Benim Kınalıada ile olan serüvenim doğduktan iki gün sonra adaya götürülmemle başlamış. Ancak sokakta oynamalar, arkadaşlık kurmalar yani adanın tadını iyice çıkartacak dönemler 6 yaşından itibarendir. Benden 4,5 yaş büyük olan ağabeyim Vahe’nin arkadaşları ayrıydı. Ben ise daha o zamandan kendi arkadaş grubumu kurmuştum. O tarihlerde anneannemin evinin ön tarafına denk gelen yerde itfaiye vardı ve uzun sakin kış dönemlerinde itfaiyeciler sıkılmasın diye yan tarafa kendi imkanlarıyla yaptıkları bir voleybol sahası vardı. Biz hep gidip orada oynamayı açıkçası kurtlarımızı dökmeyi tercih ederdik. Ne yazık ki şu anda bu sahanın yerinde paralı bir tenis kortu bulunmakta.
Okulların kapanmasıyla beraber adaya çıkar, ta Eylül sonuna hatta bazen Ekim başına kadar adada kalmaya devam ederdik. Şehirde kış boyunca genelde apartmanlarda tıkılı kalan bizler öyle gürültülü oyunlar oynardık ki; okulların başlamasıyla adadan inince yaz kış adalı olan sakinlerin bayramı başlardı. Kimbilir bizden ne kadar yakınırlardı?..
Bizim Ada’yı diğer adalardan ayıran en büyük özellik ‘Fayton’ olmamasıydı. Bu hem faytona binmek için gelen olmaması gibi bir avantaj sağlamasının yanında bizlere de kazasız belasız daha özgürce sokakta oynama imkanı tanıyordu. Oynadığımız oyunlara gelince; misket, yakar top, kukalı saklambaç, sessiz sinema, yürüyenlerin peşine takılıp trencilik, uzun eşek, denizde su topu, deve güreşi gibi…
Biraz daha büyüyüp yüzmeyi de daha iyi öğrenince sandalla balığa çıkmaya başladık. O zamanlar olan ama artık nesli tükenen ‘Lapin’, ‘Horozbina’ ve ‘Çırçır’ gibi balıkları tuttuktan sonra kedilere verirdik. Tutabildiğimiz bizce en lüks balık olan ‘İstavrit’ti. Yaş 12-13 olduğunda ise daha usta balıkçılar olmaya tekneyle çıkıp ağ atmaya başladık.
Şu anda Adalar Belediye Başkanı olan Coşkun Özden’in o zaman bizim ‘Pavuryacı Coşkun’ dediğimiz iskele yakınındaki tablalarda sergilediği istakoz ve pavuryalara özenerek bakardık ve bir gün biz de bunlardan yakalamanın hayalini kurardık. Şimdi bakıyorum da çocuklara, 5 yaşından itibaren atari salonlarında, bilgisayar başında tıkılıp kalıp bence sanal çocuk olmayı tercih ediyorlar. Bizimkiyse gerçek çocukluktu. Biz oyunlarımızı kendimiz yaratıyorduk çünkü.
Ada’da akşam bütün hanımlar en şık en alımlı kıyafetleriyle hazırlanır, tabii bizlerde; adaya tek ulaşım aracı olan şehir hattı vapurundan babalarımızı karşılamaya iskeleye giderdik.
Saat 20.00 sularında bütün evlerin balkonlarından yükselen adeta Kızılderili kabilelerinin işaretleşmek için yaktıkları duman ateşleri gibi mangal dumanları ve dayanılmaz kokular etrafı kaplardı. Hem karnımız hem de gözümüz doyardı.
2 tane yazlık sinemamız vardı. Her akşam yeni film olurdu ve hiç kaçırmazdık. En büyük eğlencemiz oydu. Filmler hem Türk hem de yabancı olmak üzere değişik değişik oynatılırdı. Şimdi birinin yerinde boş arsa diğerinde ise apartman yükseliyor…
Ada’mızda geçmişten bugüne değişmeyen yegane şey el arabasıyla dondurma satan Ali Usta’nın ölümünden sonra devam ettiren yeğeni Yücel. 35 yıldır tadı ve kalitesi aynı olan bu dondurmanın bundan sonrada asla değişmeyeceğine inanıyorum.
Şu anda benim 6 yaşında bir kızım var. Hafta arası, tıpkı babası gibi sokakta kuzenleri ve arkadaşlarıyla oynuyor. Ne mutlu bana ki benim zamanımdaki oyunları onun da oynamakta olduğunu görüyorum. Tek üzüldüğüm nokta şu; benimle birlikte olabileceği cumartesi Pazar günlerinde adanın istilaya uğraması yüzünden evimizin önünden denize giremeyişimiz. Hatta ve hatta gelenlerin bahçelerimize kadar girip, sokak aralarına kadar yayılmak suretiyle bizleri evden dışarı çıkamaz hale getirdikleri günlerdeyiz.
Eskiden de adaya İstanbul’dan gelenler olurdu. Fakat bu ziyaretçiler genelde adanın arka tarafındaki halk plajlarını kullanıyorlardı. Ön tarafa gelerek hele evlerin önlerine veya bahçelere kadar girmek suretiyle bizleri ev hapsine mahkum eden bir durum söz konusu değildi.
Aldığımız duyumlara göre Fatih, Ümraniye, Maltepe vb. bazı semtlerdeki dükkanlarda alışveriş edenlere ada jetonu hediye etmek suretiyle bizleri rahatsız edici boyuttaki bu haftasonu ziyaretleri sağlanıyormuş!
Gerek cumartesi gerekse Pazar günleri saat 19.00’dan itibaren el ayak çekilmeye başladıktan sonraki görüntü ise tam bir facia. Her tarafa yayılmış poşetler, kavun karpuz kabukları, pet şişeler, kola kutuları ile açık hava çöplüğüne dönüşmüş bir ada başımıza kalmakta.
Bu kalabalığın bir başka rahatsız edici yanı ise, adada çıkan kavga münakaşa hırsızlık kapkaç gibi eylemlerle asayişin ve huzurun kalmamış olması.
Geçenlerde çıkan kargaşada polis, yetersiz kalınca havaya ateş edip birinin yaralanmasına sebebiyet verdi. Polis bile kendini koruyamazken bizler bu durumlar karşısında ne yapacağız diye endişelenmekteyiz.
Yıllardır sahibi olduğumuz, çöp vergisi emlak vergisi verdiğimiz mülkümüzün bahçesi tuvaletleri, mutfağımız mutfakları oldu. İzin isteme gereği dahi duymayan tuhaf tavırlar içindeler. Uyarılara ise “ne yani evinizi, bahçenizi yedik mi?” diyen hatta izin almadan havuzuna girdikleri bir evden polis zoruyla dahi çıkmak istemeyen bir toplulukla karşı karşıyayız.
Bu sıkıntılar sadece Kınalıada’ya mahsus olmayıp diğer adalarında ortak sorunu olarak basında yer almaya başladı.
Birçok sektörün mafyasını muhakkak ki duymuşsunuzdur. Ben sizlere plaj mafyasından bahsedeceğim. Bu sene ilk olarak adada umuma açık kıyı şeridinde şezlonglar ve şemsiyeler kiralamak suretiyle para kazanan tipler türedi. Bunlara kıyıyı kullanma hakkını, bu ekipmanları kiralama iznini kimlerin verdiği nasıl bir yetkiyle bu işi icra ettikleri ada halkınca anlaşılamamaktadır. Kaymakamlığa ve belediyeye yapılan şikayetlerde sonuçsuz kalmıştır. Ortada haksız bir kazanç ve hepimize ait olan kıyı şeridinin gasp edilmek suretiyle işgali söz konusudur.
Bizim adalılar olarak yetkililerden beklentilerimiz; insanları adaya yönlendirmeden evvel tıpkı yurtdışında örnekleri olduğu gibi kabin tuvaletler koymak suretiyle, zaten mevcut olan halk plajını faaliyete geçirerek ve iskeleden ücretsiz ulaşım sağlayarak onları da, bizleri de memnun edecek bir ortamı yaratmaları.
Bir de Ada’nın tepesinde dikili olan 10-15 tane televizyon vericisini artık o kadar çok benimsedik ki artık yazmaya gerek bile görmüyorum, 10 senedir konuşmaktan şikayet etmekten yoruldum galiba. Aldığımız cevap klasik ha bugün ha yarın kalkacak.
Adalı olup da evleri gerilerde, diplerde olan, yani tek soluk alma imkanı sahildeki banklar olanlar içinse bir mehtap seyri artık hayal. Çünkü günübirlik diye gelenler ertesi güne yer kapabilmek için bu bankları zaptedip geceyi üstünde geçirmekteler.
Adaya doğalgaz gelecekmiş yakında beklerdik ki bir sorsunlar ister misiniz diye veya bir mini referandum yapsalardı gerçi sonuç gene değişmezdi ama değer gördüğümüzü hissetirmeleri yeterdi.
Benim arzum İstanbul’un halen orijinalliğini kaybetmemiş olan Adalar’daki kültür mozaiğinin korunmasıdır.