Günlük internette dolanma rutinlerimden biri… New Age müzik arşivime, radyoma yeni müzik araştırmaları ve New Age müzik dinletilerimde müziklerle beraber sunduğum slide gösterim için yeni slidelar bakınıyorum. Muhteşem yeni parçalar ve slidelarla mest olmuşken birden karşımdaki uzaydan dünyanın “gerçek” görünüşü adeta alıp götürüyor beni bu yalancı, sınırlı diyarlardan. Bakıyorum dünyanın o güzel fotoğrafına uzun, uzun ve düşünüyorum “Dünyanın, bizlerin beynine kazınmış, haritalarda kırmızı ile çizilmiş sınırları yok aslında. İnsanların birbirini katlettiği, bir tarafta güllük gülistanlık yaşarken, hemen yanı başında açlıktan, fakirlikten kıvranan insanların olduğu hiçbir sınır yok, göremiyorum. Mavi yeşil görüntüsü ile ne kadar temiz, cazip, çekici görünüyor buradan. Tahayyül dahi edemeyeceğimiz büyüklükte evren içinde minnacık dünyamız, karası, denizi, gölü, ormanı, dağı, taşı ile muhteşem bir bütünlük içinde. Sınırlar yok, ayırım yok… Gözlerimi tüm özgürlüğü ile sağdan sola, yukardan, aşağıya gezdiriyorum hiçbir vize almadan, sınırlara takılmadan. Ve soruyorum kendi kendime; kim koydu bu sınırları, kim böldü aslında BİR olan bu bütünlüğü? Acaba dünyamız ne zaman uzaydan göründüğü gibi sınırsız ve BİR olacak?

 

Hep uzaydan bakmak istiyorum dünyaya.

Daha temiz, daha BİR, daha gerçek gözüküyor böyle bana!”

O muhteşem dünyadan zorla da olsa ayrılıp, yola koyuluyorum sınırlar dünyasında, sevgili derKidaşım Aret Akpolat ile dertleşmeye, sohbet etmeye…

Neslihan:derKi’nin 13. sayısında yayınlanan “Azınlık Kim?” adlı yazından da anladığım kadarı ile bu konuya ve aslında hayata bakış açılarımız birbirine çok paralel. Yani bence de insan heryerde insan, bunun azınlığı, çoğunluğu, ırk, din, dil, mezhep, kalın, ince ayrımı olmaksızın heryerde insan ve eşit. Seninle, azınlık, ayrımcılık kavramlarını kendi hayat felsefelerinde barındırmayanlar olarak bu konulara biraz değinelim. Hele ki “Ermeni” kökenli aileden gelen biri olarak yani halkın literatüründe “Azınlık” olarak senin söyleyebileceğin çok şey vardır diye düşündüm.

Aret: Ben halkın literatürüne göre dahi “azınlık” kavramını kabul etmiyorum.


N:
Kabul etmiyoruz ama maalesef var ve bence bu “filler tepişiyor, çimler eziliyor” misali aslen halk ya da azınlığın kendisinden kaynaklanmayan ve tamamen politik, siyasi amaçlı kullanılan bir kavram. Sen ne dersin?

A: Aynı görüşteyim. Zaten ben baştan beri 1915 olayları olsun, yok efendim siz kestiniz, yok biz kestik, bu gibi olayların üzerinde hiç bir zaman durmadım. Sonuçta zamanında Osmanlılarla Ermeniler aralarında geçmiş bir mesele. Türkiye’de doğmuş, büyümüş ama azınlık statüsünde yaşayan biri olarak ben kendimi asla böyle hissetmedim. Benim dedelerimin dedesi de buralarda yaşamış. Hatta Osmanlıdan önce ta Selçuklular zamanlarında bile Ermeniler bu topraklarda imiş.

 

N: Belki pek çok Türk’e yani bugün tam vatandaşlık statüsünde yaşayan ve sizlere “Azınlık” statüsünü veren Türk vatandaşın seceresine göre sizlerin seceresi çok daha eskilere dayanıyor.

A: Tabii çok daha eski. Geçen sene bana bir arkadaşım bir Arap arşivinden bir yazı gösterdi; Alparslan Anadolu’ya girdiği zaman yanındaki ordu Ermeni ordusu idi. Yani onlardan destek alarak buralara girdi. Mesela bizim kilisemizin kuruluşunun 1780’inci senesi geride kaldı. Bu zaten gösteriyor ki biz ne kadar eskiden beri bu topraklardayız. Ama demin de dediğim gibi “O zamanlar, o burada idi, şu burada değildi.” demek yerine biz bugün ne yapabiliriz ona bakmamız lazım. Biz nasıl bu kardeşliğimizi devam ettirebiliriz benim için önemli olan bu. “Azınlık” olduğumu kabul etmiyorum ama maalesef bazı konularda problemler yaşıyabiliyoruz.

 

N:Mesela?

A: Mesela aynı şartlara tabii değiliz. Benden herkes gibi vergi alırken bana aynı hizmeti vermiyorlar. Askere gidiyorum, askerlik görevimi yerine getiriyorum ama orduda görev alamıyorum, polis olamıyorum. Geçen gün bir arkadaş sordu: “Bugün Türkiye savaşa girse sen de gözü kapalı savaşa girer misin?” diye. Düşündüm. “Tabii, girerim koşa koşa” demeyi isterdim ama bir andüşünüyorsun, çünkü sakıncalı görüyorlar bizi , istesem de gidemem ki. Siz kaç tane Ermeni, Süryani veya Rum askerin Doğu’da yaralandığını ya da şehit düştüğünü duydunuz? Hiç tabii ki, bizler sakıncalıyız o görevleri istesek de alamıyoruz, elimize silahı alıp, komando oluruz desek yapamıyoruz. Bazen gazetelerde okuyoruz; “Amerika‘da Türk polis şefi” diye, gururlanıyoruz ama ben memleketimde polis olamıyorum. “Almanya‘da bilmem ne eyaletinde belediye başkanı Türk” diye okuyoruz ama ben Türk vatandaşı olarak kendi memleketimde bu hakka sahip olamıyorum.

 

N:Bu yazılı bir yasa filan mı yoksa bir tercih mi?

A: Bu bir tercih, sakıncalı piyade konumuna giriyoruz ve gönderilmiyoruz. Mesela babamın yaşadığı bir olay var. Babam Cumhurbaşkanlığı alayına seçilen ilk Ermenilerden biriydi ve paraşütçüydü. Onaltı atlayış yaptı fakat daha sonra Ermeni olduğu çıkınca ortaya sakıncalı piyade olarak Sarıkamış’a gönderildi ve komutanları, kendisini çok sevmelerine ve çok başarılı bir paraşütçü olmasına rağmen sırf Ermeni olduğundan Sarıkamış’a sürmek zorunda kaldıklarını açıkladılar kendisine. Bugün Ermeni bir vatandaş askere gittiğinde tezkere bırakmak istese de tezkere bırakamıyor, izin vermiyorlar. Asker, polis olamıyorum. Kamu görevlerinde çalışamıyorum. Neden? İşte benim tek takıldığım noktalar bunlar.

 

N:“Azınlık” olduğunu kabul etmiyorum diyorsun ama azınlık statüsüne bağlı yaşamak durumunda kalıyorsun. Acaba tarihte ne olduğundan çok bu konular mı “azınlık” meselelerini gündemde tutan, rahatsızlık hissedilen, tıpkı senin hissettiğin gibi? Mesela senin çevrende, camianda nasıl bir bakış açısı var konuya?

A: Sana samimi bir şey söyleyeyim, biz camia içerisinde hiçbir zaman bu konuları konuşmayız. Camia içinde çok aktif değilim, mesela her pazar illa kiliseye giden biri değilim. Özel gün, bayram v.s. ailemi de alır muhakkak gider, kutlamalarımı yaparım. Ama işin siyaset ve politikasında aktif değilim. Bildiğim bir şey var ki gündemde hep sıcak tutulan “azınlık” meseleleri Türkiye içinde yaşayan Ermenilerden değil, yurtdışından kaynaklanmaktadır. Fransa’daki Ermeni kalkıp “Türkiye’deki Ermeniler şöyle kötü şartlarda yaşıyor, böyle şeyler geçirdi” konuşup duruyorlar. Bana dediklerinde onlara da söylüyorum “Kardeşim ben Türkiye’den, yaşadığım yerden çok memnunum. Tek soru işaretim biraz evvel de bahsetmiş olduğum eksik haklar, karışmayın bizlere”

Ne çok emekleri vardır Ermenilerin bugün Türkiye’de. Mesela bugün İstanbul’da ne kadar saray geliyorsa aklına bunların hepsi Ermenilerin eseridir. Ama bunu söylemeyi dahi beceremiyorlar ve tutup Çırağan Sarayı’nı İtalyan Balliani yapmış diyorlar. Halbuki hiç alakası yok orayı Balyan yaptı. Bu pek çok kitapta da yazıyor. Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Selimiye Kışlası ve daha niceleri. Ama medyada dahi bunlar yanlış gösteriliyor ya da aktarılıyor. Mesela geçen gün Ali Kırca, ya Dolmabahçe Sarayı ya da Topkapı Sarayı’ndan bir program yaptı ve sonra burayı yapan ustalardan biri Balyan dedi. Balyan, ustalardan biri değil oranın mimarıdır, yapan kişidir. Bunu söylemeye çekiniyorlar, bunu anlamıyorum ben.

 

N:Peki biraz evvel senin de belirttiğin üzere bu mesele daha çok yurtdışındaki Ermenilerden körükleniyor,neden? Ne çıkarları var? Ne elde edecekler? Ne bekliyorlar? Bugün Avrupa veya Amerika’da yolda herhangi bir Ermeni vatandaşı çevirsek ve sorsak acaba o bu sorulara yanıt verebilir mi? Neler döndüğünün farkında mı? Yoksa sohbete ilk başlarken kullandığım örnek gibi “Filler tepişiyor, çimler eziliyor” durumu mu?

A: Evet aynen öyle. Tamamen yukarıdan yönetilen, çevrilen işler bunlar. Yani bugün Fransa örneğini ele alırsak; 450 bin tane seçmen var, onları kendi yanına çekmeye çalışmaktan başka ne menfaati olacak Fransa’nın, bu son yasayı parlementodan geçirdiğinde.

 

N:Konu açılmışken biraz da ona değinelim. Ne düşünüyorsun Fransa’nın SözdeErmeni Soykırımını İnkar Yasası Tasarısı”nın kabul edilmesine?

A: Oy toplamaktan başka birşey değil, Fransa gitsin kendi sorunlarıyla ilgilensin. Yasanın geçmesi ile Türkiye’de haklı tepkiler oluştu ama biz de daha farklı bir şey yapmıyoruz ki Fransa’yı eleştirelim. Ben bugün Avrupa’da veya Amerika’da başbakan veya bakan konumundaki insanların yüzüne karşı çok rahatlıkla “Sen şöylesin, şunu yaptın” diyebiliyorum ama Türkiye’de zamanında haklarında bir sürü dava açılmış, usulsüzlük tespiti yapılmış ama bugün bakan olma nedeni ile de dokunulmazlıkları olan, belgelenen suçların hesabı sorulamayan bir çok kişiye siz gidip bunları dediğinizde sizi içeri atıyorlar.

 

N: Eh madem biraz kapı araladın, yeri gelmişken ben de sana bir rakam sorayım bakalım ona ne diyeceksin, 301?

A: 301. madde kaldırılsın mı kaldırılmasın mı konusunda benim görüşüm; eğer düşünce özgürlüğü açısından kaldırılması gerekiyorsa kaldırılsın ama bu bazı çıkar ve bölücü gruplara mesela PKK yandaşıfilan gibi, meyal verecekse o zaman da değiştirerek bunlara imkan vermeyecek bir halde getirsinler.

 

N:Türkiye’de gerçekleşmesi zor olabilecek bir şey önerdin şimdi sen. Neyse fazla yorum yapmadan ben geri Fransa’ya, yasa tasarısına dönmek istiyorum. Yasa henüz kanunlaşmadı, sanırım Mayıs 2007’de kanunlaşması için oylanacak. Ben tamamen fillerin tepişmesi olarak gördüğüm için şahsen kanunlaşacağını sanmıyorum. Biraz çimleri ezip göz korkutmak olay, sen ne dersin?

A: Aynı fikirdeyim ve kanunlaşacağını hiç sanmıyorum. Fransa daha fazla rezil olmaya cesaret edemez.

 

N: Peki, şimdi seninle gitsek Fransa’ya ve yoldaki Ermeni vatandaşa bu yasayı sorsak gerçekten kaç tanesi destek verir sence?

A: Bence yüzde yüz destek alır.

 

N: Neden?

A: Daha önce de belirttiğim üzere yurtdışı kaynaklı ve yukardan beslenen bir politika bu, halka da empoze ediliyor.

 

N: Benim kabul edemediğim bir şey var: Zamanında Osmanlının yaptığı veya yapmadığı bir olay için bu tarihte ben, Türkiye Cumhuriyeti evladı olarak niye cezalandırılmaya çalışılıyorum ya da damgalanıyor, lekeleniyorum. Soykırım olmuş ya da olmamış ama her ne olmuşsa benim rızam alınmış mı, ben var mıydım ki o tarihte bunun sonucu bana bağlanıyor. Osmanlı zamanında olan bir şeyin hesabı nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’ne çıkarılıyor? Tarihi red filan etmiyorum tam tersi tarihten her zaman ders alınması gerektiğini savunurum ama bu ders 91 sene sonra halen o günleri yaşatarak olmamalıdır. Alınacak ders geleceğe yönelik ve her zaman hataların barışa doğru telafisi şeklinde olmalıdır, yıkıcı değil, yapıcı olmalıdır. Dağıtıcı değil, toparlayıcı olmalıdır. Ama hepimiz gayet iyi biliyoruz ki burada amaçlar farklı, burada filler tepişiyor, altında kötü niyet ve kırıcılık var. Eh karşımdaki kötü niyetine halen netleşmemiş bir tarihi alet ederken, benim onun yaptığını kaale almam mümkün değil. Ben şahsen Fransa’da çıkan bu yasa ile atılan adımların hiçbirini kabul etmiyor ve kaale almıyorum. Dünyada oluşturulmaya çalışılan barış sürecinde kimseye ne maddi, ne manevi bir katkı sağlamayan, tam tersi insanları birbirine daha çok düşman eden, barışı zedeleyen, doksanbir sene öncesi muamma ve tam belgelenemeyen bazı olaylar üzerine kurulmuş bu konu beni bağlamaz arkadaş. Ve bu fikrimi de yeryüzünde istediğim yerde, istediğim şekilde ve zamanda söyleme hakkımı da kimse yasaklayamaz!

A: Ben seninle aynı fikirdeyim. Bu konuda, özellikle 1915’de olan olay beni hiç ilgilendirmiyor. Ne olduysa oldu. Ben bunu tamamen tarihe gömmek istiyorum, bunun bugün bana hiçbir faydası yok.

 

N: Biraz evvel dediğim gibi tarih geleceğe, barışa yönelik telafi edilmeli ve değerlendirilmeli bence.

A: Ben bir Türk olarak kendimizde tek bir kabahat buluyorum. Osmanlının tüm iyi, başarılı şeylerini kabul edip, “Biz Osmanlı çocuğuyuz, biz Viyana kapılarına kadar yürüdük, şöyle imkanlar sağladık…” gibi övünerek sayıyorsak şayet, Osmanlının yaptığı varsa yanlışları, hataları da o zaman aynı ölçüde kabul etmemiz, sahiplenmemiz gerekir. Ya mazini tamamen kabul edeceksin ya da o ayrı bir dönemdir, biz artık Türkiye Cumhuriyeti’yiz; Cumhuriyet’in sınırları, tarihi itibarı ile bana ne soracaksan hesabını sor diyeceksin.

 

N: Ayrıca burada tamamen belgelenemeyen bir suçlama var. Ne tarihçinin, ne hukukçunun tamamen belgeleyemediği bir olay ve maalesef bu olay, tonlarca belgesi hatta filmlerle dahi belgelenen Nazilerin Yahudilere uyguladığı olayla yani “Soykırım” suçlaması ile aynı statüde değerlendiriliyor. Ne büyük çelişki! Peki Fransa bu yasayı geçirdi, şimdi kanunlaşmaya doğru gidiyor, ne elde etti sonuçta?

A: Hiçbir şey elde etmedi. Sadece bu önergeyi sunan kişiye bağlılıklarını belirttiler, onu bir daha seçecekler, bu kadar basit. Bu işte sadece siyaset kazandı başka kimseye bir faydası olmadı. Ama bu işten kaybedenler de oldu. Mesela dünyada bir anda gündeme düşmesi ile Türkiye hakkında fikir sahibi olmayan bazı kafalarda soru işaretleri başladı. Türkiye içinde yaşayan Ermeni vatandaşlar da etkilendi, onlara bakışlar değişti. Ben bunu çevremde hissediyorum.Şükürler olsun, kendi arkadaş çevremde böyle bir şey yaşamadım, sonuçta benim kim olduğumu herkes çok iyi biliyor ama çevrede bu sorunun olduğunu biliyorum.

 

N: İnsanlar olayın gerçeğini görmeden, fark etmeden tümünü yargılıyorlar. “Kurunun yanında yaş da yanar” misali.

A: Evet, ben buna yurtdışında da tanık oldum. Yurtdışında okurken “Ben Türk’üm” dediğim zaman hayretle bakarlar yüzüme “Sen barbarsın o zaman.” derlerdi. “Ne barbarı ya, neyimi gördün?” dediğimde ise “Türkler için burada öyle derler.” diyorlardı.

 

N: Araştırmadan, tanımadan, bilmeden alışagelen sözlerle o da seni hemen beyni yıkandığı şekilde tanımlamış! 1989 yılında ilk kez Yunanistan’a gittiğimde inanılmaz şaşırmıştım. Zira o dönemde sağolsun medya aracılıyla öyle bir Yunan kızgınlığı işlenmişti ki beynimize, hani sokaktaki adam eline geçse susuz kaşıkta boğacak. Neyse, ben yine fazla önyargılara kapılmadan etrafıma bakmaya gayret gösterdim. Daha sınırdan adım atar atmaz “Komşi, komşi” diye insanlar geliyorlardı yanımıza. Herkes, “Turist kafilesiyiz ya, çıkarları var, ondan böyle davranıyorlardır.” diye yorumluyordu bu sıcak karşılamaları. Atina’da serbest bir günde herkes kendi başına gezerken ben bir arkadaşımla bir mağazada alışveriş yapıyorduk. Aramızda Türkçe konuşmaya başlayınca mağaza sahibi yanımıza gelip, İngilizce “Siz Türksünüz sanırım, diliniz tanıdık geldi, hoşgeldiniz Yunanistan’a, biz komşuyuz aramızda bir sınır çizgisi var ama aynı bölgenin insanıyız, buyrun ne alırsanız alın, size yüzde onbeş indirim uygulayacağız.” dedi. Şaşırdık, dükkanda hiçbir yerde indirim yazısı yokken bize indirim imkanı çıktı bir anda, hem de sadece Türk olmamızdan dolayı.Oradan çıktık bir restorana geçtik, Türk olduğumuzu anlayan Yunanlı restoran şefi ilave üç meze getirip “Bunlar da bizden siz komşumuza ikram.” deyip soframızı zenginleştirdi. İşte o zaman tanıdım ben bu ünlü filleri ve anladım tepişmelerini. Herşey yukarda siyaset, politika ve çıkar çevrelerinde olup biterken, halka beyin yıkamalar yapılıyor. Özünde, gerçeğinde olayların, duyguların asla öyle olmadığını anladım bir kez daha.Ermeni meselesi ve azınlık konularında da ben inanıyorum ki bu edepsiz fillerin işi. Halk en büyük tepkiyi gösteren gözüküyor ama aslında halk, beyni belli bir fikirle yıkanmış, büyük çoğunluğu ne olduğundan habersiz sadece kendine empoze edilen fikirlerden dolayı tepki gösteriyor. Bugün sokağa çıkıp, Fransa ve Ermeni yasası hakkındane düşünüyorsunuz desek hepsi, istisnasız tepkili birkaç şey diyecektir. Peki biraz tarihçesi hakkında bilgi verin neden böyle bir şey çıktı desek, büyük çoğunluk çuvallayacak ve çok yüzeysel birkaç şey söyleyecektir.

A: Çok cahil halk maalesef. Ben artık insanlarla konuşup, onları bilinçlendirmekten sıkıldım. Başta anlatmaya, konuşmaya çalışıyordum. Çok örnekler var. Mesela bir adamcağız vardı tanıdığım. Çok zor duruma düştü, işini kaybetti, çocuğu hastalandı, eşi ile arası açıldı. Tüm bu sıkıntılarında yardım ettim ona. Eşi ile arası düzeldi, borç verdim, çocuğunu tedavi ettirdim. Bir gün boynumda haç gördü ve hemen akabinde iş durumunda bir değişiklik olmamasına rağmen gitti bir yerlerden buldu, buluşturdu ve verdiğim borcu bana geri getirdi ve “Sen sağ, ben selamet.” dedi ve gitti ve o günden sonra ne uğradı, ne aradı, ne sordu. Sadece boynumda haç gördüğü için bir anda benimle ilişkisini kesti.

Ben din ayrımı yapan, din takıntısı olan biri değilim, herkesin seçimine saygım var. Aynı odada arkadaşım namaz kılarken benim haç çıkardığım olmuştur. Ama bunun yanında boynumda haç var diye benimle ilişkisini kesen de oldu. Mesela bugün Kandil, tüm Müslüman dostlarıma sabah erkenden kandil mesajlarını gönderdim bile ve hepsi ilk mesaj hep senden gelir derler ve Ermeni olduğumu bilmelerine rağmen onlar da bana senin de kutlu olsun diye geri mesaj atarlar.

 

N: Keşke bu anlattığın ve yaşadığın hoşgörü, saygı ve kabullenme herzaman, heryerde ve herkeste olabilse.

A: Geçen gün oylama sonrasında Hırant Dink çok güzel bir şey söyledi ki bazı söylemlerinden dolayı problemli kişilerden biridir kendisi; dedi ki; “Biz halk olarak birbirimizi benimsedik, Ermenistan’dan da gelenler çok güzel uyum sağladılar. Kimisi geldi burada evlerde işlere girdi, halk evlerini açtı, mutfağını verdi, çocuğunu teslim etti. Biz halk burada bu işi çözdük ama maalesef yukardakiler çözemiyorlar.”

 

N: Ah şu filler ahhhh!Şu net bir şekilde ortada ki bu siyasi, politik bir oyun. Peki sence nedir bu oyunun ilacı, çözümü?

A: Bunu üç koldan değerlendirmemiz lazım; 1. Ermenistan’daki Ermeniler, 2. Türk Ermenileri, 3. Dışardaki Ermeniler ki bunların çoğunluğu Türkiye’ye karşı, pek sempatileri yok, hatta biz Türkiye’de yaşayan Ermenilere dahi sempatileri yok.

Biz Türk Ermenileri olarak bizim sorunumuz yok, zaten bunu demeçlerimizde de defalarca kez vurguladık. Türklerle ve Türkiye’de yaşamaktan mutluyuz. Sadece biraz evvel bahsettiğim bazı hak eksikliklerinin dışında bir sorunumuz yok. Ermenistan’daki Ermenilerin de son demeçlerinden anlaşıldığı üzere çok şikayetçi değiller. Hatta karşılıklı olarak çok da güzel iki iyi pazar imkanı var (Türkiye-Ermenistan). Geriye sorun olarak kalan yurtdışındaki Ermeniler var. Gittikçe de güçleniyorlar ve bizim (Türkiye’deki Ermeniler) dahi burada, Türkiye’de yaşamamızdan son derece rahatsızlar.

 

N: Neden? Neden senin adına onlar rahatsız?

A: Onların dedesi veya babası burada zamanında yaşamış ve olaylardan kaçmış, kurtulmuş ve halen çocuğuna, torununa aynı hikayeyi anlatıyor. Sadece tek bir hikaye anlatıyorlar, nesilden nesile; “Geldiler, evi bastılar, şöyle kestiler, böyle saldırdılar…”

 

N: Bu kadar hikaye ile beyni yıkanan çocuğu da doğal olarak belki de hiçbir araştırma gereği duymadan direkt Türkiye’ye nefret besliyor.

A: Yurtdışındaki Ermenilerle biraraya geldiğimizde bize halen “Size eziyet ediyorlar mı, şunu yapıyorlar mı?” diye sorup duruyorlar.

 

N: Ya peki bu kadar tesadüf mü olur, neden sadece yurtdışındaki Ermenilerin ailesi saldırıya uğramış da onlar bu hikayeleri temcit pilavı gibi ortaya çıkarıp duruyorlar?

A: Sonuçta biz burada doğduk, büyüdük. Herşeye çok daha objektif bakabiliyoruz. Hikayeler bizlerde de var kulaktan dolma ama asla yurtdışındaki gibi nesilden nesile aktarılmadı. Mesela ben kızıma asla ve asla bu hikayeleri aktarmadım, aktarmayacağım da. Bu konularda en ufak bir bilgisi yok. Ayrıca bizim yetiştiğimiz dönemde çok korkardık, ne sokakta Ermenice konuşabilirdik, ne anneme mama diyebilirdim. Ayrıca 70-80’lerin kendi problemleri nedeni ile de büyük korku vardı. O zamanda olan olaylara çok üzülüyorduk. Belki sizler bir ağlarken biz 2 kere gözyaşı döküyorduk, yurtdışında bir Türk diplomat öldürüldüğünde. Hem Türk vatandaşı olarak, hem de bunu yapanın Ermeni olduğu söylenmesi nedeni ile iki kere gözyaşı dökerdik.

 

N: Gelecek için umudun var mı? Bu sorunların, kavramların, ayrımcılığın olmadığı, barışçıl bir gelecek?

A: Evet var ama bu çaba ile olur ancak. Öncelikle Türkiye karşı atak politikasından vazgeçmeli bence. Bu herşeyi tam çıkmaza sokar. Şimdi bakıyorum Milli Eğitim yeni kitaplarda bu konulara yer veriyor. Ne gerek var, küçük çocuklar bilmesinler bu konuları. İleride tarihçilerden doğru olarak yaşları geldiğinde öğrensinler bazı şeyleri. Başka yerlerde de gereksiz bu konulara değiniliyor, mesela ben 98‘de askere gittiğimde ki iki aylık bedelli yapmıştım, ilk onbeş gün hariç kırkbeş gün boyunca hergün “Ermeniler şöyle kestiler bizi, şöyle gözlerimizi oyup misket yaptılar” diye anlatırlardı. Biz iki Ermeni idik askerde o dönemde, biz bile ki ben bu konularla ilgili çok araştırdım, okudum, kırkbeşinci gün “Ya biz bu kadar şey yaptık mı?” diye kendimizi sorgulamaya başladık.

 

N: Eh, düşün sen sorguladığına göre konuyu ilk kez duyan, dinleyen kimbilir neler hissetmiştir!

A: Son gün İlahiyat Fakültesinden bir hoca geldi ve biz diğer Ermeni arkadaşla birbirimize “Herhalde bugün de selavat getirip, bizi kurban edecekler.” diye düşündük. Gelen hoca öyle güzel bir konuşma yaptı ki, büyük bir hayranlıkla dinledik. O vakte kadar nasıl kestiler, biçtiler diye yapılan anlatımlar üzerine hoca; “Bu bayrak altında Ermenisi, Süryanisi, Rumu diye bir ayırım yapılmaz, yapan da ayırımcı, geri kafalının tekidir.” dedi. Çok etkilendik bu konuşmadan. Son gün idi ve çok güzel bir nokta konuldu konuya.

 

N: Çok geniş görüşlü, bilgili, değerli bir hocaymış, tebrik etmek lazım kendisini.

A: Eh, böyle geniş görüşlü hocalar var ama diğer yanda başka dar görüşlüler de var. Geçenlerde bir yazı geldi bir okurumdan. İsmi Mehmet’miş ve Konyalı bir ailenin ferdi. “Azınlıkla ilgili yazınızı okudum, gözlerim yaşardı. Keşke aileme de okutabilsem ancak ailem Ermeni lafını duyduğunda köpek deyip yere tüküren bir aile. Ermenilerin ne olduğu, kim olduğunu bilmiyorlar sorduğumda ise tırnakları çok uzun, şöyle kötüler… diyorlar” diye yazmış. Ben de sana resmimi yollayayım istersen , hiç de bildikleri, tarif ettikleri gibi değiliz diye geri yazdım.

Şu siyasi, politik olaylar olmasa, Ermenistan ile Türkiye arası kapılar açılsa, iki halk hem ticari, hem kültürel birbiri ile kaynaşsa, Türkiye karşı atak politikasını bıraksa, yurtdışında dönen tüm oyunlara karşı daha güçlü olacağız ve herşey çok daha barışçıl ve güzel olacak.

 

N: Özetle anlaşılıyor ki “Filler tepişiyor, çimler eziliyor. Ya bu filler bu diyardan gitmeli ya da çimler kendini güçlendirmeli” desek yanlış olmaz diyerek bu konuyu kapatıyor, derKi’nin en yardımsever, içten, konuşkan, sevimli yazarlarından biri olarak derKi ailesine nasıl katıldığını sormak istiyorum.

A: derKi’ye Şiyma Aksekili sayesine katıldım, çok sevdiğimiz ve çok eski bir aile dostumuzdur. Onun yazılarını okuyordum ve yorumlar yapıyordum kendisine. “Bana niye söylüyorsun, editörümüze söylesene” dedi. Editör Hasan Bey’e (Hasan “Sonsuz” Çeliktaş) ilettim kritiklerimi. Sonra onunla sohbete başladık. Hasan benim çok gezdiğimi duyduğunu ve gezdiğim yerlerle ilgili yazı yazmamı istedi. Bir Los Angeles seyahatimi yazdım gönderdim. “Güzel olmuş ama bir turist rehberi gibi olmuş, daha güncel bir olay yok mudur yazabileceğin?” dedi. Benim de aklıma Kınalıada’da çok olaylar oluyordu özellikle AKP’nin gelişinden sonra gayrimüslümlere karşı, bunu yazıya döktüm. Hasan çok beğendi ve konuk yazardan direkt yazar kadrosuna geçtim.

 

N: Yazı olayın biraz Şiyma’nın seni Hasan’a yönlendirmesi ile çıkmış ortaya, daha önce hiç yazı denemelerin olmuş muydu?

A: Yazı olmadı ama ben çok şiir yazarım. Birçok şiirim var, hatta bazılarını sanatçılar çok istemiştir.Tek başıma kaldığımda yazabiliyorum, şiir benim için çok özel bir şey ve neden bilmiyorum ama heryerde duyulsun, okunsun istemedim. Bu nedenle pek paylaşmadım.

 

N: Hımmm, bak sen, ne cevherler varmış da sende haberimiz yokmuş. Bence bizleri o güzel ruhundan kaynaklanan şiirlerinden mahrum etme, paylaştığına pişman olmayacağına çok eminim. Bak bir deneyelim hemen şimdi bir tane, olmaz mı? Dinlemeden gitmem vallahi.

A:

Gülüyorum hayatın tüm gerçeklerine,

Çoğu yalan azı gerçek.

Acaba neresindeyiz ?

Acaba biz kimiz ?

Kendimizi kandırıp yalan gerçekler peşindeyiz

Sahte mutluluklar en iyi arkadaş oldu bize.

Birtek söze verilen tüm bir hayat

Veya bir kelimeyle kırılan tüm kalpler

Değer mi bu yalan dünyaya ?

Mutluluğu bulamayınca , ne kadarı yaşamaktır ?

Boş hepsi yalan ve boş .

Nefretin sevgiyi yendiği bugün

Yaşamak boş , Aşk boş.

 

N: Çok güzel. Yüreğine, duygularına, kalemine sağlık. Lütfen bu güzel duygularını bizden mahrum etme, diğer şiirlerini de bekliyoruz. Peki derKi’yi nasıl buluyorsun? Biraz da onun dedikodusunu yapalım seninle.

A: İlk katıldığım dönemde açıkçası pek çözememiştim derKi’yi. derKi yazarları arasındaki yazışma grubuna katıldıktan ve bir süre takip ettikten sonra şimdi çok beğeniyorum. Çok beğenildiğini de çevremde takip edenlerden biliyorum.

 

N: Çok nazik ve kırılgan bir konu üzerine sohbetime eşlik edip, düşüncelerini tüm içtenliğinle paylaştığın için çok teşekkür ederim.Umuyorum çok kısa bir zamanda yine bir araya gelir, bu sefer artık oluşan barış, sevgi ve saygı döneminin tarihini inceleriz beraberce.

Neslihan Yavuzer Behmuaras