Yaşadığımız günler öyle “olağanüstü”, öyle “olağanüstü” potansiyeller barındırıyordu ki can’ım evren daha napsın gözümüze gözümüze sokabilmek için aha da “olağanüstü hal”i karşımıza nal gibi dikti…
İnanmayacaksınız ama ben eminim, öte taraftan nice ruh şu anda Dünya’da Türkiye’de olabilmek için can atıyordur. Çünkü bizim karmaşa, kaos, karanlık gördüğümüz yerde ruh, muazzam gelişim, büyüme ve erdem geliştirebilme fırsatı görür. Zaten dünyaya bu sefer gelirken bu toprakları ve şu dönemi seçmemizin amacı da buydu. Öyle bir enerji içindeyiz ki şu hayat sürecindeki potansiyelleri değerlendirebilirsek, belki dünyada 100 hayat yaşamış kadar deneyim kazanırız. 🙂
Şu günlerde bu topraklarda belki de binlerce yıldır sıkışık duran enerjiler, karmalar karşımıza birbiri peşisıra geliyor. Bizim yeni cevaplarımızı istiyor güzelim evren. Mesela hangi dünya görüşünden olursak olalım artık yönetimimizin sliahla belirlenmesi seçeneğini seçmedik bu sefer, kabul etmedik hiçbirimiz ki daha 30 sene önce tam tersi olmuştu. Ama artık enerjisel olarak “masaya silahı koyanın dediği olur” seçeneğini eledik ki bu, bu toprakların ve hatta insanlığın en önemli seçimlerinden birisi olmuştu binlerce yıldır. Artık kimse bunu istemiyor.
Bilinci geliştirmek istiyorsak, iktidar muhalefet döngüsünden de çıkalım. Çünkü futbol ligi mantığından hiçbir farkı yok. Bizim takım, sizin takım döngüsü. Biz orada futbol için birbirimizi yerken, parsayı yöneticiler ve futbolcular götürüyor; siyasi ligde de halk birbirini yerken suyun başında oturanlar… Halbuki hepimizin bu ülkenin çocukları olarak seçtiğimiz yöneticilerden şunu talep etmesi gerekiyor: Adaletli, hakkaniyetli, kendini değil, halkını önplana koyan bir yönetim anlayışı… Benim odağım bu artık… İktidarda o varmış, muhalefette şu varmış değil. Eğer seçilmiş yöneticiysen halk için çalışmalısın, kendin için değil. Evet, belki bu söylediklerim hayal gibi geliyordur, ama ben odağımı buna çevirdim. Enerji alanına böyle katkıda bulunacağım, “amaaaaan ben ne değişecek ki…” diyerek değil. Hepimizin ne kadar önemli olduğunu öğrendik nice güzel kitapta… Ama hal “olağanüstü” olunca, sermeye, sorumluluktan kaçmaya çok muktediriz. Takım 3 tane yiyince dağılan seyirciler gibiyiz, bırakıyoruz her şeyi. Halbuki 5 tane de yer o takım tıpkı Fransa karşısındaki İzlanda gibi, ama öyle yürekten oynar ki hiç unutulmaz ve alkışlanır. Bir sonuca öyle odaklandık ki süreci yaşamayı unuttuk…
Ben bu hayata kazanmaya da gelmedim, kaybetmeye de… Yaşamaya geldim… Yaşamın içinde kazanmak da var, kaybetmek de, ama en güzeli elinden gelenin en iyisini, en yücesini, en güzelini yapabilmekte… Olağanüstü hallerde ise daha da olağanüstüsünü başarabilmekte…
Herkes korku içindeyken, sen yüreğinde yaşıyor musun güveni… Herkes rüzgarlara kapılmış giderken, sen köklenmiş de dünyaya salınıyor musun esintiyle… Suratlar asıkken var mı yüzünde içinden gelen bir gülümseme… Herkes Yaradan’ı anarken ama hissetmezken onu varlığında, sen teslim edebiliyor musun ona kendini yüzde yüz güvenle… Yaradandan gelen gücünü heba ederken çevrendekiler, sen onu kullabiliyor musun yaratmak istediklerini hayatında özgürce… Ve de “ya niye böyle oluyor” şeklinde isyan halindeyken kitleler, sen dönüp diyebiliyor musun Yaradan’a “Olduysa vardır bir bildiğin, ben sana güvenirim her şeyimle…”
İşte “Olağanüstü” olan budur ey sevgililer… Herkes “olağanüstü” korkarken “olağanüstülüğü” yaşayabilmek…
Bir gün Anadolu Toprakları ve bu güzel ülke, şu anda aklımızın alamayacağı, inanamayacağımız güzellikleri yansıtırken bu gezegene; bizler, çocuklarımız, torunlarımız teşekkür edecekler bu “olağanüstü” günlere ve bu günlerde yaptığımız seçimlere…
Haydi hep birlikte ŞİMDİ’den başlayarak OL’ağanüstü günlere… 🙂