Türkiye’nin doğusu… Okulda bize ezberletildiği şekilde söylersek Türkiye Cumhuriyeti’nin yedi coğrafik bölgesinden en büyük ve engebeli olanı. Nüfusu altı milyon civarında. Bunlar ezberden söyleyebildiklerimiz. Gidip gördüğünüz zaman başka detaylar da ekleniyor anlatacaklarınıza.

Sanki başka yerler oralar. Türkiye sınırları içerisinde olduğunu bildiğimiz ama çoğumuzun “gezip görülecek yerler” listesi içinde yer almayan,sadece devleti tarafından ekonomik olarak değil , aynı tarihi paylaşan vatandaşları-veya kardeşleri- tarafından da manen ihmal edilmiş topraklar…

İhmal, hem eden hem edilen de farklı yansımalar oluşturur. İhmal eden taraf olarak pek çok özürünüz vardır. O bölge tatil amaçlı geziler için güvenli değildir, bir tatil beldesinde aradığınız özelliklere sahip değildir, insanları, gelenek ve görenekleri farklıdır, çalışmak için iş olanakları yoktur, yaşamak için gerekli olan minimum koşullara bile sahip değildir. Devlet tarafından bakarsanız,Türkiye’nin coğrafik açıdan en büyük bölgesine yatırım yapacak kaynak yoktur (?) ..İhmal edilen tarafa geçtiğinizde, ki bu hiç kolay değil- yazılanlar sadece kişisel gözleme ve tahmine dayanmakta,bir mahsunluk, yalnızlık, maddi yoksunluk ve bunun yanısıra kullanıma açık muhteşem bir potansiyel, ancak bunun anlaşılamamasından kaynaklanan bir kırgınlık,zaman zaman kızgınlık. Aynı zamanda hayatın büyük bir tevazuyla (ve sadelikle) devam edişi.

İnsanın dünyanın her yerinde insan olduğu temel gerçeğinden hareket edildiğinde, yani tüm insanlığın yeme, içme, barınma , hayatta kalma,sosyalleşme, eşleşme ve çoğalma ihtiyaçlarının ortak olduğu noktasından bakıldığında dünyanın hangi coğrafik bölgesinde yaşadığınızın önemi yok. Bu “üst “seviyede yapılan genellemenin hem tehlikeli aynı zamanda hem de gayet insani bir tarafı var. İnsani tarafı insan ırkı arasındaki ayırımı minimuma indirebileceğiniz bir yaklaşım olması, yani herkes sizin gibidir, siz temelde diğer insanlarla aynı amaçlar için yaşarsınız, aynı eğilimleri paylaşırsınız, farkınızyoktur. Tehlikeli tarafı ise insani görüşü bir tarafa bırakıp boşvermiş, bananeci bir tutumu benimsemenize olanak tanıması. Herkes “benim gibi” yaşamını idare ettirme iç güdüsüne sahipse ve ben kişisel tercihlerim/isteklerim doğrultusunda kendiminkini ettirebiliyorsam onlarda yapabilmeli, herkes kendi başının çaresine bakabilmeli… Yani “ben” merkezci…

Seneler boyuncadoğu deyince aklıma ilk Erzurum gelirdi. Sonra Sarıkamış , Van ve Ağrı. Sebebi Erzurumda çok kısa dönemli yaşamış olmamdan, ve civarını da bahsettiğim sırayla ziyaret etmemden kaynaklanıyor galiba. Daha sonra kendi ülke sınırlarımın içinde olmasa bile hemen hemen aynı coğrafiközelliklere sahip başka bir bölgeye gitme şansım oldu, Kuzey Irak’a. Şimdi doğu dendiğinde -kafamdaki politik meseleleri ve memleketimin kırmızı çizgilerini bir süreliğine arka planda tuttuğumda-beynimdeki harita bu bölgeyi de kapsayacak şekilde genişlemiş durumda. Ortak noktaları sadece coğrafik özellikleri değil elbette,algımdaki genişlemenin esas sebebi de bu. İhmalin ve yoksunluğun aynısını görmek mümkün orada…

Sade,abartısız bir yaşamla açlığın birbirine karıştığı yerler oralar ve dünya üzerinde pek çok böyle yer var. Devletin ihmali, diğer vatandaşların “ben” merkezciliğiyle birleştiğinde ortaya kendi ülkemizin doğusu(veya güneydoğusu) benzeri manzaralar çıkıyor . ( Biliyorum ki bu yazıyı okuyan çoğu kişi, vatandaş olarak, benim görüşüme katılmayacak. Çünkü herkes sorunun kendi ötesinde bir yerlerden kaynaklandığına inanıyor) Sorunun nasıl çözülebileceğini düşündüğümdeyse hep tek bir çözüm geliyor aklıma; insanların birey olarak farkına varılabilirliğini kazanması.

İnsanın kendi varlığını idrak etmesi olarakta adlandırabileceğim bu kavramı kelimelere dökmek çokta kolay değil aslında. Bir kere böyle kapsamlı bir konunun kısa bir yazıyla anlatılamayacağı kesin. Ayrıca kafamıza yerleşmiş bazı kalıpların üzerinden geçilerek tekrar incelenmesi gerekiyor; eğitim gibi…Eğitim nedir, eğitimli insan kimdir? Akademik anlamda eğitim tartışmasız birey bilincinin kazanılmasında çok önemli bir parça, ancak tamamı değil. Çünkü bana göre eğitim dediğimiz şey sadece okula gidip ders dinleyerek değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz çevreyle ilişkilerimiz sonucu elde ettiğimiz deneyimlerle de kazanılır. Eğitim, devamlılık gösteren, akıcı bir süreçtir ve hayatı deneyimleyerek oluşur. Bu deneyimler sonucundaysa “birey” olma kavramımız gelişir. Bu bireysel edinimi akademik eğitim sayesinde kazandığımız genel kültürle birleştirebildiğimiz zaman ortaya ancak “eğitimli, yanidüşünebilen ve sorgulayabilen” bireyler çıkar.

Zamanında köy enstitüleri sayesinde bu anlayışta bir eğitimi vermeyi başarabilmiş bir ülkeyiz. Ancak böyle hayati bir projeyi ne yazık ki devam ettirememişiz. (bilinçli ihmal?) Köy enstitülerinin amacı, yukarıda anlatmaya çalıştığım şekilde, sadece okuma-yazma oranını arttırmak değil,eğitim anlayışını aynı zamanda yörenin ihtiyaçlarıyla birleştirerek “yerel eğitim, yörenin ihtiyaçlarına göre eğitim ” uygulamasını sağlamaktı. Böylece yetişen öğrenciler sadece okur yazar olmakla kalmayıp aynı zamanda pek çok konuda bilgi sahibi olarak bölgenin kalkınmasına her açıdan fayda sağlıyorlardı. Çünkü bir yörenin ihtiyaçlarını en iyi o yöreden yetişmiş insanlar bilirler, eksikleri en iyi o yöreden yetişmiş insanlar tamamlarlar . Ayrıca yazılanlar sadece kalkınması gereken bölgenin noksanlıkları olarakta görülmemeli, bu bölgelerin kendilerine özgü müthiş bir kültür birikimi bulunmakta. Bunları gün ışığına çıkararak yaygınlaştırmak ve ülke geneline yaymak ortak bir vatandaşlık bilincine sahip olmakta da faydalı olucaktır ve bu da bizim şu an ülkemizin doğusuna veya güneydoğusuna hissettiğimiz türden yabancılaşmaları azaltacaktır.

Acaba köy enstitüleri kaldırılmasaydı, veya sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok bölgesinde uygulanıyor olsaydı, durum nasıl olurdu? Hayal etmesi bile güzel geliyor bana. Ülkemizde ve dünyada yaşanan pek çok sorunun planli bir eğitim hamlesiyle değiştirilebileceğini düşünüyorum. Aslında eğitimli olmak demek temelde bilinçli olmak demek olduğuna göre ancak bir vatandaş olarak hakları olduğunu bilen insan daha sonra bu hakları savunabilir. Bilinçli ihmalin bu noktadan kaynaklanıp başka bahanelerle (yatırım için kaynak yetersizliği gibi) yer değiştirdiğinin farkındayım ancak bugün Türkiye için bir şeyler yapmaktan bahseden tüm politikacıların bu noktada odaklanması gerektiğine, elimizdeki maddi & manevi tüm olanakların köy enstitüleri kapsamında bir eğitim seferberliği için kullanılması gerekliliğine inanıyorum. Vatandaş olarak yapmamız gereken burada başlıyor sanırım; oy verdiğimiz partileri buna zorlamak ve parti politikalarını incelemek. Aktif olarak siyasete katılmak sadece politikacı olmakla olmuyor; aldığımız eğitimin hakkını vererek verdiğimiz oyların ülkemiz –ve dünyamız- için bir fark yarattığına emin olmamız gerekli.

Kendi çocuklarımıza en iyi eğitimi vermek için çabalarken (hangi okula göndereceğimizi daha okul çağı gelmeden düşünmeye başlayıp gerekli sınavlara hazırlarken) hepimizin aynı topraklar (hatta tek bir yerküre) üzerinde yaşadığımızı sık sık kendimize hatırlatıyor olmamız lazım. Sadece kendi çocuğumuzun iyi bir eğitim alıyor olması ileride karşılaşabileceği sorunları azaltmıyor maalesef…(İçinizden “Amma da idealist yazıyorsun” diyenler çıkacaktırmuhakkak, ancak ülkemizin/dünyanın şu anda karşı karşıya olduğu problemleri düşünürek, bir de o gözle okumanızı rica edeceğim) Artık sadece almak yerine biraz da vermek, ve katılımcı olmak zamanı gelmedi mi?

(Fotoğraflar: Nuri Bilge Ceylan – http://www.nuribilgeceylan.com)

Berna Köker