Ülkemizi tanıtalım. Tanıtalım da bu konuya daha derinden bir bilinçle bakmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü bugüne kadar ülke tanıtımı konusundaki mantık örgümüz şu oldu: Ülkemizde bir sürü tarihi kültürel eser var. Gelin bakın bizim ülkede ne kadar çok eser var. Bunu duyan turistler gelirler. Böylece ülke bir sürü para kazanır. Yani ülke koca bir müze ve bu müzenin mantalitesi girişte kestiğin biletle, içeride sattığı hediyelikle, yedirdiği yemekle, yatırdığı otelle sınırlı. İşte bu bilinçle hareket ettiğinde, sana da önyargılarla bakılır. Gelmişler çökmüşler güzelim toprakların üzerine, ondan para kazanmaya çalışan medeniyetsizler olarak görülürsün. Sonra da ucuza kapatılırsın. Hakkını alamazsın. Hakkını alamadığın vakit de o alanda dengesizlik ortaya çıkar, bu sefer de çakallık enerjisi ortaya çıkar. Turistleri kazıklamaya çalışanlar olarak tezahür eder realitede. Sen kızarak söylenerek gezersin gördükçe bu çakallıları, ceza verilsin twitleri atarsın; hatta ceza verildiğini duyunca vicdanını rahatlatırsın; ama bu oluşuma verdiğin katkının farkında olmazsın. Senin dışında bir sürü sorumlu vardır da, kimse görevini yapmıyordur, herkes eğitimsizdir, herkes cahildir. Bir tek sen bilirsin. Ama sen de aslında homurdanmaktan başka bir şey yapmıyorsundur. Ve oradaki eksiklik, yoksunluk, yara halen orada duruyordur, pansumanlarla geçici çözümler üretiyorsundur.
Peki o yarayı nasıl şifalandırabiliriz? Hakkımızı nasıl alabiliriz?
Hakkını alabilmek için öncelikle neyin hakkın olduğun, neyi hak ettiğini bilmen ve onunla kucaklaşman gerekir.
Öncelikle biz Anadolu’yu işgal etmiş göçebe bir kavim değiliz. Her ne kadar kendi tarih derslerimizde bile 1071’den öncesi Anadolu Bizans gavurunun elindeydi mihvalinde anlatılar olsa da burada bir soru beliriyor. Türkler, Anadolu’ya girdikten sonra bu topraklara format mı atıldı? Bu toprağın kültürü, enerjisi, burada yaşayan insanlar buharlaştı da biz sıfır kilometre bir ülkeye mi çöktük. Maalesef bilinç düzeyimiz halen buralarda geziyor. Kahpe Bizanslılar ve Kahraman Cüneyt Arkınlar… Bilinç bu düzeyde olduğunda, tüm dünyaya da bu şekilde yayın yaparsınız ve siz kendinizi fetheden görürken, size işgalci gözüyle bakarlar.
Halbuki biz hep buradaydık. Anadolu’da ilk insan belirdiğinden beri buradaydık. Göbeklitepe’de de buradaydık, ışık insanları Luviler de bizdik, Hitit de, Frig de, Truva da ve adını saymaya yerlerin yetmeyeceği nice medeniyet de… Hepsi Anadolu rahminin çocuklarıydı. Anadolulu atalarımızdı. Bu güzel rahim Türklerin gelişiyle yeniden döllendi ve bizler ortaya çıktık. Anadolu rahmini, Asya’dan gelen atalarımız dölledi ve işte bizler buradayız. Bu topraklardaki varlığımız taa varoluşumuzdan berigelen hakkımız. Efes de benim, Milet de benim, Knidos da benim, Hattuşaş da benim… Ve ben kendi mirasıma, kendi doğum hakkıma sahip çıkmadığımda elbette gelip onun üzerine çökecek, sahiplenecek birileri bulunur. Düşünsenize babanız ölmüş, bir sürü hazine bırakmış size; ama akrabalarınız “Bunlar aslında bizimdi, baban gelip üstüne çökmüştü” diyerek hepsine el koymaya çalışıyorlar. Halbuki siz biliyorsunuz nasıl binbir emekle oluşturuldu o miras. Dünyevi hayatta böyle bir durum söz konusu olsa, hemen kılıcı çekeriz de, maalesef konu bilinçsel düzeyde olduğunda farkında olmadığımız için talana açığız ve de bugüne kadar talan da edildik.
Şimdi artık bilinç düzeyindeki talana dur demenin vakti geldi. Bunu nasıl yapacağız peki? Zihin hemen projelere gider. Şu projeyi yapalım, bunu yapalım. Bunlar sonraki aşamalarıdır işin. Sen bir bilinç oturtmadan eyleme kalkıştığında, o eylemden beklediğin verimi alamazsın veya bir bakmışsın güzelim inançlarla yaptığın proje birilerinin eline geçmiş, hiç istemediğin şekillere bürünmüş.
Peki ama nasıl? Bunu bir sonraki bölümde yazayım.