Kim olduğumuzu anlatmanın vakti geldi

Politik demeçler, kamuoyu yoklamaları… Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki çabaları hep siyasi boyutta kalıyor. Oysa Avrupa’ya bizi anlatmanın başka yolları da var. İşte size en güzel örneği: Londra’da 22 Ocak’ta başlayan “Türkler: Bin yılın Yolculuğu” sergisi. Haftalardır başta İngiliz basını olmak üzere, Avrupa’nın önde gelen yayın organları sergi üzerinden Türkiye’yi konuşuyor. Eserler tanıtılıyor, üzerlerinden Türkler’in tarihi kimlikleri ile ilgili  değerlendirmeler yapılıyor ve konu dönüp dolaşıp AB üyeliğine geliyor. Bazı çevreler, sergiyi iyi bir girişim olarak tanımlarken, bazıları Türk kültürünün Asya’ya aidiyetinin bir kez daha gözler önüne serildiğini söylüyor. Ve kültürel kampanyaların önemi bir kez daha kendini gösteriyor.

 

Eleştirilerde eserlerin zenginliği ön planda, ancak bununla birlikte ilginç politik yorumlar da yapılıyor. BBC News‘ten Robert Greenall, sergi için “Bin yıllık Hikaye” terimini kullanmış. Londra’nın 70 yıldır ilk kez İslam’ın ağır bastığı bir sergiye ev sahipliği yaptığını söylüyor ve konuyu Türkiye’nin  AB üyeliğine bağlıyor. “Tüm gözler birliğe girmeyi hedefleyen Türkiye’nin çabalarına çevrilmişken, şimdiye dek Türkler’in kültürü ve sanatı ile ilgili en büyük serginin Londra’da açılması iyi bir zamanlama” yorumunu yapan Greenall, sergiyi geezenlerin dev bir medeniyet hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduklarını anlayacaklarını ve paniğe kapılacaklarını ileri sürüyor.

 

Ters tepecek

İngiliz The Observer gazetesinde Laura Cumming imzasıyla yayınlanan makale ise serginin Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştıracağını iddia ediyor. Cumming, sergilenenleri muhteşem olarak tanımlarken,  Ankara’ya da bir gönderme yapıyor: “Eğer, AB üyeliği için bir kampanya olarak düşünüldüyse, bence etkisi tam tersi olacak. Çünkü bu sergi Türkiye’nin ne kadar Asyalı olduğunun, Doğu medeniyetine ne kadar yakın olduğunun kanıtı.”

 

 

Görüldüğü gibi aynı eserler üzerinden birbirine tamamen zıt yorumlar yapılıyor. The Guardian gazetesinde Jonathan Jones‘un kaleme aldığı “Full of eastern Promise” (Doğunun vaatlerinin tümü) başlıklı makale ise serginin, Türk kültürünün sentez yeteneği ve çoğulcu yapısını gözler önüne serdiğini söylüyor. Jones böylece günümüze de gönderme yapıyor, yani Türkiye’nin bir çok medeniyeti bünyesinde barındırdığına ve Avrupa için bir köprü görevi göreceğine dikkat çekiyor.

 

Türk kültürünü tanımalıyız

Natan Sznaider ise Die Welt gazetesinde yayınlanan “Wie man Europa macht” ( Avrupa nasıl yapılır) adlı yazıda yeni bir süreçten bahsediyor: Aşağıdan yukarıya doğru Avrupalılaşma. Avrupa’nın, başı ABD’nin çektiği yeni dünya düzeninde baştan yapılanacağını iddia eden yazar, referans olarak sosyolog Ulrich Beck ve Edgar Grande‘nin “Kosmopolitismus” (Kozmopolitlik) adlı kitabını gösteriyor. Sznaider kitaptaki ilginç tespitlere dikkat çekiyor ve bunu farklı kültürlere açılmaya bağlıyor: “Sivil toplumun ve sanat faaliyetleri gibi projelerin yapılandıracağı yeni Avrupa, liberalizm, neo-liberalizm gibi kavramların öldüğünün de en güzel kanıtı olacak. Artık geçmişteki kavgalar bir kenara bırakılacak. Sakinleştirilmiş bir Avrupa ortaya çıkacak. İşte bu Avrupa’ya Müslüman azınlıklar da AB üyesi Türkiye de dahil olacak. Bunun için Türk kültürünü yakından tanımak önemli bir adım.”

 

Evet, Avrupa Londra’daki Türk sergisini konuşuyor. Üstelik bu daha başlangıç. Sergi 12 Nisan’a kadar devam edecek. Olumlu olumsuz yapılan her yorumun Türkiye için büyük önemi var. Hem politik kampanya, hem de dünya mirasında Türk kültür ve sanatının hak ettiği yere gelmesine katkı olarak. Bu da AB üyeliği için belli yöntemleri izlemeye kilitlenmiş politikacılar ve siyasi danışmanlara önemli mesajlar gönderiyor. Artık Türkiye’nin “ne olmadığını” değil, “ne olduğunu” anlatmanın zamanı geldi. Bunun yolu ise, siyasi polemiklere girip,  “Türkiye Avrupalı’dır” sloganı atmaktan değil, kimliğimizi uluslararası düzeyde temsil edecek kampanyalara imza atmaktan geçiyor.

 

Avrupalı bir Türkiye medeniyetler çatışmasını önler mi

 

Bir yanda başını Almanya’nın çektiği Türkiye’nin AB üyeliğine destek politikası, diğer yanda yükselen karşıt görüşler… Geçtiğimiz günlerde dünya basınına farklı bakış açılarının tezleri yansıdı. Alman Die Welt Gazetesi, Münih’teki Doğu Avrupa Enstitüsü’nde başlatılan ve Türkiye’nin üyelik sürecini masaya yatıran araştırmayı sayfalarına taşıdı. 11 Kasım’da başlatılan araştırma, normal bir prosedür olarak değerlendiriliyor ancak üyelik karşıtı görüşleri yansıtıyor.
 

Türkiye’nin AB ekonomisine zarar vereceğinden dem vuruluyor ve politik ve stratejik avantaj sağlayacağı tezinin yeterli olmadığı belirtiliyor. Rapora göre Avrupalı bir Türkiye yaratmak, Medeniyetler Çatışması’nı önlemek için doğru bir adım değil. Başta Almanya Dışişleri Bakanı Joscka Fischer’in çektiği Türkiye’yi teröre karşı savaşta önemli bir aktör olarak görmek ise melodramatik bir yaklaşım.

 

Öte yandan politik arenada önemli bir referans kabul edilen Foreign Affairs dergisi Ekim sayısında AB yolundaki Türkiye’den övgüyle bahsetti. David L. Philips’in kaleme aldığı makalede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Aralık’ta yapılacak müzakere sürecine kadar ülkedeki reformları hızlandırılması olumlu bir adım olarak değerlendiriliyor ve Türkiye ve müttefikleri için Aralık’ta sonuç alınması gerekli, deniyor. Philips, Türkiye’nin AB üyeliğinin teröre karşı duvar oluşturacağını ve İslam dünyası için bir model olacağını, Türkiye’yi dışarıda bırakmanın ise radial İslamcılar’ı güçlendireceğini ve Amerikan karşıtlığını artıracağını  ileri sürüyor. Yani Münih Araştırma Enstitüsü’nün sonuçlarına zıt bir portre çiziyor.

 

Philips’in makalesini destekleyen görüşleri Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Turkish Policy Quarterly Dergisi’nin son sayısındaki makalesinde dile getirdi. Almanya’nın Türkiye’nin üyeliğine tam destek verdiğini söyleyen Fischer, Türkler’in Almanya’nın vazgeçilmez bir ögesi olduğundan bahsetti ve son yıllarda Alman toplumuna yön veren isimler olarak Vural Öger ve Fatih Akın’ı saydı. Fischer’e göre Türkiye’nin üye olmasının üç avantajı var. Her şeyden önce Avrupa’nın güvenliği stratejik olarak kritik bir noktada bulunan Türkiye’yi bünyesine katarak sağlanabilir. Türkiye birçok Avrupa ülkesi için vazgeçilmez bir ekonomik partner ve üyelik süreci ülkenin gelişiminde önemli bir rol oynamakta.

Fischer’in makalesinde dünyanın gittikçe iki kutba ayrılmasından duyulan endişe hissediliyor. Alman Dışişleri Bakanı, Avrupa’nın özellikle Ortadoğu’da dış politikasını sağlam temeller üzerine oturtması için Türkiye’yi bünyesine katması gerektiğini iddia ediyor. Bu da “11 Eylül ve devamında yaşanan kutupların ve safların belirginleşmesi süreci Türkiye’nin lehine çevrilebilir mi?” sorusunu akıllara getiriyor.

 

Turkish Policy Quarterly’de, İsveç’in İstanbul Başkonsolosu Ingmar Karlsson’un kaleme aldığı “Türkiye’nin kültürel ve dini mirası AB için bir kazançtır” adlı makale de konuya sosoyolojik bir açıdan yaklaşıyor ve Türkiye’nin AB üyeliğinin birliğe zenginlik katacağı tezini ortaya atıyor. Karlsson’a göre “Euroislam” dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara alternatif bir çözüm olabilir. Yolu ise Müslüman bir ülke olan Türkiye’yi Hristiyan klübü olarak görülen AB’ye katmaktan geçiyor. İsveç Başkonsolosu AB’nin şu anda Türkiye gibi büyük bir ülkeyi sindiremeyeceği yolundaki görüşleri ise politik manevra olarak değerlendiriyor. Olumsuz bir etken olarak gösterilen, Türkiye’nin nüfus artış hızının yüksek olmasını Avrupa’nın artan yaşlı popülasyonuyla baş etmek için iyi bir çözüm olarak görüyor. Karlsson, Avrupa’nın dışında bırakılan Türkiye’nin diğer alternatif olarak görülen Ortadoğu ya da Kafkas bölgesine kaymasının Güneydoğu Avrupa’nın güvenliğine darbe vuracağını ileri sürüyor. Türkiye’ye Aralık’ta “hayır” denmesinin Avrupa’daki yüksek Türk popülasyonunu getolaştıracağını ve “Medeniyetler Çatışması”nı bizzat Avrupa’nın içine taşıyacağını söylüyor.

 

Kısaca Türkiye ile ilgili paralel ve zıt görüşler, İslam ve buna bağlantılı olarak giderek büyüyen terör korkusu üzerinde yoğunlaşıyor. Dünya basınında çeşitli çevreler Türkiye’yi din kaynaklı olası medeniyet çatışmasında kilit olarak görüyor ve AB içinde tampon bölge olması gerektiğini söylüyor. Yani Bush’un sert Ortadoğu politikaları Avrupa’yı Türkiye’ye daha ılımlı yaklaşmaya itiyor, diyebiliriz. Öte yandan ekonomik dengesizlik ve Türkiye’nin dengeleri değiştirebileceği tezi karşı görüştekileri beslemeye devam ediyor.

Konuk Yazar