Siz, hiç Barbie’yi Barbie olduğu için yargıladınız mı? Hani, açık saçık, hayata bakış açısı biraz üst limitlerde dolaşan, arabası, yatı, katı, erkek arkadaşı olan, dünyalar güzeli, uzun bacaklı, uzun hatlı Barbie…
Bu Barbie denen şahıs, hayatın bütün lükslerini kendine hak olarak görür ve alır. Zaten, vücudu çok güzel olduğu için de ne giyse haspaya, yakışır. Erkek arkadaşıyla evli olması gerekmez, son model arabasına attı mı Ken’i diyar diyar dolaşır…
Kinayeli cümleleri bir kenara bırakacak olursak, şu aralar Arap medyasını ciddi derecede meşgul eden bir bakış açısı olduğunu söyleyerek konumuza girebiliriz. Çünkü Barbie’nin hayatı ne kadar normal yaşam standartlarını katlayıp geçiyor olsa da, O’nun yaratıcılarına ters düşen ve bambaşka bir kulvarda ilerleyen farklı bir dilber piyasalara çoktan düştü bile. Yaklaşık bir ay kadar önce bir dükkanda gördüğüm ve ağzımı beş karış açık bıraktıran bu yeni hatunun adı ise, Fulla. Kısaca, Barbie’nin Arapçası…
Fulla, baştan ayağa kadar kara çarşafla örtülü, bazen beyaz da olabiliyor şartlara göre, hatta yanında dikkatinizi çekerim pembe seccadesi olan, kapalı olmasına rağmen bir yerden frikik veren ki, o da yüzü çünkü çok cazip koskoca kahverengi gözler, hafif koyu bir ten olaya eşlik ediyor, başka bir dilber olarak çıkıyor karşımıza. Belli ki, spot ışıkları altında olmaya ve çocukların beynini farklı bir yönde yıkamaya hazırlanmanın etkisinde. Haliyle, utangaç bir hali var.
Derken, ne kadar utangaç olsa, kameralardan, gazetecilerden kaçsa, namazında, niyazında olsa ve erkek arkadaş falan konusunu ağzına almasa da, flaşlar ardı ardına patlamaya ve gazetelerin sayfalarını süslemeye başlıyor Fulla. Çünkü O, yıllardan beridir farklı bir alternatif yaratan hemcinslerini temsil etmekte. Çocukların renklerinden ve kıyafetlerinden etkilenerek aldıkları Barbie’ye yüzde yüz karşı, maddiyatı maneviyata çevirmiş olan Fulla, burada at başı şekilde satın alınıp; ” Bak, yavrum artık yeni bebeğin bu olacak.” diye sunulmaya başlandı bile…
Hafifçe paranoyak belirtiler olarak görülse ya da dünyayı gereğinden fazla ciddiye almak dense de ben, hayattaki her şeyi sorgulamayı görev edinmişim kendime, can çıkmadan huy çıkmaz derler ama çocuklarımızı bombardıman halinde verdiğimiz değerleri bir düşünsenize?
Hele, bir Barbie’yi ele alalım, verilen mesajları da şu şekilde sıralayalım;
Hayatta, istediğin her şeye sahip olabilirsin.
En önem vermen gereken şey, vücudun, giysilerin ve neye sahip olduğundur.
Ne giyersen sen O’sundur.
Erkek arkadaşınla istediğin gibi flört edip, istediğin şekilde yaşayabilirsin. (Ben hala Ken kocası mı, erkek arkadaşı mı bilemiyorum, zaten beni bağlamıyor ama toplumun değerleri ile çatışıyor.)
Evin, malikane tarzı olmalı.
Hayatının en göz alıcı rengi ise pembe, yoksa öyle değil mi?!
Araban Chevrolet, köpeğin fifi değilse bittin!! Mümkünse fifinin de pembeye boyanması şart.
Böyle bir dişinin, uzun hatlı vücut bölümü dışında erkekler tarafından ne kadar çekici bulunacağı tartışma konusu olsa da, çocukların bir süre Barbie yaşam tarzı hayat istemeleri onları etkileme yönümüzü tekrar düşünmeye sevk etttirir. Sonra, yetişkin kısmısı düşünür, düşünür, düşünür… Veeeee Fulla’yı icat eder! Evreka!!!!
Şimdi bir de Fulla’yı değerlendirelim;
Barbie ne kadardışa dönük, hayatında çocukmuş, çolukmuş, maneviyatmış falan hak getirir davranışlar içinde olsa da Fulla kendini, elinde pembe(!) seccadesi, orada burada maneviyatın önemini temsil edecek şekilde gösterir.
Kıyafet önemli değil mesajını verir. Ama aynı zamanda birbirinden farklı bir Fulla bile yoktur çünkü hepsi aynı prototip kadını temsil eder. Erkek yok, çocuk olacak elbet bir şekilde ama nasıl olacak? Eminim, üreticilerin o durum için de hummmalı bir çalışmaları vardır.
Öyle, kolu bacağı gözükmez, kimseyi de tahrik etmez. Barbie’yle tahrik olan adamların da sonu olur böylece, sorun da çözülmüş olur.
İleride kocasına teslim edilecek kadının önündeki örneğin, ilerki kadın yıllarında bu hayat tarzına ters düşmemesi de böylece sağlanmış olur.
Şimdi de, çocukların bakış açılarına bakalım bir; birisi diyor ki; “Ben, geçen sene Fulla’yı televizyonda gördüğümden beridir, O’na sahip olmak istedim çünkü koskocaman kahverengi gözleri, simsiyah uzun saçları var ve yüzü çok güzel.” İnsanların büyük olsun, küçük olsun fizikten etkilenmemeleri mümkün mü? İlk önce, bu soruyu sormak lazım. Bir şeyi ne kadar kapatırsanız kapatın, neresi açıkta kalırsa o noktayı çekici kılmaya çalışmış insanoğlu. Karşı cinsi nasıl etkileyecek? Eğer, etkileme mekanizması çalışmasa kendine niye bakacak? Niye yıkanacak? Neden güzel kokacak? Geçelim başkalarına…
Babalar olaya daha bir korkak yaklaşıyorlar, burada korkunun kaynağı, hem kendi eşleri hem de kız çocukları, diyor ki bir tanesi; “Ben Fulla’yı çok beğeniyorum çünkü bizim geleneksel bakışımızı yansıtıyor. O’na baktığımda annemi, karımı, kız kardeşimi görüyorum.” Çünkü hepsi aynı… Olması gereken bu, hissedilmesi ve yaşanması gereken de bu ama bir de gerçekler var. Onlar gizli gizli verilen mesajlarla, minnacık bir dövmeyle, yüze yapılan ağır makyajlarla, sürülen kokularla, başörtüsüne işlenen ince pullarla ve ayak bileklerine takılan hal hallarla kendini anlatmaya çalışıyor. Çekici olmak kafası ezilmeye çalışılıp, yok sayıldıkça daha bir zaman harcanır hale geliyor. Birisi; “Fulla’nın erkek arkadaşı olmayacak, Arap kızlarının erkek arkadaşları olmaz.” diyor, kendinden emin… “Bir gün Barbie burada bir yabancı olacak…”
Üreticiler, gelecek nesillerin örneklerini küçücük bebeklere sıkış tıkış yapıp, halka sunuyor. İster, komplo teorisi diyin, ister abarttığımı düşünün ama artık günümüzün beyin yıkama metodları böyle işliyor. Barbie kızımız, ne kadar kadının dış görüntüsünü baz alıp, içini geliştirmeyi göz ardı etmişse, Fulla kızımız da hayatın akışını ve kişiliğini özgürce yaşamayı unutmuş bir çizgide gidiyor. Sevgili ebeveynler de çocuklarına bol bol kendi kafalarında yarattıkları ve ilerde olmasını istedikleri kişilikleri bebeklere doldurmuş şekilde satın alarak bu mekanizmaya yardım ediyorlar. E, alan rağzı, satan rağzı olduktan sonra bize bir şey söylemeye ne gerek? Canım, zaten yıllar ilerledikçe herkes Barbie ya da Fulla mı oluyor? Tabi ki hayır ama bazı değerler çocuklukta verildiği gibi değişmeden kalıyor. İnsanlar, belki birbirlerinden farklı olmanın değerini, hayatlarının ilerki yıllarında anlıyorlar. Yüzlerinde çizgiler çıkıp, güzellikleri sonuna kadar yaşayamadan yaşlanıp, gidiyorlar. Ve dünyadaki tüm sistemler insanları kontrol edebilecekleri bir mekanizmanın peşinde koşuyorlar, bir tarafından tüketmek insanı bağımlı kılıyor, diğer taraftan toplum veya din kuralları… Bize de ” İmdattttt!” demek kalıyor herhalde.
Neyse… Duyamadım?!… Hangi bebek mi? Bence, her ikisi de değil! İlla ki, bir seçim olması gerekiyorsa, bez olanı lütfen, kişilikli, eskiyebilen, yıllara dayanan ama kendisi olabilen bir bebek olduğu için…