BBC’nin “How Earth Made Us” adlı muhteşem belgeselini izlerken, ikinci bölümde yeryüzündeki tektonik plakaların üç boyutlu animasyonuna rastladım. Bugüne kadar bu plakaların çizimlerine gazetelerde, internette rastlamıştım ama anlamsız çizgilerden ibaretlerdi. Fakat belgeselde öyle bir animasyon yapmışlardı ki, en anlamayacak insanın bile dünyanın en hareketli deprem bölgelerini çözmesi zor değildi. İşte o animasyona bakarken Japonya’nın olduğu gibi plakanın üzerinde olduğunu görünce içimden “tevekkelli bunlar sallanıp duruyor” demiştim. Belgeselde plakaların çarpışması sonucu ortaya çıkan adalardan bahsediyorlardı ki anladığım Japonya da aslında iki plakanın birbirine geçmesi sonucu ortaya çıkmıştı.

Yine aynı belgeselde beni çok etkileyen bir anlatı mevcuttu: “İnsanlık olarak Dünya ile yaptığımız anlaşmadır bu. Şehirlerimizi ve ülkelerimizi bu tabakaların birleştiği yerlerin üzerine kuruyoruz. Dünya bize bereket sunuyor, ama biz de karşılığında depremi kabul ediyoruz. Nitekim Dünya’nın en verimli bölgeleri deprem fay hatları ve bu hatlara bağlı olan yanardağların çevresinde bulunuyordu. Çünkü yeraltından fışkıran mağma, dünyanın en bereketli topraklarını oluşturuyordu. Biz insanlar da bu bereketten yararlanmak için şehirlerimizi oralara kuruyorduk. Bu tabakalar sürekli hareket halinde oldukları için de habire depremler oluşuyordu ve bizler daha 60-70 yıl öncesine kadar depremlerin nedenlerini bilmiyor ve bu “doğal” doğa olayını, tanrının gazabına bağlıyorduk. Halbuki ne gazaptı, ne cezalandırma. Dünya sürekli hareket halindeki bir gezegendi ve bu hareketin sonucu olarak depremler ortaya çıkıyordu. Olay bundan ibaretti.

İşte yaşanan Japonya Depremi sonrası, arkadaşlarımın Facebook iletilerinde “Dünya’yı şifalandıralım…”, “Dünya Ana’yı o kadar kızdırdık ki işte ceza ödetiyor…” mealinde mesajları gördüğümde, aklıma ilk bu belgesel geldi. Dünya’nın şifalandırılmaya ihtiyacı yoktu bu bağlamda, çünkü milyarlarca yıldır “doğal” hareketiydi bu onun. Kızdığı ettiği de yoktu hani -ki bu görüş insanlık bilinçaltındaki “kızgın Tanrı”dan miras bize-; amma velakin son 80 yıl içinde mesela kaç tane atom bombasını patlattık bu gezegen üzerinde bir düşünelim. Sonuçta evrende herşey dengedir ve biz dengesini bozduk bu gezegenin. Bir şifalandırma olacaksa evet bu noktadan yaklaşabiliriz, çünkü etmediğimiz kalmadı bu Dünya’ya. Bir de HAARP gibi deprem aygıtlarının etkileri var mıdır, yok mudur… Oralar işin komplosuna giriyor, bilemiyorum.

Japonlar’ın öğrettikleri….

İnsanlık tarihinin en büyük 5. Depremi, insanlığın teknolojik açıdan en gelişmiş, en medeni ve doğal afetlere en hazır toplumunun karşısına çıktı. Cidden dünya üzerindeki başka bir toplum bunu yaşasa olabileceklerin etkileri, şu anda yaşananların onlarca katı olurdu. “Bizde olsa ne olurdu” geyiklerine girmiyorum… Bir sel felaketinde yaşananları bile görüyoruz. Birbirimize yardım etmek yerine, yağma için minibüs kaldıran bir yapı bizimkisi. Bu büyüklükteki bir depremden sonra allah ölenlere değil, sağ kalanlara yardım etsin derim ben. Sadece mahvolmuş bir çevre ile değil, yağmacılarla, fırsatçılarla da uğraşacak olurlar. Japonya’dan ise bir tane bile yağma haberi gelmedi. Bununla birlikte, o kadar düzenli bir toplumlar ki karmaşa çıkmadı. Tsunami olmasa, neredeyse 3-4 ölü ve pencereden atlayan bir Türk ile tamamlayacaklardı bu olayı. Ama tabii depreme ne kadar hazırlıklı olursan ol, koskoca okyanusun önüne baraj yapacak halin yok. Sadece insanlarına haber verebilecek sistemi kurabiliyorsun o kadar. Haber verme sistemi olmadığında neler yaşanabileceğini de 2004 sisteminde görmüştük zaten, 220 binden fazla ölü ile…

Nükleer Felakete Doğru mu?

Japonlar’ın kısa zamanda toplanabileceklerine kimsenin şüphesi yok. 2. Dünya Savaşı’nda iki atom bombası yemelerine rağmen, dönemimizin en büyük güçlerinden birisi haline dönüşmeyi başardılar. Çalışmanın, özellikle de toplum için, bütün için çalışmanın sonuçlarını gösterebilen ender insan topluluklarından.

Yalnız bu nükleer santral olayı konusunda feci çuvallama söz konusu ve yine yaşananlar hepimiz için büyük dersler içeriyor. (Ama almasını bilene.) Hürriyet’te okuduğum haberin önemli kısımlarını paylaşıyorum sizinle:

“Japonya nükleerle ilgili daha önce uyarılmıştı

“Wikileaks’te yer alan belgeler aynı zamanda Japonya hükümetinin ülkenin batısında bulunan bir başka nükleer santralin, güçlü depremlere dayanamayacağı gerekçesiyle kapatılması yönündeki mahkeme kararına karşı çıktığına da işaret etti. Mahkeme, santralde bir kaza olması durumunda yerel halkın radyasyona maruz kalabileceği, çünkü modası geçmiş kurallara göre inşa edildiği ve sadece 6.5 büyüklüğünde bir depreme dayanabileceğine karar verdi. Ancak Mart 2006 tarihli bir belgede mahkemenin kaygılarının ülkenin nükleer güvenlik ajansı tarafından desteklenmediği ifade edildi.

Belgede şu ifadeler yer aldı: Japonya’nın Nükleer ve Endüstriyel Güvenlik Ajansı reaktörün güvenli olduğuna ve bütün güvenlik analizlerinin olması gerektiği şekilde yürütüldüğüne inanıyor.” Hükümet 2009 yılında mahkemenin kararını geri çevirdi.

Bir başka belgeye göre de ABD’li yetkililer Washington’a nükleer yakıtı geri dönüştüren Japon nükleer santrallerinin güvenliği riske attığını aktardı. Yerel gazete haberlerini içeren belgelerde, “Elektrik üretim santrallerinin ulusal politikalar gerekçesiyle birbiri ardına inşa edilmesinde riskli bir durum var. Birçok vakada maliyetleri düşürmek için riski artıran adımlar atıldığına şahit olduk” dedi.

Belgelerde Japonya parlamentosunun alt kanadının önde gelen üyelerinden Taro Kono’nun Ekim 2008’de ABD’li diplomatlara hükümetin nükleer kazaların “üstünü örttüğünü” söylediği de yer aldı. Kono hükümetin rüzgar gibi alternatif enerji kaynaklarını göz ardı ettiğini öne sürdü. Belgede, “Dahası Ekonomi, Ticaret ve Sanayi Bakanlığını nükleer kazaları örtbas etmekle ve nükleer sanayinin gerçek maliyetlerini ve sorunlarını gizlemekle suçladı” denildi

Doğa affetmez!

İnsanlık olarak büyük bir kibir içindeyiz: “Doğaya hükmeden insanoğlu” olarak görüyoruz kendimizi. Ama doğa her hareketinde, aslında hiç de öyle olmadığımızı yeniden yeniden hatırlatıyor bize. İnsanlar olarak çok fazla çoğaldık ve tüm gezegeni ele geçirdik. Teknolojimiz ve şehir yapılarımız itibariyle de büyük enerji ihtiyacı içindeyiz ve bunu karşılamak için evren bize gerekli herşeyi de sunuyor: Güneşi veriyor, rüzgarı veriyor bize. Amma velakin biz neyi seçiyoruz? Kilit noktalara yerleşmiş ve bu işten en çok karı elde edecek olanların istediklerini. Petrol şirketlerinin ve nükleer lobilerin kontrolünde enerji teminimiz ve bu uğurda adım adım gezegenimizi daha da harap ediyoruz. Yıllar önce bir kitapta okumuştum, söyleyen kimdi hatırlamıyorum ama “Petrol çıkartıp durarak, sadece gezegeninizin havasını bozmuyorsunuz, enerjisel dengesini de alt üst ediyorsunuz.” yazıyordu. Tabii bu sesleniş, koca bir stadyumdaki farenin çığlığı kadar yankı bulabilir günümüz dünyasında. Ama işte dünya affetmiyor.

Seni uyarıyorlar: “Bak senin bu santrallerin tehlikeli, yarın bir gün bir deprem çakarsa, görürsün dünyanın kaç bucak olduğunu” diyorlar. Tepki: “Efendim, yok öyle bir şey uyduruyorlar.” İşte görüyoruz uyduruyorlar mı, uydurmuyorlar mı? Gelip bir tane çakıyor doğa sana, sen kurtulmak için hayatlarını feda eden 50 nükleer santral çalışanını kahraman ilan edip alkışlayacak hale geliyorsun. Tüm dünya senin için dua ediyor gece gündüz kurtulman için. Umarız Japonya bu tehdidi atlatır da sorumluları sıkı bir hesaba çekip, örnek olurlar –özellikle de bizim gibi toplumlara-. (Malum bizde “Keh keh yaptık oldu, yerseniz bile demiyoruz; yiyeceksiniz.” durumu mevcuttur.)

Biz ne dersler alabiliriz Japonlar’dan…

Utopik bir başlık attım aslında. Bizim Japonya depremi ile ilişkimizin “İstanbul’a bir şey olur mu?” ile kalacağı gün gibi ortada. Ne Japon toplumunun düzenli yapısından, ne aldıkları deprem eğitiminin etkilerinden, ne binalarının yıkılmamasından, ne yağmalama olaylarının olmamasından, ne de nükleer santral konusunda yaptıkları hatalardan… hiçbirinden alacağımız bir şey yok. Evet var, ama bizim genetiğimiz “Ders almak değil, ders vermek” üzere kuruludur yüce bir Türk büyüğünün buyurduğu üzere. Cihanı titretmiş şanlı bir milletin torunları olarak bizlere ders olabilecek hususlarda bile en fazla verdiğimiz tepki “ya bizde olsaydı” ile “arkadaş Japon yapmış yine” sınırları arasında gider gelir. Zaten tek derdimiz İstanbul’dur. (Malum Dünya’nın başşehri. Yok yok aslında Dünya’da İstanbul dışında başka hiçbir yer yoktur. Evrenin bile merkezidir orası!) Kısacası biz ders mers almayız bu olan bitenden!

Bu noktada “How Earth Made Us” belgeselinin deprem ile ilgili bölümünün finalindeki sözleri aktarmak istiyorum sizlere. Anlatıcı, deprem bölümünün finalini İstanbul’da yapıyor ve diyor ki: “Ben bu şehri çok seviyorum, ama görüldüğü üzere kimsenin hazır olduğu ya da hazırlık yaptığı yok. Yakın zaman içinde de burada büyük bir deprem bekleniyor. Yazık olacak bu güzelim şehre.”

Gerçi biz Türkler için yaşanacak depremin sorumlusu belli olduğu için ne gam. Malum herşey “Allah’ın takdiridir” bu topraklarda. Ne müteahhitlerin, ne de “Yapmayın mahvediyorsunuz doğamızı, hepimizi tehlikeye atıyorsunuz” uyarılarına aldırmayıp HESler’i, nükleer santralleri kuran hükümetler sorumludur olacaklardan. Tek sorumlusu vardır depremlerin de, felaketlerin de, yaşananların da: Takdir-i İlahi!

Takdir-i İlahi’nin bizlere acıması dileğiyle…

Geçmiş olsun Japonya…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...