Bundan birkaç ay önceydi. Kızıma yaklaşımından hiç hoşlanmadığım birisi vardı. Derken bir ortam oldu ve gelip kızımın yanına oturdu, “nasılsın” diyerek kızımın sırtına biraz uzunca dokundu. Gözümün önünde oldu her şey. O anda kan beynime sıçradı, onu parçalayabilirdim. Çok ama çok öfkelendim. Ama durdum. Zaten sonra bir şey yapamayacağını biliyordum ve durdum… Dedim ki içimden “Hasan, bu durumla karşılaştıysan, var bir sebebi. Demek ki senin içinde de, kızının karmasında da tacize dair bir durum var. Bu senin için bir fırsattır, bununla yüzleş.” Evet, ben o adamı yok edebilrdim. Hayalimde binlerce kez parçaladım onu. Fakat onu yok etmem demek, bu enerjinin yok olacağı anlamına gelmezdi. Bilakis şu anda son derece steril olan bir durum, sonrasında artık benim kontrol edemeyeceğim ve kızımı daha tehdit eder bir halde tezahür edebilirdi. Çünkü evrendeki mesajlar seviyesi sürekli olarak artan cep telefonu melodisi gibidir. Dı dı dıt eder, siz açmazsınız; DI DI DIIIIT eder, yine açmazsınız DIIIII DIIII DIIIIIT eder, yine açmazsınız… Taa ki siz mesajı alana kadar o sürekli katlanarak artar… İşte bu noktada, Hasan olm mesajı alma vakti. Adamı yok etmek en kolayı, ama enerji yok olmayacak o zaman dön de kendi içine bak…

Önce içimdeki tacizciye baktım. Ben kimseleri taciz ettim mi diye? Hani fiziksel taciz olmasa veya öyle anladığımız anlamda taciz etmesem bile, belki bakışlarımla rahatsız ettiğim kişiler olmuştur. Sonuçta, az bir seviye olması, onun taciz olmadığı anlamına gelmez. Sonra içimdeki tecavüzcüye baktım. Hiç kimseye tecavüz etmedim bu hayatımda. Ama hani o anda istemedikleri zamanlarda sevgililerimi sevişmeye zorladığım olmadı mı, oldu. Tamam en fazla o anda kızdılar bana, sonra sıkıntı olmadı ama yine de bir insanı istemediği bir şeye zorlamadım mı? Yaptım! Sonra içimdeki katile baktım. Kimseyi öldürmedim, ama mesela bu adamı parçalamak istemedim mi? İstedim. Demek ki bu enerjilerin hepsi benim içimde vardı, fiiliyata geçmese bile. Bu olay bana bunları gösteriyordu. Hepsinin kaynağının içimde olduğunu kabullenmek büyük bir rahatlama ve güç getirdi bana. Ha kızımı o kişiye karşı uyardım ayrıca. Dedim ki “O adamın kafası karışık, ona sakın yaklaşma ve yanıt verme.” Bu noktada onunla karşılaştığımızda artık içimde herhangi bir tepki oluşmuyor, aldırmıyorum işin açığı. Kızım da dönüp bakmıyor bile. Muhtemelen o enerji serbest kaldı ve rahatladı. Ama halen kalmışsa bir şeyler, yaşanacaksa da yaşanacaktır. Korksam da, canım acısa da, reddetsem de olacak olan olacak. Elimden gelenin en iyisi ise enerjisel yazılımı düzeltmek olacak… Yapabildiğim, gücümün yetebildiği, kendimle yüzleşme cesaretimin olduğu ölçüde…

*****

Şimdi Özgecan’ın yaşadıklarını okurken de sürekli kendi içimdeki şiddete, vahşete, bastırılmış dişiye, öfkeye, nefrete, sevgisizliğe, katile, tecavüzcüye, adaletsize, kadını hor gören taraflarıma bakıyorum. Bunu yapanlar ceza alacaklar elbette. Ama onları 40 satırla parçalamamız bile, bu olayların sonunu getirmeyecek. Korku, korkuyu yaratır; korku da şiddeti ortaya çıkartır. Yıllar önce üç tane tinerci çocuk, bi anaokulu öğretmenine tecavüz etti, sonra onun göğüslerini kesti, gözlerini oydu bıraktı. Yine tepkiliydik. Bir şey değişti mi? Hayır. Daha iyi oldu mu? Hayır. Peki bu sadece adalet sistemiyle mi ilgili? Daha korkutucu, caydırıcı cezalar olsa, bu olayların önüne geçilebilir mi? Belki bir parça daha durdurucu olur, ama dünyada idamın olduğu ülkelerde bile bu sorunlar mevcutsa demek çözüm sadece burada değil. Caydırıcı cezalar evet, ama kalıcı çözümler istiyorsak, yetersiz kalırlar …

Ayrıca yaşananlarda şunu sormak gerekiyor: Bizlerde nasıl bir bilinç var ki hepimizin ortak bilincinden böyle karanlıklar ortaya çıkıyor. Parmaklarımız hep “başkaları suçluyu” gösteriyor ama bir parmak ileriyi gösterirken, üçü hep bizi işaret eder. Bizlerin realitesi, ortak realiteyi ortaya çıkartır. Hele ki şu günlerde içimizdeki karanlıkla depremler yaratacak ölçüde yüzleşeceğiz diyorduk, aha da depremin kralı oldu. Biz neyi seçiyoruz peki? “İdam cezası geri gelsin, asılsın bu katiller…” Tamam gelsin de onları yok etmek her şeyi çözecek mi? Tamam elbette ki adalet yerini bulmalı, yapılanlar karşılıksız kalmamalı. Bunu yerine getirecek hukuk sistemlerimiz olmalı. Peki ya, bu realite nasıl değişecek? Hep aynı çözümleri üretiyoruz ve çözülmüyor sorunlar. O zaman verdiğimiz yanıtlar, yaptığımız seçimler yanlış. “Sorunu üreten kafayla, sorunu çözemezsiniz” derler. Demek ki bizim kafalarımız da yanlış. Hep onlar mı suçlu? Üç parmak beni gösteriyor. Eğer bu olay ve olaylar karşıma çıkıyorsa ve ben sinirleniyorsam, etkileniyorsam, değişiklik yaratamıyorsam; o zaman benim o kadar suçlu…

Bu can yakıcı, çok üzücü deneyime farklı açıdan bakamazsak ve “bildiğini iddia edenler” olarak yüzleşemezsek eğer kendi içimizdekilerle ve de değişimi yaratacak enerjiyi oluşturamazsak, daha nice Özgecan’lar kendilerini feda edecekler, değişimin yaratılabilmesi adına…

Ruhun şad olsun Özgecan… Yolun ışık dolu olsun… Aldığın büyük görev için de önünde saygıyla eğiliyorum… Dilerim senin bu fedakarlığını anlayabilen ruhlar oluruz… Dilerim…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...