Sevgili editörüm Hasan ‘Sonsuz’ Çeliktaş bizlerden ‘dünya barışı’ hakkında bir şeyler yazmamızı istediğinde bu konuya kayıtsız kalmak elbette mümkün değildi. Ancak 2006 senesinin Mart ayında sizlerle buluşacak bu yazıyı; cadı kazanı gibi kaynayan, haksızlıktan hukuksuzluktan geçilmeyen, acı kan ve gözyaşının bir yandan yoksulluğun ve açlığın diğer taraftan kol gezdiği bir dünyada iyimser bir biçimde kaleme almanın zorluğunu takdir edersiniz sanırım…
Hepimizin şüphesiz ki umuda ihtiyacı var. Çığ gibi üstümüze gelen, yazılı ve görsel basınla evlerimize kadar giren sorunlara, şayet biraz olsun duyarlıysanız kayıtsız kalmak elbette mümkün değil. Ancak çok ütopik gibi de gözükse, marifet iyimserliği elden bırakmamakta ve hatta çözüm üretebilmekte.
Bunca olumsuzluğun yarattığı karabasanla bilgisayarın karşısında debelenip dururken; aşağıda tam metnini bulacağınız Türkiye’nin en güçlü ve etkin sivil toplum örgütlerinden benimde üyesi olduğum TEMA Vakfı kurucusu ve başkanı Sayın Hayrettin Karaca’nın Hülya Ünlü tarafından yapılmış ‘Param var ama tüketmeye hakkım yok’ başlıklı roportajını okudum.
Bana göre; dünya barışı ve insanlığı bekleyen acı gerçekler adına yapılması gerekli bir çok şeye parmak basan ve örnek kişiliğinde çok güzel ve tatbik etmesi hiçte zor olmayan öneriler örnekler taşıyan değerli büyüğüm Hayrettin Karaca bakalım neler demiş?..
-Param var ama tüketmeye hakkım yok –
Kırmızı süveteri delik deşik olmasına rağmen hala üzerinde, ayakkabısı yamalı. Sökük paltosunu, pantolonunu, yakalarını ters yüz ettiği gömleklerini yıllardır kullanıyor. 10 yıldır hiçbir şey almamış üzerine. Karaca markasının ve TEMA Vakfı’nın kurucusu Hayrettin Karaca ‘Param var ama tüketmeye hakkım yok’ diyerek ‘Al, tüket ve yok et’ diyen tüketim toplumuna açtığı savaşla gurur duyuyor.
KOMŞUYA VER
Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek olduğunu ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şeyin olmadığını söyleyen Karaca, Türkiye’de bir zamanlar fakirleri aç bırakmayan kültürün nasıl yok olduğunu hüzünlenerek anlattı. Televole kültürünün karşısında birtakım değerlerin yok olduğunu söyleyen Karaca, çocukluk günlerinin ‘komşuyu aç bırakmayan’ kültürünün yeniden dirilmesiyle, açlıkla savaşılabileceğini söyledi. ‘Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar. İşte o gözü açları doyurmayacağız. Bunların farkına küçükken vardım. Dilim, kültürüm gidiyor. Bağımsız bir Türkiye değiliz artık. En büyük acımız geri getiremediğimiz o kültürümüzdür’ diyen Karaca şöyle konuştu: ‘Ben bir kasaba çocuğuyum. Varlıklı bir ailenin çocuğuydum. Ama herkes eşit şartlarda oynardı sokakta. Bütün çocuklar gibi ben de yalınayak oynardım. Akşam olduğu zaman annem seslenirdi, avucuma bir kap sıcak yemek koyarlardı. Kulağıma eğilip, ‘Komşu anneye götür’ derdi. Etrafımızda bizi duyacak kimse yoktu ama bu bana verilen ‘Aman kimse görmesin Hayrettin’ mesajıydı. Komşu annenin yağını, odununu kim alır, kimse bilmezdi. Paylaşma düzeni vardı, o kültürdü. Savaştan çıkmış bir Türkiye’de fakirim çoktu ama açım yoktu. Oradan aldım bu kültürü. Kaybolan budur, giden budur. Ama Anadolu’yu gezerken görüyorum ki, bu değerleri hala yaşatanlar var.’
UTANIYORUM
Tüketim toplumunun rezalet hale geldiğini savunan Karaca, ‘Akmerkez’in önünden geçmeye utanıyorum, nedir bu ışıklar, bu rezalet. Yılbaşı demek al, tüket, yok et, yaşamı mahvet demek. O yüzden bu yırtık kazağı gururla taşıyorum üzerimde. Global ekonomi insanları kullanıyor. Ama bakın beni kullanamıyor, çünkü izin vermiyorum. Çok da mutluyum. Bunu elimden hiçbir güç alamaz. İnanç her şeyi halleder’ dedi.
‘Açlıktan ölen her çocuğun katilleri vardır’ diyen Karaca, ihtiyacından çok tüketerek sınıf atlamaya çalışanları suçladı. Karaca, ‘Bugünkü tüketim iki katına çıktığı gün, belki dünyada yaşam olmayacak. En büyük tehlike gıdada. Bir Amerikalı çocuk doğduğunda 30 çocuğa eşdeğerde dünya nimetlerini alıp götürüyor’ diyerek dünyanın düştüğü durumu gözler önüne serdi.
Cep telefonu kullanmadığını, 5 yıldır TV izlemediğini belirten Karaca şöyle devam etti: ‘Okumakla mükellefim. Olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu var. Malını mülkünü verirsin orada biter borcun. Mesela Yalova’daki botanik bahçemi vakıf yaptım ama borcum bitmedi topluma. Şimdi borcumu bilgi sahibi olarak ve bunu aktararak ödüyorum. Okumak ibadettir, okumamak Cumhuriyet’e ihanettir.’
Oğlunu, eşini ve annesini kaybeden Hayrettin Karaca, ‘Acılar karşısında isyan ederek hiçbir şey kazanamazsınız, elde olan bir şey değil çünkü bu. Ben acıyı da mutluluğu da kabulleniyorum. Ama acılar hafızadan hiç çıkmaz’ dedi.
185 milyon Afrikalı her gün açlıktan ölme riski ile yaşıyor.
DÜNYANIN durumunu değerlendiren Karaca şu yorumlarda bulunuyor:
‘Birleşmiş Milletler 2004 Kalkınma Raporu’na göre; Afrika’da 323 milyon insan günde 1 dolardan az bir gelirle geçimini sağlıyor. Temiz su kaynağından mahrum 273 milyon kişi bulunmakta.
İlkokul çağında okula gidemeyen 44 milyon çocuk var. Yetersiz beslenmeden kaynaklanan ölüm riski altında yaşayan Afrikalıların sayısı 185 milyon. Her yıl beş yaşının altında ortalama beş milyon çocuk ölüyor. Zengin ülkeler yıllık gelirlerinden yüzde 0.7’sini kurtarma amaçlı projelere yönlendirseler bu sorunların hepsi ortadan kalkabilir.’
Bir alyans için 3 ton zehirli atık…
TEMA Vakfı Yayınları’ndan çıkan ‘Dünyanın Durumu 2004’ raporlarını yorumlayan Karaca şu tespitleri aktarıyor:
Dünyada makyaj malzemesi için yapılan harcama 18 milyar dolar. Dünyadaki tüm kadınların üreme sağlığı ve bakımı için gerekli para 12 milyar dolar.
Avrupa ve ABD’de evde beslenen hayvanların mamasına harcanan para 17 milyar dolar. Dünyada açlığın ve yetersiz beslenmenin sona erdirilmesi için gerekli para
19 milyar dolar.
Parfüme harcanan para 15 milyar dolar. Evrensel okur yazarlığın sağlanması için gereken yıllık ek yatırım
5 milyar dolar.
Deniz seyahatlerine harcanan para 14 milyar dolar. Dünyada herkese temiz içme suyu sağlaması için gerekli miktar 10 milyar dolar.
Avrupa’da dondurmaya harcanan para 11 milyar dolar. Her çocuğun aşılanması için gerekli miktar 1.3 milyar dolar.
Satışa hazır 1 ton altın elde etmek için 300 bin ton atık üretilir. Başka bir deyişle altın bir alyans için ortaya çıkan atık miktarı 3 tondur. Bu atıkların çoğu siyanür ve kimyasal maddeler içerir.
‘BİR’ ÇOK GÜÇLÜDÜR
‘Benim de vardı 40 tane kravatım. O zaman 30 yaşındaydım. Ben de tükettim, ama bilerek yapmadım bunu’ diyen Karaca, ‘Artık farkına vardım bunun. Ne zamandır alışveriş yapmadığımı hatırlamıyorum, kendime sadece kitap alıyorum. Nedir benim ihtiyacım; doymam, sağlığım, barınmam, kuşanmam; bunun dışında hiçbir şey tüketmeye hakkım yok. Gömleklerim var yakası çevrilmiştir, ayakkabılarıma bakarsanız altı yamalıdır. Dokuz senedir bu pantolonu giyerim, paltom yırtıktır. Param var ama tüketmeye hakkım yok. Bunu herkes yapabilir. ‘Bir’ çok güçlüdür. Atatürk bir kişiydi. Her şey bir ile başlar. Bir yoksa iki olmaz. Ben de yakınlarıma örnek olmaya çalışıyorum’ diyor.
Benim çok dikkat ettiğim bir konu vardır; kişilerde ‘tutarlılık.’ Yani birileri bana göre çok farklı ve hatta ters gelen düşünce ve davranış biçimlerine sahip dahi olsalar kendi içinde bir mantığı, söylenenle yapılan arasında paralellik varsa empati kurmaya, saygı duymaya ve anlamaya çalışırım.
Bu roportajı sizlerle paylaşmak istememin nedeni Sayın, Hayrettin Karaca’yı Tema Vakfı’nın yıllarca yoğun bir biçimde gönüllü olarak çalıştığım faaliyetlerinde daha yakından tanıma fırsatını bulduğum ve dedikleriyle yaptıklarının örtüştüğünü gayet iyi bildiğim içindir.
Baştan sona çarpıcı açıklamalar ve saptamalarla dolu bu roportajda Sayın, Hayrettin Karaca’nın ‘koyu renkle’ ve hatta ‘altını çizerek’ betimlemeyi uygun gördüğüm kısımlardaki ifadeleri dünyanın gidişatı ve barışı açısından çok ama çok önemli.
Biraz daha bilinçli ve duyarlı olabilsek ve çoğu gayet gereksiz olan harcamalarımızdaki tercihlerimizi değiştirebilsek ve o paralar esas çözüm bekleyen konulara yönlendirilse ortaya çok farklı sonuçlar çıkacak…
Gidenler iyi bilir ya da anlatılanlardan tesbit şudur ki; Amerika’da porsiyonlar devasa boyutlarda olup bir kişinin bitirmesi pek mümkün olmadığından ya bol bol yemek çöpe gitmekte ya da ‘obesite’ denilen şişmanlığın hastalık haline gelmiş boyutu ortaya çıkmaktadır. Keza ülkemizde de çöpe atılan başta ekmek olmak üzere gıda maddeleri hatırı sayılır miktardadır. Buna mukabil başta kara yazgılı Afrika kıtasında korkunç boyutta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde açlık ve sefalet kol gezmekte.
Keza zengin ülkelerde bol yakıt sarfeden arabaları daha ekonomik bir hale getirmek, tasarruf etmek yerine; başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın bir başka kesiminde nerde -başta petrol olmak üzere- yer altı zenginlikleri varsa çeşitli bahanelerle müdahaleler, işgaller yapılmakta… Başkalarına “terörist” diyenler; ya kendileri bizzat terörü himaye etmekte ya da işi şansa bırakmayıp terörü kendileri yaratmaktalar.
Güçlü olan daima, ister kişisel ister ülkeler bazında olsun başkalarını ezme ve kendi doğruları, menfaatları yönünde diğerlerini hizaya getirme gayretinde.
Geçmişe dönüp baktığımızda; tarihin hep savaşlarla, soykırımlarla, acı, kan ve gözyaşıyla dolu olduğunu buda yetmezmiş gibi sonradan yazılan kitaplarla ve tahrif edilen vesikalarla fevkalâde çarpıtılmış bir biçimde gelecek nesillere aktarıldığını görmek mümkün.
Şimdiki çocuklar sanal oyuncaklarla oynuyor ama benim çocukluğum toprağını savunan onurlu Kızılderililerin barbar, vahşi olarak tanıtıldığı çizgi romanları okuyarak geçti.
Amerika kıtasının keşfinden sonra beyazlar tarafından ele geçirilmesi esnasında o toprakların esas sahipleri olan Kızılderililer resmen soykırıma tabi tutulup; bu yetmezmiş gibi, bilâhare Afrika’dan getirilen köleler de zorla Hristiyanlaştırılıp halende bir çok eyalette bir yandan aşağılanırken diğer yandan medeni, özgürlükçü ve eşitlikçi fırsatlar ülkesi olmakla övünen Birleşik Devletler’de bu insanların sırtından bilumum olimpik müsabakalarda madalyalar toplanmakta.
Geçen ay yazımda sürekli ‘kanla’ yazılagelmiş tarihe gönderme olarak ‘Tarih Yazmak İçin Başka Mürekkep Yok mu?’ başlıklı bir yazı yazmıştım.
Savaş daima kan, acı ve gözyaşı getirmiş insanlığa… Hep anaların, eşlerin, çocukların başta olmak üzere geride kalanların yüreklerini dağlamış… Taraflar ölenlerine hep “Şehit” demiş. Geride tarifsiz acılar, iyileşmez yaralar kalmış… O zaman neden insanlık ders almaz bütün bu olanlardan?
Hep, güçlü olan istediği her şeyi yapmayı hak mı görecek kendinde?..
Ülkelerin, toplumların aralarında birbirlerine karşı hep geçmişten gelen tabiri caizse ‘Kuyruk acısı’ olarak nitelendirebileceğimiz durumlar var.
Herkes gelecekte dünyanın hakimi olma plânları peşinde. Çabalar yoğun bir biçimde bu doğrultuda… Bu gidiş dünyanın sonunu hızla hazırlayan bir gidiş. Kaynakları tükenmiş bir gezegende kim kime, neden ve nasıl hakim olacak?.. En temel ihtiyacımız olmazsa olmazımız ‘HAVA’ kirleniyor, ‘SU’ kaynakları tükeniyor, acımasızca katlettiğimiz doğanın sonucu olarak erozyonla ayağımızın altındaki ‘TOPRAK’ gidiyor… Varlığının dahi farkında olmadığımız ama bu ekolojik sistemin aslında ayrılmaz bir parçası olan binlerce canlı türü tek tek yok oluyor! Geriye ne kalacak bu gidişle???
Yer altı, yerüstü nükleer denemeleri sayesinde üstünde yaşadığımız gezegenin dengelerini altüst etmeyi başardık. Gelecekte “Uzaydaki başka herhangi bir gezegene gideriz” diyenler olabilir. Ancak, biz bu kafayla nereye gidersek gidelim âkibet değişmez!.. Ayrıca bütün canlıların karşısında ‘ÖLÜM’ gerçeği varken ve özellikle insanoğlunun ömrü şu an için en fazla 80-90 seneyle sınırlıyken… Nedir bu bin yıl yaşayacakmış gibi hırs ve tutku?..
Bilim adamları insan ömrünü uzatmaya yönelik çalışmalar yerine, yaşam kalitemizi ve bilinç düzeyimizi yükseltmeye yönelik şeyler yapsalar çok daha iyi olur sanırım. İvedilikle çözüm bekleyen sorunların başında ‘Nufus plânlaması’, ‘Eğitim’ ve ‘Sağlık’ geliyor bence.
Birde kişilerin önce kendi içsel barışlarını sağlamaları şart. Kendiyle kavgalı olan başkalarına bunu ister istemez yansıtıyor.
Herkesin eleştirdiği memnun olmadığı; değişmesini, düzelmesini istediği bir dolu şey var. Peki evvelâ kendimizi sorgulayıp değişime kendimizden başlasak fena mı olur?..
Bu tıpkı hiç kimsenin kapısının önünü süpürmeyip, eline geçeni sağa sola fırlatıp sonra temiz bir şehirde yaşamayı hayal etmesi gibi bir şey oluyor!..
Sayın Hayrettin Karaca’nın dediği gibi her şey ‘bir’le başlıyor. Yani ‘Biz’de başlıyor.
Başkalarını değiştirmek gibi ‘olmayacak’ işlerle uğraşmak yerine elimizdeki malzemeyle ne yapabileceğimize bakıp yani işe kendimizden başlamak; kendimizi değiştirmek gerekiyor.
Biz Atatürk gibi; “Yurtta sulh, cihanda sulh” demiş yüce öndere sahip bir milletiz. Ya Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî’den günümüze kadar uzanan nice güzelliklere ne demeli… Bunları görmezden mi gelelim?.. Reddi miras mı edelim?..
Kimse kendi için istemediğini, kendine lâyık görmediğini bir başkasına revâ görmezse eminim çok daha iyi bir dünyada yaşayacağız.
Yanlışlıklar, kötülükler, kin, nefret, intikam gibi olumsuz şeyler asla kıstas olmamalı. İnsanlar birbiriyle iyilikte, duyarlılıkta, hoşgörüde ve en önemlisi ‘sevgi’ ve ‘saygı’da yarışmalı.
Birine bir iyilik yaparsak şayet ya da bir hayrımız dokunursa bir biçimde; bunu bilâhare başına kakmak yerine “Sana yardımcı olmama izin verdiğin için teşekkür ederim” diyebilmek daha hoş olur. Çünkü mağdur insan sırasında kırılgandır, bazende hırçındır saldırgandır. Kendini dışa kapatabilir, yardım edilmesine izin vermek istemeyebilir. Hayat kabul edelim ki bize eşit davranmıyor. Demek ki bizim “Ne yapalım Allah ona da verseydi, bana mı kalmış” demek yerine bir şeyler yapmamız gerekiyor.
Gerçek şu ki; Allah, bizi bazen vererek bazende alarak sınıyor…
Dünyada dengeler sürekli değişiyor… Kendine en güvenen, dengelerini en iyi biçimde oturtmuş gibi görünen refah toplumlarında bile bir kasırga, bir sel felâketi olduğunda yaşananları görüyoruz.
Bana göre; içinde ‘sevgi’, ‘merhamet’, ‘hoşgörü’ olmayan hiçbir şey insana yakışmıyor…
Kısacası barış BİZde, BİZim YÜREKlerimizde başlıyor!..
Not: Başta açlık olmak üzere dünyadaki bir çok temel soruna yardım amaçlı kurulmuş http://www.thehungersite.com adlı bu siteyi günde en az 1 sefer ziyaret eder ve ana sayfadaki kavuniçi butonu tıklarsanız sponsor firmalar tarafından açlara bir kap yemek verilmesini sağlayabilirsiniz. İki dakikanızı ayırıp bir girip incelemenizi öneririm. Hiçbir şey yapmamaktan iyidir.