“En yüce gerçek işte budur!” denilerek size ‘dayatılmış’ şeylerin; cezalandırılma korkusuyla harmanlanarak ‘inandırılmış’ olduğunuz dogmaların; tamamen gözlem ve deney dışı bütün söylentiler ve onları oluşturan söylencelerin zihninize hâkim olmaları; bütün inançsal ilke ve esaslarınızın ‘sorgulanamaz’ kabul edilmeleri; dahası, onların zamanla sizin tutum ve davranışlarınızı belirlemesi… gerçekte ne kadar hazindir.
Günümüz Hindistan’ında yaşıyor olsaydınız inekleri kutsal bilecek, Ganj Nehri’nde yıkanarak günahlarınızdan arındığınızı varsayacaktınız (‘özgürce’ ve ‘sorgulayarak’ bakarsanız her inanç sisteminde, diğerlerinin mensuplarına ‘akıl dışı’ gelen böyle ‘kabuller’e rastlayabilirsiniz).
Tibet’te budist, İtalya’da katolik…, bir başka yerde şintoist, pagan, şaman, veya musevî de olabilirdiniz…
Peki hiç düşündünüz mü: Size “en doğrusudur” denilerek dayatılmış olan inancın içinde yer alan farklı yollara, kollara, tarikatlere… mensup olanlar en az başkalarına olduğu kadar neden kendi temel inancınızın farklı yollarına mensup olan ‘diğerleri’ne karşı da husûmet besleyebiliyorlar?
Sizinki, size göre en doğrusu olabilir. Varsın olsun da…
Ama neden başkalarının inanç biçimi sizi bu kadar ilgilendiriyor?
Herkesin kendi yolunu özgürce seçmesi, sizin için eğer; Ötekileştirme, Değersizleştirme, Ayrıştırma, Husûmet ve ‘Çatışma nedeni’ oluyorsa…
İyisi mi, siz yine de önce kendi inancınızı ‘sorgulayınız’…