Türkçe ancak böyle mahvedilir. Ne devlet, ne medya dikkat ediyor artık, ne reklam sektörü ne de insanlar… Son zamanlarda dikkatinizi çekiyordur “sütlü” (!) bir firmanın reklamı var. Şarkıcılıkla uzaktan yakından ilişkisi olamayacak birilerine (!) nasıl şarkı söyletiyorlarsa yine söz yazmakla uzaktan yakından alakası olamayacak birisine söz yazdırmışlar ve ortaya bir reklam melodisi çıkmış, müzik de bize uzak, son zamanlarda Alamancı diye tabir edilen, iki kültür arasına sıkışmış gençlerimiz aracılığı ile durmadan itelenen ve Türk müziğinin içine sokulmaya çalışılan tarz bir müzik…

 

Ve sadece güzel olan kadın şarkıyı söylüyor.. “S…. Meyvelili”… Yok yok yanlış yazmadım, doğru görüyorsunuz “li” eki iki tane… Meyveli zaten “meyveli” dir. İkinci “li” eki Türkçede var mıdır? Bunu biri yazmış, birileri okumuş, biri melodi haline getirmiş, biri melodinin üstüne okumuş, birileri reklam çekimini yapmış, birileri oynamış, birileri seyretmiş, birileri, birileri, birileri… Reklamı yaptıran firmada çalışan birileri de bunu olduğu gibi kabul etmiş, bir Allah’ın kulu “bu kelime yanlış kardeşim, böyle söylenmez, bunu düzeltin” dememiş. Şimdi gel de eski TRT denetleme kurulunu arama… Gerçi onlarda işin suyunu çıkartırlardı o zamanlar ama en azından bu tip Türkçe kelime hatalarını yakalar ve paşa paşa düzelttirirlerdi. Haa biz de o devirde gençlik olarak bu denetleme kuruluna karşı çıkardık, aynı şimdilerde RTÜK’e karşı çıktığımız gibi… Her zaman düşünürüm ve zaman zaman da söylerim demokrasi bazı durumlarda bize göre değil mi ne? Bir şeyin ortasını hiçbir zaman bulamıyoruz.

 

 

Türkçeyi yok etme çalışmaları yıllarca önce başladı. O zamanlar televizyon yeni çıkmıştı ve “herşey de televizyonun hayatımıza girmesi ile başladı” diyebiliriz. Bizde o zamanlar yaratıcılar, yapımcılar ve aynı zamanda yapım ve çekim teknolojisi olmadığından millet anında bir Amerikan dizisi furyasıyla karşı karşıya kaldı. Bonanza, Dallas, Flamingo yolu, Miami Vice, Komiser Colombo, Baretta, Flipper bunlardan hatırlayabildiğim bazıları ve Türkçeye ilk zehiri bunlar verdi, bir gün bir baktım yeni açılan dükkanlar, hep bu dizi isimleri ve onların içinden isimler ile açılıyor. Peşisıra doğal olarak bir yabancı isim furyası başladı ve hala da devam ediyor. “Sabancı Center”, “Medya Tower” gibi ve Akmerkez’den bazı dükkan isimleri ; “Paper Moon”, “Golden Home”, “First Food”, “Power House” ve “Caffe Hall” vs. vs.

 

Daha sonra bütün hızıyla hayatımıza internet girdi, Türkçeye o ikinci darbeyi vuran internet… “Chat” ler ile, e-postalar ile… Millet olarak kısa konuşmaya ve kısa yazışmaya başladık sanal dünyada da, dışında da… “Selam” yerine “slm”, Tamam yerine “ok”, “Güzel” yerine “gzl”, “hoşçakal” yerine “Bye”, “Merhaba” yerine “hi” demeye başladık.

 

Onlarla da yetinemedik alfabemizdeki harfleri değiştirmeye kalktık. Türkçe karakter kullanmadığımız gibi “ç” leri ”ch”, “ş” leri “sh” yazarak aynı zamanda seslerin yazılışını da hayranı olduğumuz “batı dünyasının” zahmetsizce anlayabileceği biçimde değiştirmeye

başladık ve “Çilek” yerine “Chilek”, “Şeker” yerine “sheker” yazar olduk.  onunla da yetinmeyip bazı harfleri yutarak yoketmeye ve  “çıkıyor” yerine “çıkıyo” ve “iyi” yerine “ii” demeye başladık.  Haa bir de ne Türkçe ne de İngilizce olmayan devşirme kelimeler türetmeye başladık. “Mydonose” nedir? Bilen var mı? Ya  da “Chiwi”…

 

Bir gün şehirlerarası bir yolculuğumda bir tabela görmüştüm daha sonra internette de resmi dolaştı durdu o tabelanın… Bir lokanta tabelası idi ve üzerinde “Chiken Translate” yazıyordu, ingilizcede bir anlamı olmayan ama Türkçe olarak düşünüp, ingilizce yazmaya kalkıldığında bir anlam kazanan(!) “Piliç çevirme”… Hatta bunu daha değişik bir şekide de yazabilirler diye düşünüyorum, “Pilich Chevirme” gibi… Daha bunun gibi de birçok ne olduğu anlaşılamayan kelimeler dizisi var, “Törkiş Lokum” veya “Turkish Lokkum” ise bir başka örnek…

 

Kısaltılmış kelimeleri nasıl okuyorsunuz. Örneğin TV, “ti vi” mi diyorsunuz “Te ve” mi, ya CNN veya  NTVMSNBC ‘yi, ya da D&R, LCV, LCW, GSM, SMS, CV gibilerini, bir kendinizi test edin bakalım. Bir de bakın bakalım, bu kısaltmaların hangisi İngilizce, hangisi Türkçe…

 

Argo bile Türkçe’mizin içine yerleşmeye başladı ; “Oha oldum yani” Herhalde bu cümleyi TDK oluşturup, piyasaya sunmadı. Milli Eğitim bakanı geçenlerde “gençler 500 kelime ile konuşuyorlar” demiş, hiç sanmıyorum o kadar kelimeyi kullandıklarını 40- 50 kelime nelerine yetmiyor !! Geçtiğimiz aylardan birinde gazetede okumuştum ; İstanbul’da düzenlenen “Üniversitelerde Türk Dili Öğretimi Kurultayı” bir sonuç bildirgesi yayınlamıştı. Bu bildiride şöyle deniyordu :

 

“Üniversitelerde zorunlu ders olarak okutulan Türk dili dersleri, öğrencilerin Türkçeyi sözlü ve yazılı kullanma becerilerindeki eksiklikten doğmuştur”

 

Gençlerimiz kendi dillerine yabancılaşarak önce kendilerine ve sonrada kendi insanına, kendi halkına yabancılaşmakta fakat bu durum ne kendilerinin, ne de devletin umurunda bile değil gibi gözüküyor.

 

İnsanlar o kadar çok seviyorlar ki Avrupa kültürünü, artık çocuklarına bile yabancı isimler koymaya başladılar, Yasmin, Lara, Suzi vs. gibi.. Radyo ve televizyonların müzik çalıcı gençleri de (DJ’ler canım işte, DJ’ler) kendilerine yabancı isimler koyuyorlar, en bilineni bir tarafta dj kimliği “Arkın Allen” diğer tarafta sufi kimliği “Mercan Dede” olan ve asıl kimliğinde “Arkın Ilıcalı” yazan müzisyen arkadaşımız…

 

Zaten bugüne kadar güzel Türkçemizin içine Arapça, Farsça, Osmanlıca, Fransızca, İngilizce bir çok kelime girmişti.  Bunları yok etmeye, yerlerine öz Türkçe kelimeler koyup onları kullanmaya ve dilimize yerleştirmeye çalışmamız gerekirken, hergün daha çok yabancı kelimeyi dilimize sokuyoruz ; Başbakanımız bile “yasal” diyeceğine “legal” diyor… Mesela geçenlerde bir iş toplantısında geçen bazı cümleleri not aldım, buyrun beraber bakalım…

 

“Yaptığınız tasarruflar sonucunda ne kadar save ettiniz?”

 

“Bu gibi durumlarda self control çok önemli”

 

“Bunu genele yazı olarak issue ettiniz mi?

 

“Arkadaşlar bu whiteboard’u kullabilmek için boardmaker’ınız var mı?”

 

“Şu güneydoğu bölgesinin market profil’ini bir özetleyin bakalım”

 

“Satış kanalları forecast‘lerini hazırlamaya başlasın”

 

“Marketi check ettiniz mi? Yeni trendlere adapte olmalıyız…”

 

“Yeni promosyonlar hakkında bayilerden feedback var mı?

 

Bu cümlelerin üstüne daha ne diyeyim… görün halimizi…

 

Aynı bozuk ve yanlış Türkçe kullanımlarını, bilgisayar ve cep telefonunda da yaşıyoruz. Bilgisayarlarımıza Türkçe ayarı yapacağımıza, yazılarımızı “ı” yerine “i”, “ü” yerine “u”, “ö” yerine “o”, “ç” yerine “c”, “ş” yerine “s”, “ğ” yerine “g” yazarak kullanıyoruz. Çoğu kişinin ise bu durum hiç umurunda değil, e-posta öbeklerinde ( “e-mail gruplarında” yani…) bir de ortaya çıkıp ahkam kesiyorlar, “Lütfen Türkçe karakterleri kullanmayın, okuyamıyoru(m)z” diye… Oturup, biraz uğraşıp, bir iki ayarla sorunu çözebiecekken hemen oracıkta Türkçe için yeni bir darağacı kuruveriyorlar.

 

Cep telefonları ise başka bir alem. Bazılarında Türkçe desteği var, Türkçe yazıp gönderiyorsun ama karşındakinin telefonunda Türkçe desteği yok, doğal olarak yazdıkların onun ekranında anlamsız görüntüler halinde çıkıyor. Bir devlet kuruluşu da demiyor ki “Yurt dışında ithal ettiğiniz cep telefonlarında mutlaka Türkçe desteği olmalı, olmayan aletleri ithal etmek yasaktır”

 

Bırakın bunlara sahip çıkmayı, bu konulara öncü olması gereken TRT ve dolayısıyla devlet son iki senedir “Eurovision” yarışmalarında tam tersi bir görünüş sergileyerek, Türkçe değil de ingilizce şarkılarla ülkemizin temsil edilmesine önayak olmaktadır. Ele güne güzel gözükeceğiz, AB’ye gireceğiz diye kendi müziğimizi, kendi kültürümüzü, en başta kendi dilimizi yok etme hakkını bu kuruma kim vermiştir, sormak gerekmez mi?

Atamız, dilimizi yabancı unsurlardan arındırıp yeni bir kimliğe büründürerek bize sunmuş peşisıra buna büyük önem verilmesi gerektiğine, bir milletin dil ve ve tarihinin en önemli kültürü olduğunu işaret etmek üzere, dilin tarihle arasındaki bağı geliştirsin, korusun diye “Türk Dil ve Tarih Kurumu” nu kurmuş. İnsanların dillerine sahip çıkmaları ve onu korumaları gerektiğini bilemeyeceklerini, görevlerine önem vermeyeceklerini, kurumun ikiye ayrılarak dil ile tarih arasındaki bağa ilk sekte vurulup ardından da içi boş, yaptırımsız bir vaziyette, atıl olarak kalacağını tahmin edebilir miydi acaba?

 

Bu kadar yabancı isim ortalıkta dolaşırken, bu kadar yabancı kelime kullanılırken, Türkçemizi gençlerimize sevdirmek ne kadar güç olsa da imkansız değil. Belli bir plan dahilinde bu konuya gereken önem verilirse, zararın neresinden olsa döneriz diye düşünüyorum hâlâ… Tabii “Gelinim Olsana” daki mahalle(!) kavgaları, magazin programlarındaki hangi manken kiminle ne yapmış konuları ya da “Ünlüler Çiftliği”nde yeniden ünlü olmaya, gündeme gelmeye çalışan sanatçılarımızın (!) birbirleri ile olan didişmeleri daha önemli değilse bunlar dikkate alınacaktır.

 

Yurt dışına çıkanlar bilirler, Fransa’da Almanya’da birileri ile ingilizce olarak konuşabilmeniz çok zordur. Bilmediklerinden mi? Yooo, bilirler de konuşmazlar, tıpkı burada yıllarca kalan, Türkçeyi de gayet güzel bilen ama televizyonların önünde hiç bir zaman kendi dili dışında açıklama yapmayan o meşhur futbol çalıştırıcıları gibi… İşte budur diline sahip çıkmak… Onlarınki zaten egemen olan dillerini daha da pekiştirecek bir dayatma olsa bile…

 

Son zamanlar da Türkçemize dahil edilen yeni bir çok cümle var, tabii bu yeni cümleleri ortaya atan bir de dizimiz var: “Avrupa Yakası” adı üstünde zaten Avrupalıyız, avrupa avrupa diye ölüyoruz ya… “Bu gece alemlere doğru akıyor muyuz abi” diyor dizide bir kadın bir adama… Bu gidişle Türkçemiz de alemlere doğru akacak galiba… Ama “öteki alemlere”…

 

Bütün bunları yazıyorum, sanki ben bu karışık Türkçeyi hiç mi kullanmıyorum. Kullanıyorum tabii ki… Ne kadar dikkat edersem edeyim ben de bu akıntıya zaman zaman kapılıyorum. Kapılmamak da elde değil, her yanımı sarmış Türkçe kirliliği… Belki bu yazıda kullanılmaması gereken, Türkçe olmayan kelimeleri ben de kullandım. Ama en azından bu konuda nereye doğru gittiğimizi görebiliyorum. Bu yazımla da en azından birkaç kişiyi daha uykudan uyandırabilirsem ne mutlu bana ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” !

 

Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” demiş taaa o zamanlardan Ata’mız ve devam etmiş : Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.”

 

Yolun başını da işaret etmiş aslında Ata’mız…“Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.

 

Aslımıza, tarihimize, kültürümüze, dilimize, kısaca kendimize sahip çıkalım ey benim özü Türk ama “yüzü” hızla değişmekte olan neslim.

Reha Ersavcı