Şu görevli olmak terimine hasta oluyorum..

‘Ben bu dünyada görevliyim..’ bir sen görevlisin çünkü.. biz geçiyorduk uğradık.. bakıp çıkıcaz çok kalmayacağız..

Ya da; ‘E görevli geldik, kolay mı?..Zor oluyor tabii..’ Abla sen konkene falan git ya, altın günlerine katıl bak daha eğlenceli.. yormayalım biz seni..

İkinci uyuz olduğum kelime de: seçilmek.. ‘ama beni onlar seçtiler..’ Bir yanlışlık olmuş abla kusura kalma gari

Tövbe Yarabbim..

Nedense yıllar içinde dünyasal olmak ve evrensel olmak, evrensel görev yapmak gibi tuhaf, anlamsız söylemler türedi.. Bir şekilde dünya işleri, gaileleri boş, gereksiz…evrensel (!) görevler pek mühim olgular şeklinde bir algılama yaratıldı.. ve dünyasal sorumluluklar, günlük işler hani dünya telaşı dediğimiz tüm o uğraşlar basit, değersiz; bu tür işleri ve koşuşturmaları olanlar da ‘evrimsiz’, ‘ruhsal evrimi düşük’ gibi sıfatlar aldılar.. Hatta maalesef öyle bir noktaya geldi ki olay, ‘ay şu çamaşırı, bulaşığı halledeyim.. çocukları da başımdan savayım da evrensel görevimi yapayım.. böyle işlerle uğraşmaktan evrensel görevlerimi aksatıyorum ayol!’ diyenleri bile duydum..

Dünya, evrenin bir hücresi, mikroda bir yansıması, bir suretidir.. Zaten kendisi ‘evrene ait’, onun içinde ve hatta onun bir prototipi, çekirdeği olan bir oluşum, nasıl ‘evrensel’ olmayabilir? Dünya gailesi diye küçümseyip attığımız şeyler, bizim burada beden alma amacımızdır.. Biz dünyada insan OLmayı deneyimlemek için bulunuyoruz; yani insan olarak yaşamak için.. daha da açarsak; yemek, içmek, nefes almak, gezmek, çalışmak, aşık olmak, dost olmak, hasta olmak, sağlıklı olmak, savaşmak, sevişmek, anne olmak, baba olmak, patron olmak, çalışan olmak, sevinmek, üzülmek, insana ait duyguları hissetmek, kazanmak, kaybetmek, unutmak..ve hatırlamak için.. tümüyle ve birçok şekilde insana ait olguları deneyimlemek için..

Her birimiz, birbirinden farklı boyutlardan, zamanlardan geliyoruz.. elbette ki oralarda asıl kimliklerimiz ile başka başka görevlerimiz var.. belki de gerçekten çok güçlü, pek bir statü (!) sahibiyiz geldiğimiz yerlerde.. ama işte hepimiz aynı kıyafeti giymişiz; dünya bedeni..demek ki burada böyle olmak gerekiyor..

Ağlayabilmek, kahkaha atabilmek, acıkmak, karnımızı doyurunca yaşadığımız o büyük keyfi yaşabilmek, birine dokunabilmek, sarılabilmek.. o kadar eşsiz duygular ki.. ve evrende bu duyguları yaşayamayan o kadar çok varlık var ki.. bizim burun kıvırdığımız eylemlerin tümü, aslında burada bulunuş amaçlarımız..

Bir değerlendirilmeye tabii tutulacaksa hayatlarımız, öte alemde (ki hem evet tutulacak hem de tutulmayacak aslında) bu değerlendirme dünya işlerine ayrılan süreler çıkarılıp geri kalan zamanda ne kadar evrensel misyonlarımızı gerçekleştirdiğimize bakılarak olmayacak.. sabah uyandım, dişimi fırçaladım, kahvaltıyı evde/dışarıda/işte yaptım.. işe gittim.. yol sürdü bir saat… işte her zamanki koşturmaca, telefon, evrak trafiği derken akşam olmuş.. çıkışta sevgilimle sinemaya gittim.. bitap düşmüşüm günün sonunda.. duş alıp hemen yattım.. ne zaman evrensel görevlerime zaman ayıracaktım?? Bu değil işte..

Ne yapmak’tan, nasıl yapmaya, hatta aslında ne OL’maya geçtiğimizde tüm sırlar çözülmüş olacak..
İşte murat edilen ve bizden beklenen, zaten olmamız gereken yerde, olmamız gereken insanlarla, olmamız istenen kimliğimiz ve kişiliğimizle olduğumuzun farkındalığı ile tüm bu günlük işleri dengeyle, sevgiyle, neşeyle, uyumla yapmaktır..
Aslında ötesi; mesleğimiz ve rollerimizi (anne, baba, eş, sevgili, arkadaş, çalışan, müdür…) araç kılarak Tanrısal ışığımızı,sevgimizi,özümüzü yansıtmak için buradayız..

Öyle: ‘ancak fırsat buldum.. oturayım da (hani benim manyetik alanım geniştir ya) biraz dünyaya şifa, huzur yayayım da evrensel görevimi yerine getireyim’ler birşeyleri yanlış anladığımızın göstergesidir..

Tüm canlılar ve maddeler dahi bir auraya sahiptir ve boyutları, alanları birbirinden farklı olsa da her anda bir enerji yayarlar.. zaten varlık ile yokluğu ayıran da onun enerji ile ilişkisi değil midir? Sıradan bir günde karşılaştığımız her insan, her telefon konuşması, internetteki her türlü chat, mail ortamı, evde, işte,dışarıda dokunduğumuz her nesne, madde.. tüm sesler, görüntüler, kokular bir şifa aracıdır büyülü bir yaşam sürmek ise niyetimiz.. doğduğumuz andan itibaren giydiğimiz tüm giysiler, oturduğumuz tüm koltuklar, yemek yediğimiz evdeki ve dışarıdaki tüm masalar, her kağıt, her kalem, her bilgisayar, her bardak, her para, yediğimiz her çikolatanın çıkarıp attığımız paketi.. yani bir şekilde değdiğimiz tüm maddeler bizi başkalarına taşır.. bazen denge ve şifa olarak.. bazen karışıklık, dengesizlik olarak..

Dokunduğumuz eşyada bıraktığımız bir doku parçasından kimlik tespitlerinin yapıldığı, tek bir hücreden insanın kopyalandığı bir devirdeyiz.. bir hücrenin taşınması, tüm hücre bilincimizin, tanrısal enerjimizin, evrimlerimizin, tüm genetik şifrelerimizin taşınması demektir..

Söylediğimiz her kelime hatta çıkardığımız her ses ve tüm diğer kendimizi ifade şekilleri (yazı, çizim, resim, müzik, beden dili, mimik, tiyatro, ürettiğimiz her iş, eser..) bizi başkalarına taşır.. bazen sevgi ve aşk olarak bazen de korku olarak.. Tüm düşüncelerimiz birilerine ya aşı olur bir yerlere uyum getirir ya da bir hastalığı körükler, bir uyumsuzluğu arttırır..
Ve dahi, aldığımız her nefes, süzüp dışarı verdiğimiz hava, üzerine bastığımız tüm toprak parçaları, bedenimize giren ve atılan tüm besin ve gıdalar.. her bakışımız, hayattaki her duruşumuz, edamız, havamız, tarzımız, gülüşümüz.. birilerini, bir yerleri ya ışıtır.. ya da ……………..

O kadar iç içe yaşamlarımız, evrimlerimiz aslında..

Bu nedenle, ne OLduğumuzdan başkaca yüce bir görev yoktur..

Önce kendimize şifa, aşk, şevkat olmamız.. sonra başkalarının yüreklerine SU serpmemiz, ilaç olmamız, neşeye, dengeye, huzura bir vesile olmamız dileğimle…

Defne Ünal