Türkiye-ABD ilişkilerini sarsacak kadar önemli hale gelen Metal Fırtına kitabının yazarlarından biri olan ve ardından yazdığı “Üçüncü Dünya Savaşı” kitabıyla da olası savaş senaryolarını mercek altına alan derKi’nin yeni yazarlarından Burak Turna, Mahir Kaynak’la röportaj yaptı. İkili Koç Üniversitesi’nde gerçekleşen sohbette komplo teorilerini ve süper güçlerin global politikalarını masaya yatırdı.


Burak Turna: Yeni bir dünya savaşının olasılığı sizce nedir veya dünya savaşının yeni şekli nedir?

Mahir Kaynak: Ben, eskilerine benzeyen, büyük güçlerin kendi aralarında savaştığı bir çatışmayı öngörmüyorum. Çünkü bu dünyanın sonu anlamına gelir ve neticesi hiç kimse için istenilen bir sonuç olmaz. O bakımdan, aynı sonucu yaratacak başka araçlarla mücadele devam etmektedir.
 

BT: Şu anki mücadeleyi kimileri üçüncü dünya savaşı olarak nitelendiriyor.Gerçekten şu anki mücadele o seviyede mi?

MK: Evet, tamamen bir dünya savaşının sonuçlarına denk sonuçlar yaratacak bir mücadele içindeyiz.
 

 

BT: Neler olabilir mesela bu sonuçlar?

MK: Bu sonuçlar dünyadaki dengenin yeniden kurulmasıdır. Soğuk savaş döneminde bir denge vardı. ABD bir tarafta, Sovyetler Birliği bir tarafta. Bunlar birbirini dengeliyorlardı. Ama Sovyetler Birliği, bu dengeyi bozdu. Şu anda yeniden bir denge kurulmuş değil. Dikkat ederseniz kimse, kimin nerede olduğunu söyleyemiyor. Böyle bir durum devam edemez. Yeni bir denge kurulacak. Bugüne kadar aktörler hep devletler olarak algılandı. Ben yeni bir aktörün dünya üzerinde rol oynadığını düşünüyorum. O da küresel sermaye. Küresel sermayenin devletler kadar güçlü, ama biçim olarak devletlere benzemeyen bir yapı olduğunu düşünüyorum.
 

BT: Niçin küresel sermaye şu anda tartışılmıyor? Her ülkede bağlantıları olduğu için mi?

MK: Hayır, onun için değil. Çünkü biz mücadelenin askeri araçlarla yapılmasına alışmışız. Bunun dışında bir biçimde yapıldığı zaman buna  mücadele demiyoruz. Halbuki bir örnek vermek istiyorum. Yeltsin döneminde küresel sermaye Sovyetler Birliği’ni kontrol altına almıştı. Hatta söylüyorlardı: “180 milyar dolar civarında bir parayla tek kurşun atmadan Rusya’yı ele geçirdik!” diyorlardı. Bir ülke ele geçirilince mutlaka asker işgaliyle olması mı lazım? Bu bizim alışkanlıklarımıza uymadığı için reddediyoruz. Mesela Putin neden oligarkları tasfiye etti Rusya’dan? Bu bir sistem değişikliği değildi. Yani mevcut olan kapitalist düzeni değiştirip onun yerine komünist bir rejim kurmak değildi. Sorun sistemle ilgili değildi, kişilerle ilgiliydi. Bu parayı elinde tutan insanları tasfiye etti esas itibariyle.
 

BT: Peki, küresel çatışma sonucunda bir denge oluşacak. Bu durumda dengeyi oluşturacak tek süper güç, tek oyuncu sadece ABD olmayacak diyebilir miyiz?

MK: Tabii. Benim analizim şu: Şu anki çatışma esas itibariyle küresel sermaye ve ulus devletler arasındadır. Yani ABD’deki ulus devlet de küresel sermayeyle çatışma halindedir. Bu ABD içindeki bir çatışma gibi yansıyor insana. Yani Soros’çularla Bush’çular çatışıyor gibi görünüyor. Oysa cephe daha geniş…
 

BT: Peki bu ikisinin hedefleri neler? ABD nasıl bir dünya hedefliyor, küresel sermaye nasıl bir dünya hedefliyor?

MK: Küresel sermaye ekonomik araçların egemen olduğu, bir “Batı Bloku” oluşturmak istiyor.
 

BT: Yani bir doğu-batı ayrımı yaratmak istiyor.

MK: Evet. Ve burada ABD küresel sermayenin orkestra şefi gibi davranacağı bir dünya yapılanması istiyor. Tabii, bir denge mutlaka ötekinin olmasıyla mümkündür. Ötekisi de doğu. Bunun adı da medeniyetler çatışması.
 

BT: Yani, yeni küresel savaşın zemini doğu batı arasında gerçekleşiyor.

MK: Evet. Bunun da adı medeniyetler çatışması. Bunun için bir “öteki” icat ediyorlar.
 

BT: Bu anlamda Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezi geçerliliğini kaybediyor. Yani bir Müslüman-Hıristiyan Savaşı değil, aslında bir Doğu-Batı kültür savaşı…

MK: Evet, bir kültür savaşı. Daha doğrusu; denge iki güç arasında olacağı için ötekini yaratmak zorundaydılar. Oysa Doğu, Batı tarafı için çok büyük bir güç değil. Ama, Batı kendisini tanımlamak için ne olmadığını da söylemek zorunda. Böyle bir yapı öngörüyor. Ve burada şöyle bir iyi niyetli tavırları da var. Deniyor ki; “Dünya üzerindeki bütün bu çatışmalar aslında ulus devletlerin var olması nedeniyle ortaya çıkmıştır.” Böylece, ulus devletler sona erince askeri harcamaların azalacağını ve dünyada daha güçlü bir barış olacağını söylüyorlar.
 

BT: Peki küresel sermaye aynı zamanda savunma sanayiini de elinde tutmuyor mu?

MK: Hayır! Küresel sermayeyi tanımlamak lazım. Küresel sermayeyle biz işadamlarını, fabrikası olanları kast etmiyoruz. Küresel sermaye, tek varlıkları para olan insanlardır. Finans kesimidir. Bunlar sadece parayı kontrol ederler. Bu para aslında kendilerinin de değildir. Dünya üzerinde finans kesimine akan paralar, bu kesimi kontrol eden insanlarca kullanılır. Onlar bunun sahibi değil, sadece yönlendiricisidir.

 

BT: Bu insanların amacı sadece parayı kontrol etmek mi, yoksa belli bazı dini veya ideolojik altyapıları üretmek mi?…

MK: En başından beri ben şöyle düşünüyorum: Din sadece araçtır. Hiç kimse din için bir şey yapmaz. Ama dini kullanırlar. Daha açık bir ifadeyle dine hizmet eden bir siyaset yoktur, ama her din siyasetin emrine girmek zorundadır. Mesela Soğuk Savaş döneminde Araplar arasında İsrail düşmanlığı vardı ama bu kadar keskin değildi. Çünkü onu aşan bir düşmanlık vardı, komünizme karşı! Komünizm ortadan kalkınca düşmansız kaldılar. Ve bütün husumetleri İsrail Devleti’ne yöneldi. Onun için şimdi bana göre, İsrail öteki olmaktan kurtulmak için yeni bir öteki yaratıyor.


BT: Peki ABD bu öteki olabilir mi?

MK: Hayır! Kürtler olacaktır. Bu sefer Arap dünyasına hasım olarak, öteki olarak Kürtleri ortaya çıkaracaklar. Bugün konjonktüre baktığınız zaman, ABD’nin dostu, işgalin destekçisi ve işbirlikçisi kabul ediliyor. Bu işgal biter bitmez Filistin-İsrail arasındaki gerginlik gördüğünüz gibi azaltılıyor, yeni gerginlik Kürtler’le Araplar arasında olacak gibi görünüyor.


BT: Yani Ortadoğu’da yeni bir İsrail kuruluyor şu anda?

MK: Evet. Amaç, İsrail’i rahatlatmak, Yahudileri rahatlatmak, yeni bir düşman yaratmak. Kürtler de bu oyunu gayet güzel oynuyorlar.
 

BT: Sizin bu yaptığınız analizler de önceden birilerinin planıydı ve bir şekilde uygulanıyor. Bunu yapan insanlar belli ki zeki insanlar ve medyayı da kontrol edebilen insanlar. Peki bu planlar nerede yapılıyor?

MK: Bu planlar bana göre belli merkezlerde yapılıyor. Üç büyük merkez görüyorum. Bu merkezler ABD, İngiltere ve Rusya’dır. Bu planlar orada yapılır. İnsanlar şunu düşünmüyor. Uçağa biniyor. Mükemmel bir aletin içinden uçtuğunu görüyor. Orada bir akıl var. Uzaya giden bir akıl var. Bu ölçekteki aklı sosyal olayları, politikaları yönlendirmek için kullanmıyorlar mı? Yani orada bizim gibi düz bir mantıkla mı hareket ediyorlar?
 

BT: Peki bu denge mantığı biz sıradan insanlar için mi geçerli, yoksa kendi içlerinde de bir karşıtlık yaratıyorlar mı dünyayı yöneten güçler? 

MK: Dünyayı yöneten güçler kendi içlerinde mutlaka karşıtlık yaratırlar. Savaşıyorlar, çatışıyorlar, yahut böyle bir görüntü veriyorlar. Soğuk Savaş Dönemi Sovyet Bloku ile ABD arasındaki bir çatışmaydı. Hiç savaşmadılar ama. Çünkü çatışmamak için tüm riskleri ortadan kaldırmışlardı. Soğuk Savaş dönemindeki Rus-ABD ayrışması zaten bir uzlaşmaya dayanmaktaydı. Aslında Soğuk Savaş bir tiyatro oyunuydu. Şu anda, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ben yeni dengenin de aynı temel üzerine kurulacağını, ve terazinin bir cephesinde ABD’nin, bir cephesinde de Rusya’nın bulunacağını ve her ikisinin ortaklaşa küresel sermayeyi tasfiye edeceğini düşünüyorum.
 

BT: O zaman yeni çatışma merkezi küresel sermaye ile Rus-Amerikan birliği gibi bir görüntü çıkıyor. Pek tartışılan bir görüntü değil. Medyaya hiç yansımıyor.

MK: Hiç yansımıyor medyaya. Ama bir takım ipuçlarını görüyorsunuz. Mesela küresel sermayenin bütün ayaklarını kesiyor. Soros, Bush yönetiminin devrilmesi için “Her şeyimi fedaya hazırım” diyor. Ve ABD petrol fiyatlarını arttırarak Rusya’ya inanılmaz bir ekonomik imkan sağlıyor.
 

BT: Peki Doğu-Batı çatışması olarak olayın gelişeceğini söylediniz. Bu anlamda ABD Batı’nın hamisi, Rusya’da Doğu’nun hamisi mi olacak?

MK: Hayır, o küresel sermayenin teziydi. Şimdi gene bir ittifaklar sistemi oluşacak. Her ikisi, ABD ve Rusya oturacaklar, şurası senin, burası benim diyecekler. Ve bunlara göre herkesin kendi yerini alması için de gereken yapılacak. Mesela geçmişte Sovyetler Birliği bizden toprak istedi. Biz hemen ABD’ye kaçtık. Yerimiz orasıydı. Biz gitmedik. Biz oraya tahsis edilmiştik.
 

BT: Peki Çin yeni bir aktör olabilir mi?

MK: Hayır, Çin yeni bir aktör olamaz.
 

BT: Niçin? Medyada artık tek süper güç yerine konuyor?

MK: Hayır. İyi incelemiyorlar. Aslında Çin ucuz işçi deposudur. ABD, daha doğrusu küresel sermaye orada ayda 10 dolarla 100 dolar arası işçileri çalıştırıyor. Ucuz mal üretiyor. Bunlar tüm dünyanın refahını arttırıyor. Ve Çin elde ettiği gelirleri ABD finans piyasasına yatırıyor. Çin Komünist Partisi işçi sınıfının savunucusu görünümü altında bütün dünyanın işçi sınıfını sefalete sürüklüyor. Bu küresel sermayenin büyük gücü ve aklıdır. Saygı duymak lazım.
 

BT: Ulus devletler küresel sermayeye ne yaparak darbe vuracaklar veya onun kendi politikalarını uygulamasını engelleyecekler? Verdiğiniz örneklerden şunu anlıyorum: Küresel sermaye aslında şu an ki ABD-Rus Birliği’nden ya da ulus devlet birliğinden daha önemli bir kuvvet gibi görünüyor?

MK: Hayır. Büyük bir güç olduğunu, dünyanın yeniden şekillenmesinde iddiaları olan bir güç olduğunu söylüyorum. Bu iki şekilde tasfiye ediliyor. Rusya’da fiilen tasfiye ediliyor. Yasaklar konuluyor, paralar ellerinden alınıyor. ABD’de ise, petrol fiyatlarının artışı büyük ölçüde öbür cepheyi güçlendiriyor ve savaşın olması savaş sanayiini güçlendiriyor.
 

BT: O zaman bir bakıma endüstriyel ekonomi ile finans ekonomisi arasında bir çatışma var.

MK: Evet. Doların değer kaybetmesi sadece paraya sahip olan bu insanların servetlerini son zamanlarda yüzde 40-50 civarında azalttı. Ve günün birinde çok kızarlarsa doların değerini sıfıra indirirler. Küresel sermaye diye bir şey kalmaz. Bir anda bitirirler.
 

BT: Kaçınılmaz bir son mu küresel sermayenin bu çatışmayı kaybetmesi?

MK: Evet, kaçınılmaz bir son! Yani başarı şansları yok. Çünkü öbür tarafın yok etme imkanı var.

 

BT: Geçenlerde bir olay ortaya çıktı. Sibel Deniz Edmonds olayı. Son derece ilginç bir olay. Onu da deştikçe farklı şeyler çıkıyor. Belki çok da fazla deşmemek lazım. FBI içinde, FBI’ı denetleyen ve FBI’ın dışında yönetimden hariç çalışan ve başkalarına bağlı olan yarı resmi yarı gayri resmi bir örgütün olduğundan bahsediyordu. Böyle şeyler mümkün mü?

MK: Kesinlikle mümkündür. Yani bence CIA aslında uygulayıcı bir birimdir. Birçokları CIA’yı bir düşünce merkezi olarak algılarlar. Bu yanlıştır. Bu düşünce merkezi, tahmin ediyorum başka bir yerdedir. Sadece değerlendirme olarak söylüyoruz. CIA’nın içinde de çeşitli gruplar olabilir. Gizli servislerde de böyledir. Bunu çok soyutlayarak bir yere varmak lazım. Kim yönetiyor? Onun adını “derin devlet” koyduk. O isim bana aittir.
 

BT: Küresel terörün bugünkü küresel çatışma ortamına katkısı nedir? Artık sanki dünyanın her yeri küresel terörün hedefi olabilirmiş gibi bir düşünce oluştu. Medya da sürekli bunu pompalıyor. Bunun yeri nedir?

MK: Bir defa terörü yapanlar sistem dışı aktörler değildir. Olay şöyle: Dünya’da yeni bir denge kurulacaktır ve bir istikrara gidilecektir. Bunu yapmak için de, insanları belli istikametlere yönlendirmek gerekli. Terörle bu yönlendirmeler yapılıyor. Mesela 11 Eylül terörü olmasaydı küresel sermayeye karşı bir savaş açılamazdı. Önümüzdeki dönemde enerjide bir dönüşüm yaşanacak. Burada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: Petrol fiyatları belli bir düzeyin altına inmemelidir. İndiği zaman fizibilitesi ortadan kalkar. Karlı olmaktan çıkar. Onun için ABD, petrolü kontrol etmek zorundadır. Niçin? Kullanmak için değil, yok etmek için!
 

BT: Küresel terörün özellikle İslam’a yönlendirilmesindeki amaç ne? Tam da İngiltere’de bombaların patlaması sırasında IRA’nın terörü bıraktığını açıklaması, acaba terör kelimesinin sadece İslam’a mal edilmesiyle bağlantılı olabilir mi?

MK: Bir kere İslam’ın yerini tayin edelim. Din olarak önemi var mı? Hayır! Bu petrol üreten ülkelerde petrolü üreten Bush kanadını destekleyen petrol şirketleridir. Ama bunlardan elde edilen gelirler, o ülkelerdeki yöneticilerin elde ettiği gelirler tamamen küresel sermayenin kontrolündedir. Şimdi, küresel sermaye petrole sahip değil ama petrol üreten ülkelerin yöneticilerini kontrol ediyor. Şimdi Bush yönetimi bunu değiştirecek. Bu yönetim yapılarını değiştirecek. Söylüyor da zaten. Demokrasi getireceğiz diyor. Getireceği bir general ama o yapıyı ortadan kaldıracak.
 

BT: Peki IRA’nın terörü bu dönemde bırakmış olması birilerinin IRA’ya sözünün geçtiğini mi gösteriyor? Yani devletler istediği anda IRA terörü bitirir mi?  Bütün terör örgütleri için de bu geçerli mi?

MK: Bütün terör örgütleri için bu geçerlidir. Terör örgütleri esas itibariyle istihbarat servislerinin uzantılarıdır. Ve o model ortadan kalktığı zaman terör örgütleri tasfiye edilir. Bir gün bile dayanamazlar.
 

BT: ABD, İran’ı vuracak mı bu anlamda?

MK: Hayır, hiç zannetmiyorum. ABD İran’da etnik ayrışmayı kullanacaktır. Bugün Rusya ile çok yakın ilişkileri var İran’ın. Ama Rusya dine dayalı bir rejimi desteklemez. Çünkü kendisi için tek risk dine dayalı hareketlerdir. Rusya’yı askeri açıdan tehdit edemezsiniz, ekonomik açıdan çökertemezsiniz ama dini ve etnik açıdan vurabilirsiniz. Onun için İran’ın geleceği parçalanma olarak gözüküyor. Kürt ve Azeri bölünmesini yaratmak istiyorlar. ABD ve Rusya gibi iki güç tarafından bir şeye karar verilmişse bunu engellemek son derece güçtür.
 

BT: İran parçalanacak mı?

MK: Bence model, İran’ın işgal edilmesi değil, parçalanmasıdır.
 

BT: Bunda başarılı olabilirler mi sizce?

MK: Evet.
 

BT: Irak’ın, İran’ın parçalanması Türkiye’nin üzerindeki stresi arttırır mı?

MK: Türkiye üzerindeki stresi arttırmaz. Türkiye’yi tek alternatif haline getirir bölgede. Yani ABD ve Rusya arasında oluşacak dengenin orta noktasında Türkiye gibi ikinci bir gücün bulunmasında fayda vardır. Yani model ancak öyle kurulabilir. Ama böyle bir ülkeyi mutlaka kontrol etmek isterler. Ben onun için şöyle bir örnek vermiştim: Türkiye etki alanını genişletecektir, ama bir suyun içindeki boya miktarı aynıysa su çoğaldıkça renginiz açılır. Türkiye’nin egemenlik rengi açılacaktır.
 

BT: Daha çok alanda etkili olup, daha güçsüz olacaktır.

MK: Daha güçsüz ve dış etkilere açık hale gelecektir.


BT: Peki Türk istihbaratı bir şekil değiştiriyor mu?

MK: İstihbarat şekil değiştiriyor. İstihbarat servislerinin esas işlevi, haber almadan çok yönlendirme oldu.


BT: Nasıl yönlendiriyor? Medyayla mı yönlendiriyor, olay yaratarak mı?

MK: Her türlü. İkisini de kullanır. Medyayı kontrol ederler belirli olaylar yaratır. Etkiye bakmayın, yaratacağı tepkiye bakın. İstihbarat servisleri etki yaratır, beklediği tepkidir. Halkın nasıl tepki yapacağını bilirler. İstedikleri o tepkidir. Yani, Ahmet’i öldürürler. Amaç Ahmet’i öldürmek değildir. Ona verilen kamuoyu tepkisidir.


BT: Türk istihbaratı bu değişime uyum sağlıyor mu sizce?

MK: Hayır
 

BT: Neden?

MK: Çünkü böyle bir konsepti yok. Olaylara böyle bakmıyor. Olaylara “PKK var, Türkiye’yi bölmek istiyor, Türkiye’ye irtica getirip rejimi değiştirecekler” şeklinde bakıyor. Kaç senedir okuduğumuz tehditler neyse, onlar da öyle algılıyor. 

(İlk Yayın: Esquire)