Yazının başlığına bakıp da, bu satırları sizinle paylaştığım günlerin içinde bulunduğumuz Ramazan ayından kaynaklanan bir sebebe dayalı olduğunu lütfen zannetmeyiniz.
Kendimi bildim bileli suya sabuna dokunmamak ya da kokmamak bulaşmamak gibi hususiyetlerden zerrece nasibini alamamış ve hatta yanında yakınında bir haksızlık ya da bir çarpıklık söz konusu olduğunda tam hadisenin orta sahasına dalan birisi olarak; bana göre -ki dış ülkelerde bulunup dostlarımda kalarak oradaki yönetim ve yaşam şekillerini iç içe yaşayarak iyice gözlemlediğimden- çarpık çurpuk, saygısız, sevgisiz, sorumsuz, özensiz, duyarsız, keşmekeş ve hatta zaman zaman iğrençlik boyutlarına varan bir ortamı “işte hayat bu, buyrun yaşayın!” şeklinde önümüze koyanları şöyle bir satırlar aracılığıyla da olsa silkelemek; birşeylerin altını çizerek veya üstüne parmak basarak irdelemek maksadıyla bu yazıyı yazıyorum…
Tabiidir ki her ülkenin ve toplumun üzerinde yaşadığı coğrafi, dini, sosyal koşullardan kaynaklanan kendi iç dinamikleri vardır. Ancak; bütün intizamına, herşeyin düzenli çalışan bir saat dakikliğinde akıp gitmesine, insana, insanca yaşama, hakka hukuka -sadece kendilerine yönelik bile olsa!- riayet edilmesine rağmen Avrupa’lı dostlarımın hamdetmek şükretmek gibi kavramlardan bihaber olmaları bana ne derece şaşırtıcı geliyorsa; bu ülkede doğmuş ve büyümüş birisi olarak yetkili pozisyonda olanların etkisizliği, sorumlu mevkileri işgal edenlerin sorumsuzluğu ve aymazlıkları, adının önüne yazdırdığı ünvanları zerre kadar hak etmemiş, sindirememiş ve hatta kaldıramamış olanların pişkinlikleri ve kendilerini eleştirenlere ya da tavsiyede bulunmaya yeltenenlere karşı takındıkları tavırları -hadi başkalarının görüşlerine tahammülleri yok bari öz eleştiri yapabilseler. Nerdeee!- ve dolayısıyla sebebiyet verdikleri olayları, olayların yansımalarını, sonuçlarını ve bu ülkede yaşayanlara dayatılan maddi manevi koşulları gördükçe isyan ediyorum!
Dolayısıyla;
– Köy Enstitüleri’ni kapatarak “aman bu millet uyanmasın sonra nasıl baş ederiz!” diyenleri;
– Partisinin amblemini taşıyan seccadeleri, Kuran-ı Kerimleri halka dağıtarak takiyyeciliği başlatanları;
– “Anayasayı bir kere delmekle bi şey olmaz!” “Benim memurum işini bilir!” diyenleri;
– Kendisi çocuksuz da olsa akrabaları ve aile efradı ülkeyi talan eden, babasının çiftliğiymiş gibi at koşturanları;
– Başka hiçbir ülkenin kelime hazinesinde yokken “Devlet deniz, yemeyen keriz!” gibi deyimleri dilimize kazandıranları;
– Ayrıca ‘Hayali ihracat’ ‘Yalakalık’ ‘Hortumculuk’ gibi sözcükleri günlük lisanın bir parçası haline getirenleri;
– Kendi vatandaşını halâ -yıl 2004!- vergi ödeme konusunda disipline sokamamışken “Varlık Vergisi” adı altında gayrimüslimlerin servetini ellerinden almaya yönelik uygulamaları hayata geçirenleri;
– Bu ülkeye ve üstün dehasını dost düşman herkesin kabul ettiği liderine sayıp sövüp küfredenleri, ziyafet sofralarında ağırlayanları;
– Çala çırpa, haksız kazançla, hileli iflâsla kısacası ‘kul hakkı yiyerek’ elde ettiği servetlerle okul, spor salonu vb. şeyler yaptırarak bir de hayırsevermiş gibi gözükmeye çalışanları;
– 30.000 kişinin ölümüne sebebiyet verenleri adada tatile gönderenleri; (Nasıl bir liderdir(!) ki temsil ettiği topluluğun dilini dahi bilmez…)
– “Demokrasiyi yine demokrasinin yardımıyla çökerteceğiz” “Camiler kışlamız, minareler süngümüz!” diyenleri;
– Müslümanlık son derece yüce ve tevazu içeren bir din iken; ölüsüne dirisine yer beğenemeyip özel kararnamelerle yakınlarını türbelere, anıt mezarlara defnedenleri;
– Tarım arazilerini sanayiye açıp itiraz eden sivil toplum örgütlerine “İsterlerse köşkün bahçesini veririm!” diyenleri;
– Memlekette her türlü sebze, meyve ve tahıl üretilirken; çiftçiyi yanlış tarım ve hayvancılık politikalarıyla yöresinde geçinemez hale getirip göçe mecbur bırakanları;
– Amerika’nın hormonlu tohumlarını ve sun-î katkı maddeli gıdalarını insanına lâyık gören ve dövizleri çarçur edip kivi, ananas, brokoli vb. pek de gerekli olmayan şeyleri ithal ettirenleri;
– Başta Amerika olmak üzere dış ülkelerden borç alıp alıp sonra da “Türkiye’nin fevkalâde itibarı vardır!” -borç almaya dayalı nasıl bir itibarsa?!?- diye övünenleri;
– Vatan evlâdı Doğu’da Güneydoğu’da şehit olurken yalılarda yatarak -hatta komando kisvesi altında- askerlik yapanları;
– Bayramlarda, yılbaşlarında, analar-babalar gününde millet şehitliklerde evlâdının mezarı başında ağlarken yalılarında, villalarında kendi ‘gürbüz’ evlâtlarıyla kutlayanları;
– Aydınlara yönelik; yakma, kurşunlama ve bombalama hadiselerinde “failler en kısa zamanda bulunacaktır!” deyip olay mahallindeki delilleri yok edenleri, ettirenleri ve de görmezden gelenleri;
– Kendisine “Milliyetçiyim!” deyip gayrısını “Vatan haini!”, “Dindarım” deyip “Kâfir!”, “Alimim” deyip “Cahil cühelâ!” ilân edenleri;
– Derse girmeden üniversitede hoca, kitap yazmadan profesör -bana göre profüsür!- olanları;
– Bariz ihmalkârlıklar sonucu; değişik ulaşım yollarında üst üste kazalar meydana gelip bir yığın insan yakınlarını kaybederken ve acılar içinde kıvranırken halâ ‘istifa’ etmeyi aklının ucundan geçirmeyenleri;
– Görünürde asık suratla ‘ağır ol molla desinler!’ mantığıyla dolaşıp gerçekte son derece laubali ve yılışık olanları ve hatta fırsat bulduğunda hemen tacize, tecavüze yeltenip uçkur çözenleri;
– Sendikal haklar sıfırlandığından ‘asgari ücret’ in dahi altında çalışmaya ve dolayısıyla sürünmeye mahkum edilen milyonları görmezden gelenleri;
– Ya da yardımsever, hamiyetperver havalarında bu insanlara kameralar huzurunda yardım paketi ve yemek dağıtanları;
– İyi işler kotaran, sosyal yaralara merhem olmaya çalışan vakıf, dernek ve benzeri kurumlara çengel atıp diş geçiremeyince “bunlar misyoner faaliyeti yürütüyor, vatan evladı hıristiyanlaştırılıyor!” diyenleri veya Doğulu Güneydoğulu kızlara yönelik cehaletle mücadele amaçlı okuma kampanyalarını teröre destekmiş gibi gösterenleri;
– Daracık yollarda normal arabalar gitmekte güçlük çekerken; cenaze arabası ebadındaki
-hatta askeri amaçlı, tamamen engebeli arazi için imal edilmiş- arabalarıyla trafiği iyice arap saçına döndürenleri;
– Hamile kaldığında -bu ülkede zaten krem dö lâ krem! koşullara sahipken!- sırf züppelikten; –fevkalâde doktorlarımız ve kliniklerimiz dururken- bebeğini doğurmak için başka ülkeleri tercih edenleri;
– Gençleri apolitize ederek gece hayatı ve sigara, alkol, extasy ve daha beter keyif verici maddelere yönelmiş; okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan ve tartışamayan yoz bir güruh haline getirmeyi amaçlayanları ve bunu büyük ölçüde başaranları;
– Nadiren de olsa dürüst politikacılar çıktığında “Aman canım O da çok dürüst, kendi çalmıyor ama çevresi çalıyor!” diye tezek atanları;
– Bizim hayrımıza olmayan oluşumlara üye olmayı -sanki olanlar bir hayrını görmüş gibi!- umutmuş, çıkış noktasıymış gibi gösterenleri;
– Bizi içten içe çökertmek için tarihten beri uğraşanları ve daima pusuda bekleyenleri ‘Dost ve müttefikimiz!’ diye sunanları;
– Seçim öncesi anket yapıyor havalarında kapılara dayanıp “kim bizden, kim değil?” amaçlı araştırma ve tespit yaparak Allah’la kul arasına girmeye çalışanları;
– Dünya herşeye rağmen bir yığın güzelliklerle ve hoşluklarla dolu yaşanılası bir yerken; kendi milletine boğaz tokluğuna yaşamayı en ufak bir tabiat olayında sular basan, damları akan, her tarafı göl haline gelen şehirlerde; kar yağdığında aylarca yolları geçit vermeyen köylerde kasabalarda yaşamayı reva görenleri;
– Belediyelerce; durmaksızın kazılıp bir ikaz işareti dahi koyulmadan, birçok kişinin hayatına mal olan çukurlara sebebiyet verenleri;
– Milletin adalete olan inancını sarsarak ve hatta yok ederek otorite boşluğundan doğan ‘mafya, çete’ ve benzeri oluşumlara zemin hazırlayanları;
– Bu kanunsuz kişiler eskaza yakalansa bile; “Bir konuşursam ülke temelinden sarsılır!” dedirtecek pis ilişkilere girmeyi içine sindirenleri;
– Her seçim öncesi oy kaygısıyla kaçak inşaatlara göz yumup olmayacak yerlere olmayacak binaları dikenleri görmezden gelerek ve dolayısıyla ‘deprem’ denilen tabiat olayını facia haline getirenleri;
– Siyaset yapmayı; tamamen paraya dayalı adeta ‘bir koy beş al!’ tarzı bir ticari metaya dönüştürenleri;
– Yanlış eğitim politikalarıyla ve gittikçe yükselen başarı çıtalarıyla gençleri yarış atına çevirip bunalıma sokanları ve bilhassa ‘yabancı dille eğitim’ adı altında Türkçe’yi unutturanları;
– Pırıl pırıl insanlar ve bilhassa gençler imkânsızlıklar içinde kıvranırken, maddi manevi desteğe muhtaçken, geleceğe dair bir umut arayışı içindeyken pişkin pişkin “Herşeyi devletten beklemeyin canım!” diyenleri;
– Kısacası; dillerinden hiç düşürmedikleri “tüyü bitmedik yetimin!” ve daha nice gelecek nesillerin geleceğini çalarak çırparak, ona buna peşkeş çekerek çarçur edenleri, ülkemi ve milletimi tarumar edenleri;
Affetmiyorum!
Ve Hakkımı Helâl Etmiyorum!
Ve hatta çok anlamlı bulduğum ve başka hiçbir dinde olmayan dinimize özgü uygulama çerçevesinde; bu kişiler vefat ettiğinde cenaze namazları kılınırken imam cemaate “nasıl bilirdiniz?” ve üç kez “hakkınızı helâl eder misiniz?” diye sorduğunda. Ben “Haram ediyorum!” demeyi arzu ediyorum…
Siz ne düşünüyorsunuz?