Doğuştan karamsar bir karaktere sahibim, sürekli olarak gerçeğe yoğunlaşmış, biraz düşlere uygun. İlkokulda, diğer çocuklar deftelerini gökkuşaklarıyla, kanatlı atlarla ve prenslerle doldururken, ben böceklerin ayaklarını düşünür, çenelerinin ve yırtıcı gagalarının karşısında korkardım. Ölümü ve daha sonrasını düşünürdüm. Böylece bana bir şey hayal etmem söylendiğinde zor durumda kalırdım ve hala da bu durum devam etmekte. Şimdilerde ise biraz ilginç şeyler düşlüyorum: eğer açsam, garsonsuz ve ahçısız, ıssız bir restoran düşlüyorum. Anlatacak şaşırtıcı veya insanı soluksuz bırakacak hiçbirşey yok etrafta…

Yine de tekrar tekrar düşlediğim bir şey var: gecenin ortasında uyandığımı ve yatağımın ayakucuna oturmuş bir peri bulduğumu hayal ediyorum; yusufböceği kanatlı ve elimde sihirli bir değnek tutan bir peri… Başlangıç sözü kısa oluyor: “Bir dileğini yerine getirebilirim” diyor ve sonra dileğimi sessi ve dikkatli bir şekilde bekliyor. “Herhangi bir şey olabilir mi?” diye soruyorum ona, yanıtlıyor: “Tabii ki, yoksa nasıl peri olabilirim?”.
“Peki o zaman bir virüse sahip olmak istiyorum, katodik sessizlik virüsü”. Sihirli değneği havada dalgalanıyor ve parmaklarımın arasında, yeşilimsi bir sıvıyla; virüsle dolu bir deney tüpü beliriyor.

Pencereye yaklaşıyorum, tüpün kapağını açıyorum ve kendi pandora kutumdaki tehlikeli içeriği havaya saçıyorum. “Uçun benim tatlı küçük virüslerim, kalbimin götürdüğü yere uçun. Uçun ve istila edin!”

İlk anda bir şey olmamış gibi görünüyor, fakat az sonra hastalığın ilk belirtileri geliyor. Televizyonların santralleri protesto telefonlarıyla kitleniyor: “Yeter! Ne oluyor? Hiçbirşey duyulmuyor!”. “Her şey yolunda” diye yanıtlıyor hiçbirşeyden haberi olmayanlar, “sizin aygıtınız suçludur”.

Virüs, ayrıca, yapması gereken yıkımı yaparak, antenlere, yansıtıcılara, katodik tüplere saldırıyor. Genel bir panik! Teknikerler, uzmanlar… daha da uzmanlar geliyor. Geliyor, kontrol ediyor ve bir şey yapamadan çekip gidiyorlar.

Günler geçiyor ve spikerler sadece ağızlarını oynatmaya devam ediyor . Yarışma programları işe yaramaz hale geliyor. Dansçılar sessizlikte dansediyor ve yüzlerinde gülümsemeyle güçlükle soluyarak duruyorlar.

Bir talk-showda, biri ağlıyor. Acıklı bir hikayede dolayı mı, yoksa başka bir şeyden mi, neden ağladığı anlaşılmıyor. Birdenbire orada bulunmaktan utanıyor.

Politikacılar korkusuzca konuşmaya devam ediyor. Boğazlarını şişiriyorlar, gözleri dönüyor, ellerini oynatıyor, bol keseden atıyorlar. Vazediyorlar, okşuyorlar, aşağılanıyorlar, televizyonun sağır edici sessizliğinde kendini kaptırıyorlar.

Reklam ajansları dava açmakla tehdit ediyor ve kontratları iptal ediyorlar. Bu karakutular, yılları, ülkeyi bayağılıkla, cehaletle, umursamazlıkla, fiziksel ve zihinsel pornografiyle işgal ettiler. Ülkenin etik anlayışını zedelemiş bu karakutular yavaş yavaş yumuşuyorlar. Ekranda hep şu uyarı yer alıyor: “Üzgünüz, teknik sebeplerden dolayı yayınımız bir süre kesilmiştir.”

Kaygı, tedirginlik, ama sonunda rahatlama!

Apartmanlarda televizyonları yeniden değerlendirme konusunda yaratıcılık yarışı yapılıyor. Verimli bitkiler için seraya dönüştüren de var, tropikal akvaryuma dönüştüren de. Bazı becerikli yaşlılar büyük modellerin içini boşaltıp, dört teker ekledikten sonra süpermarkette alışveriş yapmakta kullanıyor.

İnsanlar evlerinden çıkmaya, konuşmaya başlıyor. Her yerde eski sinema salonları restore ediliyor. Yemek masalarında aileler tartışıyor, gülüşüyor. Çocuklar avlularda koşuşuyor, yeni oyunlar icat ediyor, anneler merdivenlerde dedikodu yapmak için duruyorlar.

Birkaç ay sonra garip bir olay meydana geliyor: sabah anneler çocukların yanında siyah bilyeler buluyor. Ne bu? Zift gibiler ve korkunç derecede pis kokuyorlar. Çocuk doktorları arasında alarm veriliyor. Neler oluyor? Ve laboratuar analizleri sırrı hemen açıklıyor: Siyah bilyeler televizyonun zehiri, küçüklerin hayatlarını yıllardır işgal eden pislik.

Banklarda oturan yaşlılar da etkileniyor bu zehirden. Bronşit? Enfisemi? Hayır, yalnızca geçen yaz ki berbat reality showun çöplüğü.

Sonunda bu ülke iyileşmeye başlıyor…

Not: Susanna Tamarro’ya http://www.susannatamaro.it/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Susanna Tamarro