu var. Bunlar hep iş göçü mü?
İsmail Bozkurt: Şu anda artık Kıbrıs’a gelen iş için geliyor. Başka türlü gelmesi, yerleşmesi mümkün değil. Çünkü epeyce bir sınırlamalar konuldu. Ayrıca çalışma izninin olması şart ve ihtiyaç oranında artık geliniyor. Ama maalesef o söylediğinizde var. Yani Kıbrıslılarda bir göç durumu var, özellikle de beyin göçü. Üniversitelerde okuyan gençlerimiz genellikle geri gelmiyor. Açıkçası böyle bir göçün olduğu doğru.
Kıbrıs halkının şöyle bir şikâyeti de var aslında; “Türkiye’den sürekli işçiler geliyor ve istihdam edebileceğimiz alanlara onlar yerleştiriliyor, dolayısıyla biz de iş bulmak için Avrupa’ya yöneliyoruz” diyorlar.
İsmail Bozkurt: Aslında tam da öyle değil. Çünkü özellikle de son zamanlarda herkesin gelmesine yani yerleşmesine izin verilmiyor. Buradaki bir işletmenin talip olması lazım ve belirli şartların yerine getirilmesi gerekiyor. Bu şartları da ağırlaştırmaya başladılar. Bir ara böyle durumlar oldu ama giderek bu daha sistemli bir hale dönüştürülmeye başladı. Bir de şöyle bir gerçek var; tabi bundan birçok şikâyet edenler de var ama şu anda Türkiye’den gelen işçiler gitse ekonomimiz bir anda iflas eder. Özellikle de bazı sektörleri Türkiye’den gelen işçilerin yürüttüğünü düşünürsek…
Adı üstünde KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti).Neden ada da Türk olmaktan ziyade Kıbrıslıyım deyimi üstüne basılarak kullanılıyor? Özellikle de Türkiye’ye okumaya giden gençler bunu çok vurguluyor.
İsmail Bozkurt: Son zamanlarda gençlerde böyle bir durumun olduğu söyleniyor. Fakat bu konuda anketler yapıldı ve bu şekilde düşünenlerin azınlık olduğu ortaya çıktı. Kıbrıslı Türklerin çoğu kendini bu şekilde yani Kıbrıslı Türk olarak nitelendiriyor. Yalnızca Kıbrıslıyım şeklinde söyleyenlerin sayısı az. Ama bunlar seslerini fazla çıkarttıkları için böyleymiş gibi gözüküyor. Ve böyle bir durum gençler arasında daha yaygın olduğu için dikkati çekiyor. Aslında sadece Kıbrıslı diye bir şey yok bana göre, sonuçta Kıbrıs Türkleriyiz biz.
Azınlık mıdır bilemiyorum ama Türkiye’nin yardımını istemeyen yeni bir nesil var. Ama yardım gelmezse KKTC nasıl var olacak? Sizce de öyle değil mi? Sonuçta gerçekçi olmak gerekir.
İsmail Bozkurt: Olmaz tabi. Çeşitli sorunlar bazılarını öyle düşünmeye sevk ediyor ama bana göre bu yanlış. Gerçeklerle yaşamak lazım. Kıbrıs Türkleri olarak Türkiyesiz olamayız. Bu bir gerçektir.
Bağımsız olmayı, her ülke ister herkes ister tabi. Ama günümüzde gençler geçmişi pek fazla sorgulamıyor, araştırmıyorlar ya da buna zaman ayırmayı tercih etmiyorlar galiba.
İsmail Bozkurt: Evet, ben üniversitede öğretmenim ve bunu görüyorum; geçmişi hiç araştırmıyorlar, hatta bilmiyorlar. Şimdiki gençler, sanki Kıbrıs’a biz Türklerin zembille indiğini zannediyorlar. Biraz da bilgisizlikten, bilinçli düşünememekten kaynaklanıyor bu durum. Bunda tabiî ki ailenin de, eğitim sisteminin de hataları var.
Şu anda halen barış amaçlı ya da çözüm odaklı müzakereler sürüyor. Pardon bu müzakereler barış amaçlı mı çözüm odaklı mı oluyor? Yoksa çözüm gerçekten de barış mı? : )
İsmail Bozkurt: O bilinmez. Yani bu çözümün barış mı olacağı bilinmez. Önemli olan tabi ki nasıl bir çözüm olacağı. Gerçi çözüm ihtimali de az bana göre.
Siz barış istiyor musunuz?
İsmail Bozkurt: İstiyorum. Barış istemeyen yok, çözüm istemeyen de yok ama nasıl bir çözüm olacağı önemli. Bizi tekrar Rumlara mahkûm edecek bir çözüm olmasını tabi ki istemem. Çünkü ben yaşadım; savaşları yaşadım, ölümden kurtuldum, ailemden şehitler verdik. Aynı şeyleri çocuklarımın, torunlarımın yaşamasını istemem. Dolayısıyla elbette bir çözüm olsun, olmasın demek mümkün değil ama nasıl bir çözüm olacağı önemli.
Annan Planı’nın görüşüldüğü zamanlarda, sessiz olarak bilinen Kıbrıs Türk halkından bir anda barış istiyoruz şeklinde sesler yükselmeye başladı ve bu medyada çok yankı uyandırdı. Seslerin bu kadar yükselmesinin en büyük nedeni ekonomik sorunlar mıydı?
İsmail Bozkurt: Şimdi, bu durumun ortaya çıkmasında çok fazla rol var. Ekonomik nedenlerin de bir rolü vardır tabi ki, Türkiye’deki gelişimin, değişimin de bir rolü vardır. Biliyorsunuz ki, o dönemde Türkiye’de Annan Planı’nı destekleme yönünde bir iktidar oluştu ve bunun da etkisi oldu. AB’nin verdiği bir takım sözler vardı, ABD’nin de öyle. Yani tüm faktörler bunda rol oynadı ve sonuçta Kıbrıslı Türklerde bu Kıbrıs sorunun ezilmiş tarafı oldular. En çok ezilen biziz bu konuda. Rumlar ezilmedi, savaşta yenildiler ama kendilerini kolay toparladılar, biz halen birçok yönden mahkûmuz. Yani neticesizlik var. O dönemde Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu, Türkiye’de de hükümet böyle istiyor, dünyadan gelen tepkilerde bu yönde diye düşünerek hemen bir çözüme kavuşmak istediler.
Ancak hükümetin aksine, o dönemde Kıbrıs Türk halkı olarak “barış istiyoruz” şeklinde siz sesinizi çoğalttıkça, Türkiye’deki bir grup insan tarafından vatan haini olduğunuz şeklinde tepkilere de maruz kaldınız.
İsmail Bozkurt: Evet, evet maalesef öyle oldu.
Aslında Kıbrıs Türk halkına yönelik bu tarz tepkilerin nedeni yalan yanlış kulaktan dolma bilgiler de olabilir, öyle değil mi?
İsmail Bozkurt: Tabi ki, bende bunun yalan yanlış bilgilerden ötürü olduğunu düşünüyorum. Burdaki bu ortamı-atmosferi bilmediklerinden dolayı böyle çok basit bir şekilde, o dönemden itibaren bizleri yargılamaya başladılar.
Peki, Kıbrıs halkı sesini yeterince çıkarıyor mu sizce? Annan Planı’nın görüşüldüğü sıralarda evet sesler çok yükseldi ama şimdi müzakereler devam ediyor ve ada çok sessiz.
İsmail Bozkurt: Evet, şimdi büyük bir sessizlik ve tepkisizlik var. Ortaya çıkan anket sonuçlarına göre de büyük bir umutsuzluk ve güvensizlik durumu hâkim.
Evet, ben kendimce bunu biraz araştırdım ve gençlerle konuştum. Çoğunun ortak söylediği şey şu oldu; “Barışı istedik zamanında ama AB’nin verdiği sözler vardı ve hiçbiri tutulmadı artık ne AB’e ne de ABD’e güven kaldı. Bu yüzden artık barış olacağına inanmıyoruz, hatta bunun üzerinde düşünmekten de vazgeçtik. Sırf barış olsun diye de her şeyimizden vazgeçemeyiz” deniliyor. Sonuçta sizinde daha önce söylediğiniz gibi herkes barış ister ama nasıl bir barış olacağı da önemli.
İsmail Bozkurt: Doğrudur, çok güzel toparladınız gençlerin bu düşüncelerini. O dönemde barış olsun da ne olursa olsun havasına girilmişti. Verilen sözler var; şunlar, bunlar… şeklinde düşünülüyordu. Tabi şimdi hiçbir sözün yerine getirilmediği görülünce güvensizlik oluştu.
Peki, neydi bu verilen sözler?
İsmail Bozkurt: İşte para verilecek, Avrupalı olacaksınız vs.
Bir de Annan Planı görüşmelerinde Kıbrıslı Türkler barışa evet derken, bunu Rumlar reddetti. Ama AB, onu üyesi yaptı : )
İsmail Bozkurt: Onun için de bugün bu güvensizlik var zaten. Çok büyük bir haksızlıktı, AB’nin yaptığı çok büyük bir hata bu.
Kim bilir belki de başından beri planlanan şeyde buydu 🙂
İsmail Bozkurt: Türklere, Türkiye’ye yapmadığını bırakmadı Rumlar ama AB, aramızdaki sorunların varlığını bile bile yani her şeye rağmen onları aldı. Dolayısıyla insanlarda artık bir bıkkınlık var. Bunun bir nedeni de 2004’e kadar kapılar sınıra kapalıydı, yani geçiş yoktu.2004’te bu kapılar açıldı ve herkeste bir gitme gelme durumu başladı. Yıllar da unutturdu tabi geçmişte Rumların yaptıklarını ve işte o barış olacak havası içinde bizim insanımız öbür tarafa geçti. Fakat bekledikleriyle karşılaşmadılar ve güneye giden her Kıbrıslı Türk bir şekilde incindi ya da tepki gördü, yakınlık göremedi. Ve ben şunu iddia edebilirim; 2004’ten sonra iki toplum arasındaki uçurum daha da derinleşti. Ve bugün olan o güvensizlik bir yerde de ondan kaynaklanıyor. Ne AB’e ne de Rumlara artık güven kalmadı. Zaten güven yoktu da olabileceğine dair umutta kalmadı.
Kıbrıs sorununa karışan herkes kendi çıkarını düşünüyor, halkın çıkarları düşünülüyor mu sizce? Gençler buna hiç inanmıyor.
İsmail Bozkurt: Halkın düşünceleri, çıkarları kimsenin umurunda değil. AB kendi yolunda, ABD öyle, İngiltere desen zaten onunda üsleri var burada ve onları koruma derdinde, başka bir derdi yok. Olan bize oluyor böyle.
Peki, sizce senelerdir süren bu Kıbrıs sorunu çözülür mü?
İsmail Bozkurt: Valla ben pek ihtimal vermiyorum. Bu yapılan görüşmelerde ortaya çıkan tabloda şu; nerdeyse bir yıla yakındır görüşüyorlar ve on altı alt başlığın sadece bir tanesinde yani bir konuda anlaştılar. On beşinde henüz bir anlaşma olmadı. Şimdi diğer bir konuya geçecekler ama on beş konu anlaşılmamış duruyor. Üstelik bundan sonra görüşecekleri konu anlaşabilmeleri açısından daha da zor; mal, mülk konuları vs. Daha da ileride nasıl anlaşacaklarını bilemiyorum. Güvenlik meselesi var. Kıbrıslı Türkler ne düşünürse düşünsün ki, büyük bir çoğunluğu Türkiye’nin burada müdahaleye hakkı olmasını, garantör olmasını ister. Çünkü başka türlü yaşayamayacağımızın farkındadırlar. Ve henüz daha o konuya gelinmedi. Dolayısıyla çözüm olmayacak gibi görünüyor ama bir sürpriz olur mu bunu bilemem.
Eğer bir yılda sadece bir maddede anlaşma sağlandıysa bu görüşmeler zaten çok uzar gibi.
İsmail Bozkurt: Yani, görüştükleri o bir maddenin on altı alt maddesi var ve o on altının daha sadece bir tanesinde anlaşma sağlandı.
Peki, Kıbrıs halkı dışındaki bu konuya duyarlı insanlara sizin söylemek istediğiniz, onlarla paylaşmak istediğiniz bir şey var mı? Kıbrıs’la ilgili ya da bu sorunla ilgili yanlış bilinen ve düzeltmek istediğiniz şeyler de olabilir.
İsmail Bozkurt: Tabi bizi çok üzen ve bunun giderek tırmandığını yani arttığını gördüğüm bir sorun var. Türkiye’den gelen insanlarla karşılaşıyoruz ve bizi gördüklerinde onların “Kıbrıslılar bizi sevmez” şeklinde konuştuklarını duyuyoruz. Aynı şekilde Türkiye’de de “Kıbrıslılar tembeldir” şeklinde düşünceler var. Yani böyle bir ayrışma var, Bu çok üzücü ve yanlış. Kıbrıslılar Türkiyelileri sevmez diye bir şey olamaz, bu gerçekten yanlış. Üstelik istatistiklere göre Kıbrıslı Türk ve Türkiyeli arasında yapılan 13 bin civarında karma evlilik var. Buna göre nüfusa baktığınızda 50–60 bin aile oluyor. Yani bunun beşte biri karma aile. Demek ki, biz o kadar iç içeyiz, et-kemik gibi olmuşuz. Benim ailemde de Türkiyeliler var. Akraba olduk artık. Dolayısıyla ayrışmak mümkün değil. Olan nedir? İstanbul’da bile, orda yaşayan insanların kültürüne bağdaşmayan insanlar geldiğinde, Anadolu’dan şuradan buradan vs. ona karşı bir tepki oluyor. Burada da olan o dur. Yani bunu sadece Kıbrıslılara has bir şeymiş gibi genelleştirmemek lazım. Hepimizin tepkileri olur zaman zaman. Ama bunu genelleştirmek yanlış. Okurlarınızla paylaşmak istediğim, onlara söylemek istediğim şey budur; bizim hakkımızda bu şekilde ön yargılı düşünmesinler. Biz et ve kemiğiz. Birbirimizden ayrılmamız mümkün değil.
Bizimle bilgilerinizi ve düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
Ahmet Kutsi Tecer’in çok iyi bilinen bir şiiri var; “Orda bir köy var uzakta…” diye. Bence bunu yavru vatanımız için de uyarlayabiliriz:
“Orda bir vatan var uzakta,
O vatan bizim vatanımızdır.
Gitmesekte görmesekte,
O vatan bizim yavru vatanımızdır…”
Birlik ve beraberliğimizi kaybetmemek dileğiyle…