Rhine Enstitüsünde, bizler psi olgusunun her yönüyle ilgilenmekteyiz ve olağanüstü hayvanlarla ilgili pek çok hikaye duymamıza rağmen bir araştırma amacıyla hayvanlarla çalışma şansına nadiren sahip olmaktayız.

Pek çok hayvan türü, insanlar kadar çok işitsel iletişime dayanmadıkları içindir ki doğal olarak telepatiyi kullanıyor görünmektedir. Gezegenin en muhteşem yaratıklarından biri olan yunuslar da bilimsel açıdan belgelnmiş telepati vakaları sergileyen hayvanlardandır.

Bobbie Sandoz-Merrill, In the Presence of High Beings: What Dolphins Want you to Know (Yüce Varlıkların Huzurunda: Yunusların Bilmenizi İstedikleri) adlı kitabında büyük bölümü “yakalanmış ve kapalı alanda tutulmuş olmanın getirdiği streslerin yanısıra annelerinden ve topluluklarından öğrenebilme fırsatı eksikliğinden dolayı da engellenmiş olan” yunuslar üstünde yürütülen araştırmasının sonuçlarını bizlerle paylaşıyor.

Buna rağmen araştırma sonuçları yine de sıradışı. Örneğin, 1960’larda “Fransız araştırmacılar Dr. Jarvis Bastian, Doris ve Buzz adı verilen iki yunusun onları ayıran ses geçirmez bir duvara rağmen bir görevi tamamlamada başarılı olmalarını sağlayacak bir plan yapmak için soyut iletişim yürütebildiklerini bulmuştur.”

Bu çizgide yürütülen diğer araştırmalar bulguların tam olarak ne anlattığına dair pek çok tartışma arasında devam ettirilmiştir ama tartışmalara rağmen, yunusların gelişkin, zihinsel bir yolla ve göze çarpan başka ipuçları olmaksızın iletişim kuruyor oldukları artık kanıt gerektirmeyen bir durumdur.

Çok zeki hayvan türleriyle ile yapılan araştırmaları zorlaştıran bir şey, sonuçları tekrarlama ihtiyacımız olabilir. Örneğin, yunuslar bir davranışı yeterince sergilemişlerse onu tekrarlamayı nadiren isterler. Sandoz-Merrill, “yanıtları tekrar tekrar yinelemeleri istendiğinde kendilerini kontrol ediliyormuş hissetmiş ve sıkılmış görünmekteler ve bazen bu, uzun süre yiyecek ödülü almamak anlamına gelse bile insanların bu tekrarlama ihtiyacına uyum göstermeye sıklıkla direnmekteler” diyor. Hawaii Üniversitesinin Yunus Enstitüsü bunu dikkate alarak (1960’larda Karen Pryor tarafından yürütülen) bir çalışma yapmış ve  yunusları orijinal davranışlar üretmeye teşvik etmişti. Araştırmacılar yunuslarına “kendi davranışını yarat” ve ayrıca “arka arkaya yap” anlamına gelen işaretleri öğrettiler. Bu iki işaret bir arada verildiğinde, “iki yunusun aynı orijinal davranışı aynı anda tutarlı bir şekilde sergileyebildiklerini” gördüler “ama araştırmacılar, yunusların bunu nasıl yapabildiklerini henüz bilmiyorlar”dı.

Sandoz-Merrill ayrıca, “Araştırma protokollerinin sınırlı değişkenlerin dışında yunuslarla etkileşen insanlar ise bu yeteneği, araştırmacılarımız daha yeni yeni günışığına çıkarmaya başladıkları yunus zekasının yüksek seviyesi ile birleşen telepatik becerilerin bir karışımına bağlamaktadır” diye belirtiyor.

Yazarın bu yorumları bizi, yunuslarla ilgili daha ilginç sohbetlere yöneltiyor: “araştırma protokollerinin sınırlı değişkenlerin dışında yunuslarla etkileşen insanlar”ın anlattıklarına.

Yunuslarla düzenli olarak etkileşen insanlar onların olağanüstü davranışlarına, arkadaşlığına, oyunculuklarına, şifa vermelerine vb. dair sayısız hikaye anlatmaktadır. 1996’da Hawaii adasında Cennette Uyanış adlı inziva merkezini açmış olan Sheoli Makara, vahşi yunuslarla (onlar bunu yapmayı tercih ederlerse) saygılı biçimde etkileşmeleri için küçük grupları kıyıdan açıklara götürmektedir. Yakın tarihli bir telefon görüşmesinde, Makara’ya yıllardır süren etkileşimlerinden sonra yunuslar hakkında neler anladığını sorma fırsatını buldum. Makara, yunuslardan “yeryüzü melekleri” olarak söz ediyor çünkü onlar bize yardım etmek için buradalar, diyor. Yüzücüleri boğulmaktan, köpekbalıklarından veya başka tehlikelerden kurtaran yunuslara ilişkin sayısız hikaye olduğunu hatırlatıyor. Ayrıca, yakın zamanlarda Hawaii’de sörf yapan bir gence saldıran köpekbalığının bir grup yunus tarafından nasıl kovalandığı hikayesini aktardı.

Yunusların hayvanlara da yardım ettiklerini, Hawaii’de yetişen köpeklerin yunusların arkadaşlığını anlar göründüklerini ve genellikle suya atlayıp onlarla yüzdüklerini söyledi. Bir köpeğin, hasta olan köpek dostlarından birini yunuslarla yüzmesi ve şifa bulması için açığa götürüp getirdiğine ilişkin bir hikaye aktardı.

Yunuslar, görünen o ki doğal şifacılar. Makara bunu onlarla etkileşimlerinin daha en başında fark etmiş. Yıllardır çektiği kronik bir boyun ağrısı varmış; kurtulmak için her şeyi denemiş, fizikterapi biraz fayda sağlar gibi olsa da ağrı tekrar başlamaktaymış. Bir gün, her zaman yaptığı gibi yunuslarla yüzmeye ve yaprak oyunu (suyun içine bir avuç yaprakla daldığınızda yunuslar yaprakları yüzgeçleriyle yakalayıp suyun içinde sizinle yaratıcı oyunlar oynuyorlar) oynamaya gittiğinde, yaprakları suyun dibine bırakıp yüzeye çıkmak için yükseldiğinde yunuslardan biri sıçrayıp tam kafasının üstüne çarpmış. Elbette ki bu, Makara’nın alışageldiği yunus davranışlarına hiç benzemiyormuş ve yunusun 100 kilogramı aşkın olduğu düşünülürse, canı hayli yanmış! Yunusun çarptığı yerde bir yumru oluştuğunu ve hatta biraz kanadığını gören Makara, yunusun nasıl olup da böyle bir sakarlık yaptığını bir türlü anlayamamuş. Ama genel olarak iyiymiş; boynunun artık ağrımadığını ancak toplanıp eve gittikten sonra keşfetmiş. O günden beri bir daha hiç boyun ağrısı çekmediğini söyledi.

Kapıdan kapıya pazarlama yapan ve yıllardın ağır bavullar taşımaktan dolayı yedi yıldır kolunu başından daha yukarıya kaldıramaya bir adam yunuslarla yüzmeye geldiğinde, daha onlarla ilk kez yüzmesinin ardından koşarak sahile çıkıp “İyileştim! İyileştim!” diye bağırarak kolunu başının üstüne kaldırıp sallamıştı.

Makara ve onun gibi yunuslarla düzenli etkileşimde olan başkaları, yunuslarla yaşanmış tuhaf şifa olaylarına dair pek çok hikaye anlatmaktalar.

Örneğin, Makara’nın bir arkadaşı yunuslarla yüzmek için Hawaii’ye gelmiş; keyifle tatil yapan sağlıklı bir kadın olan arkadaşıyla suya girdiklerinde, bir yunus gelip Makara ile arkadaşının arasına girmiş ve bu kadının gözlerine “en az beş dakika boyunca” gözlerini dikip bakmış. Kadın, bedeninden akıp geçen güçlü enerjiler hissettiğini anlatmış. Bir kaç gün sonra evine döndüğünde, düzenli kontrolleri için doktora uğradığında doktoru kadının memesinde hayli büyük bir yumru bulup tek bir biyopsi ile bunu çıkartmış. Yapılan tahlilde yumrunun kötü huylu olduğu anlaşılmış ama tamamı alınmış olduğu için artık bir tehlike sözkonusu değilmiş. Makara ve arkadaşı daha sonra konuştuklarında, o yunusun kanserli hücreleri bir biçimde tek bir yumru halinde bir araya getirdiğini hissettiklerini paylaşmışlar zira kadın memelerini düzenli olarak kontrol etmekte olan biriymiş veya daha öncesinde hiç bir yumru hissettmediğinden eminmiş. “Yunuslar bedenlerimizi manyetik rezonans görüntüleme makineleri gibi tarayabiliyorlar” diyen Makara şunları da ekledi: “Bir şey bulduklarında, dengeden çıkmış olan şeyi dengeli hale getirmek için ses frekanslarını kullanmaktalar.”

Bu türden yetenekleri özellikle de yeryüzünde hiçbir yaratığın insanların zekasını ve genel yeteneklerini geçemeyeceği fikri genel kabul görmekteyken, kuşkucu bilimsel çevrelere nasıl kanıtlarız?

Görünen o ki yunuslar yalnızca şifa becerisine sahip değiller; uzaktan görme becerileri de çok etkileyici. Örneğin, 1974’te Scott Jones ve Jan Northup, Texas’taki Galveston SeaArama merkezindeki Lucky adlı yunusla bir inceleme gerçekleştirdiler. Scott beş farklı zarfa beş talimat yerleştirip kapattı. Talimatların ne olduğu bilmeyen Jan ise Lucky ve yine talimatlardan habersiz olan iki hakem ile birlikte havuza girip Lucky’nin davranışlarını izleyip kaydettiler. Bir hakem, Jan’a ilk hangi zarfın verileceğini belirlemek için bir çift zar atacaktı. Sonra, Jan talimatı okuyup bunu zihinsel yoldan (başka herhangi bir işaret olmaksızın) Lucky’ye yollayacaktı.

Lucky ilk iki talimatı başarıyla uyguladı ama üçüncütü aldığında bir sorun çıktı. Talimatları yazdığı sırada Scott, Lucky’nin bu su tankının içinde sıçrayamayacağını bilmiyordu; tankın üstündeki çatı yüksek sıçramaya imkan vermeyecek kadar alçaktı. Bunun üzerine Lucky, istenen sıçrayışı yapmaktansa sıçrayamayacağını ama benzer birşey yapacağını Jan’a telepatik yoldan bildirdi. Jan bu mesajı telepati ile aldığında, başını kaldırıp bakınca çatının alçak olduğunu gördü ve  havuzun ortasına giden ve yukarı aşağı batıp çıkan Lucky’nin bir sıçramayı taklit etmeye çalıştığını anladı. Sıra dördüncü talimata geldiğinde, Lucky yunuslara özgü bir şaşırtma yaptı: daha Jan zarfı açıp talimatı okumaya fırsat bulamadan görevi yerine getirdi. Jan zarfı açıp okuduğunda Lucky’nin o talimatı doğrulukla uyguladığını anladığında çok şaşırdı; Lucky beşinci ve son zarf içindeki talimatları da aynı şekilde önceden okuyup yerine getirdi.

Bu davranıştan ne çıkartmamız gerekir? Görünüşe göre bu bariz bir zeka, telepati ve uzaktan görme örneklemesidir. Oysa hakemler “yunusun reddettiği sıçramayı ve zamanından önce gerçekleştirdiği görevleri ‘yanlış’ olarak kayda geçirdiler.”

Görünen o ki yunuslarla yakından çalışan herkes onları sevmektedir ve bu şanlı insanlar sürekli olarak aynı mesajı vermektedirler: bu yaratıkları koruyun. Makara, Japonya’da halen devam etmekte olan yunus katliamından söz açtığında, “Bu bir soykırım,” diyor. “Her yaştan yunus öldürülüyor, hatta yavrular bile.” Yunusların korunması ile ilgili çalışmalar yapan çevre örgütlerine destek olunması gerektiğini de ekliyor.

Sandoz-Merrill, kitabında donanmanın okyanuslarımızda yaptığı sonar testlerinin balinalar ve yunuslar için yön şaşırtıcı olmakla kalmayıp aslında “kulaklarında ve beyinlerinde patlama yaratan sarsıntılara” yol açtığını da açıklıyor; bu teori uzun süre boyunca kanıtlanamamıştı –ta ki 2000 yılında Karayip adalarındaki Abacos sahillerine bir grup yunus ve balina vurana dek. Söz konusu sahil neyse ki Amerikan yargısının sınırları dışında kalmaktaydı (donanma kuruluşları kulak testlerinin yapılmasını engellemekteydi). Gözleri kanayan ve ölen bu balinalardan çok etkilenen bir bilim adamı sonunda kulaklarını inceledi. Sonuçlar, ölümlerin sonar sonucu olduğunun kanıtıydı ve donanma dur durak bilmeden incelemelerine devam ederken, daha büyük tartışmaya yol açtı.

Haziran 2010’da Woods Hole’dan Peter Tyack, insanların okyanuslarda sadece motorlu araçlarla bile yol açtığı gürültünün deniz memelilerinin son derece gelişmiş iletişimini bozduğunu açıkladı. Gemilerin yol açtığı gürültü, balinaların işitme gücünü iki ölçek azaltmaktadır: Normalde 1000 km öteden duydukları şeyleri artık ancak 10 km öteye geldiğinde duyabilmektedirler. Bu durum çiftleşme ve ebeveynlik becerilerini de bozmaktadır çünkü anneler ve yavruları kadar erkekler ve dişiler de birbirlerini bulmak için bu iletişimi kullanmaktadırlar. Tyack’ın bu veriler içindeki en umut verici olguları ise şaşırtıcıydı: bazı incelemeler balinaların “başka şarkı tutturmayı” ve gemilerin çıkardığı gürültünün sesine denk düşenden daha tiz bir frekansta çağrı yapmayı becerebilmiş olduklarını göstermiştir. Belki de bu durum, zekalarının bazı durumlarda bizim yol açtığımız zarardan (bu dengesiz davranıştan kendimizi alıkoyamadığımız kesin olduğuna göre) kendilerini kurtarabilecek olduklarına dair umut verebilir. Aslında, okyanuslarımızı sonarlarımız ve gemilerimizin gürültüleriyle kirletiyorsak belki de deniz memelilerinin iletişim için en büyük umudu bir tür telepatidir. Ancak, yetenekli her uzaktan görücünün bildiği gibi, bu türden enformasyonu almak için odaklanabilmek ve gevşemek gerekmektedir; bu ise fiziksel hasara sebep olacak kadar güçlü bir cızırtının olması durumunda güç olabilir.

Yine de umutsuzluğa kapılmayıp durumu değiştirmek için olabildiğince şey yapmalıyız. Özellikle müdaheleci olmayan tarzda incelendiklerinde vahşi doğadaki deniz memelilerinin yetenekleri, parapsikoloji araştırmalarının geleceğinde önemli bir odak noktası olabilir.

Belki de onların psi yeteneklerinin sergilenmesi, yaşayan bir yaratık için nelerin mümkün olduğuna dair bize bir anlayış sağlayabilir ve bu davranışı bizim de öğrenmemiz için teşvik unsuru olabilir. Bu hayvanlar etkileyici psi yetenekleri sergilemekle kalmayıp gelişmiş ve huzurlu ilişkiler için de örnek oluşturmaktalar. Örneğin, Outside Magazine dergisinin Temmuz 2010 tarihli sayısında Tim Zimmermann, SeaWorld eğlence merkezinde bir eğitmenin yunus familyasının en büyük hayvanı olan bir katil balina tarafından öldürülmesi olayını yazmış: “Vahşi doğada, 20 ila 50 hayvandan oluşan karmaşık ve son derece sosyal aile gruplarında yaşamaktalar” diyor. “Aile grupları, dişiler etrafında örgütlenir. Aile reisi genelde, yiyeceğin nerede bulunabileceğine dair deneyime ve bilgi zenginliğine sahip olan en yaşlı (bazıları 80 küsur yıl yaşar) dişidir. İlk Orca 1965’te yakalandığında, Ted Griffin bu hayvanı 8.000 dolara satın alıp Kanada’nın batı kıyısından 450 mil ötedeki Seattle’a römorkla çektirmişti. Bu hayvanın aile grubu olan 20-25 orca yolun çoğu kısmında onu izlemişlerdi. Ayrıca, tutsaklığı sırasında, “denizdeki etrafı kapalı havuzunun içinden diğer orcalara seslendiği” duyulmaktaydı. Bu hayvanlar bizim olmadığımız tarzlarda birleşmiş haldedirler. Aile grupları on yıllar boyunca bir arada kalır: oğullar anneleriyle 50 yıl veya daha uzun süreler boyunca yaşarler ve aile grubu arasındaki huzur, mutlaktır.

Onları kendi zevkimiz için tuzağa düşürmek iğrenç bir durumdur. Belki daha çok sayıda insan deniz memelilerini anlamaya başladıkça, daha çok sayıda insan onları korumak için bir araya gelip güç birliği yapacaktır.

Bazı gedikler açmaya başladık. Örneğin, Japonların yunus katliamını açığa vuran The Cove adlı cesur belgesel film yaygın bir ilgi gördü ve 2009 yılında en iyi belgesel dalında Oscar adayıydı. Ayrıca, Mayıs 2010’da Balina ve Yunus Koruma Derneği “Deniz Memelilerinin Hakları Deklarasyonu: Balinalar ve Yunuslar” başlıklı açıklamasıyla insanların sahip olduğu aynı yaşam, özgürlük ve esenlik haklarının deniz memelilerine de verilmesini talep etti. 25 Haziran 2010’da Natalie Angier, New York Times için yazdığı “Bir Balina Kurtaran Bir Ruh Kurtarır” başlıklı makalede pek çok bilimcinin beyin boyutu, yaşam tarzı, iletişim ve aile örgütlenmesi bakımından yunusların ve balinaların insanlara denk olduklarına ilişkin görüşlerini ele aldı.

Kanıtlar baskın biçimde barizdir: bu hayvanlar zekiler, müşfikler, karmaşıklar ve insanlarla akran –veya belki de onlara öğretmenler. Onların kesilip biçilmesi, tutsak alınması veya kirliliğin pek çok türünden dolayı çektikleri korkutucudur ama kendi türümüzün davranışlarını iyileştirmeye çalışmaya devam etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok.

Makara, “Mücadeleye devam ama vazgeçmek veya teslim olmak yok. Bunu aşmalıyız. Ne olursa olsun üstüne ışık tutmaya devam etmeliyiz.” diyor. Sandoz-Merrill ise kitabını, balinaların ve yunusların güzel bir tarifi ile bitirmiş: “Her ikisi de bir düşünceye, bir şifa ihtiyacına veya önceden ayarlanmış bir karşılaşmaya yanıt olarak aniden ortaya çıkar. Sevecen bir şefkatle, uyumla ve zerafetle doludurlar ve ultrasonik dalgaboylarında pek çok kanaldan birden konuşurlar. Anlayamadığımızda, bize ulaşmanın bir yolunu bulurlar. Şifa vermekte, neşe getirmekte ve bahtiyarlığı çağırmaktalar. Onlar, kelimenin her anlamıyla, bizler arasındaki en büyük varlıklardır.”

Bu muhteşem yaratıkların bizler tarafından yaratılmış bu karmakarışıklıktan çıkmak üzere yollarınu bulabileceklerini ve sonra da yolumuzu bulabilmemiz için bize yardım edeceklerini umalım.

Rhine Online Psi Research News-Magazine, Cilt 2, Yaz 2010 sayısından çevren: Yasemin Tokatlı.

Konuk Yazar