Durdurun dünyayı ineceğim ben. Bu ne kalabalık kardeşim dönecek yer kalmadı. Üre üre, nereye kadar ey insanoğlu?
Politikacıların ülkelerinin nüfuslarını şişirmek için verdikleri teşvikler ve aragazı sonucu, dünya İstanbul metrobüsü gibi tıklım tıkış bir yer oldu. Arkalar boş, ilerleyelim beyler diye diye her karış toprağı doldurmak marifet mi yani? Boş olan tek alan, tüm dünyanın kaderini etkileyen kararları verenlerin kafatası içinde ve asıl marifet orasının dolu olması.
Teknolojinin ile insanlığın gelişmesi arasında ise akıl almayacak bir ters orantı yaşıyoruz politikalarımız sayesinde. Bu iddialı lafımı ortaya atıp kenara çekilecek değilim elbet. Açıklamak farzdır bir nevi.
Teknolojik gelişmeleri ve sonuçlarını biraz inceleyelim o zaman.
Nüfustan başlamıştık onunla devam edelim. Teknoloji destekli bilim, artık insan ömrünü uzatan yollar sunuyor bize. İnsanlık da eski genetik kodlarıyla türünün devamı, devletlerin ve para babası güçlerin pompaladığı yeni sentetik kodlarıyla da işgücü ve tüketim için sürekli ürüyor.
Peki ama bu üreme ne kadar sağlıklı?
İlk sağlıksızlık belirtileri, ekonomik dengeler açısından karşımıza çıkmakta. 17.yüzyıldan başlayan endüstri devrimi, ekonomiye katkılarının yanısıra, insanlığa daha az çalışma ve daha çok zaman bırakacaktı hesapta ama biraz çarpık gelişti işler. Tamam kabul ediyoruz, insanlar 3 yüzyıl öncesine göre fiziksel olarak sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışıyorlar, harcamak için bir sürü bol zamanları ve çalışacak işleri olduğu sürece de paraları var. Fakat, tüketim için üremeye teşvik edilen insanoğlu, azalan istihdam nedeniyle tüketme işlevini yerine getirmekte zorlanmaya başladı bunu gören yok. Üretilen hiçbirşey de bilabedel verilmediğine göre, “Alalım verelim ekonomiye can verelim” durumları yavaş yavaş sakata binmeye başladı işte. Daha da önemlisi azalan kaynaklar bu tüketim talebini nereye kadar göğüsleyebilecek o da belirsiz.
İkinci sağlıksızlık, türün en iyi örneklerinin doğal seleksiyonunun durdurulması sebebiyle yaşanıyor. Bilim genetik kodlarındaki bozukluk sebebiyle üreme problemi olanları ücreti mukabilinde üretmeye kararlı. Daha da vahimi, uygarlığa katma değeri olmayan ortalama zeka seviyesi altındaki nüfus fütursuzca çoğalırken, dünyanın gidişatından rahatsız entellektüel nüfus psikolojik, ekonomik ve kültürel sebeplerle üreme hızını düşürmüş durumda. Sonuç, zeka katsayısı düşük, üretkenlik yerine tüketime programlanmış nesiller olarak kendi türümüzün devamı için uzun vadede bindiğimiz dalı kesmek şeklinde özetlenebilir.
Liderlik yapabilecek ve dünyanın geneli için katmadeğer sağlayacak projeler geliştirebilecek zekaların eksikliğini çekiyoruz son yüzyılda. Keza, toplumu oluşturan bireyler de bu zeka eksikliğini farkedemeyecek kadar onlara benzediğinden, körler sağırlar birbirini ağırlar vaziyette yuvarlanıp gidiyoruz. Nereye mi? Medeniyetin sıfır noktasının altında bir yerlere galiba, emin değilim. Benim zekamın da toplumun ortalamasından fazla olduğunu kim söyledi???
Liderlerin ve yeni mucitlerin de işi zor aslında. Eskisine göre daha hızlı gelişiyor herşey, kararlar hızlı verilmek zorunda ama aynı zamanda olası yan etkileri de iyi hesaplanmalı. Oysa global dünyada teknoloji sayesinde, eskiden aylar sonra hissedilen etkiler ve bunlara verilen tepkiler neredeyse dakika bazına indi. Geçmiş yüzyıllarda düşüne düşüne hamlelerin hesaplandığı dünya üstü satranç oyunu artık zamana karşı ve hızlı hamlelerle olmak zorunda. İnsan beyni henüz bu hızı kaldıramadığından, hatalar yapılması çok olası ve artık yapılan hatalar sadece yerel bölgeleri değil tüm dünyayı etkiliyor. Artan nüfusun tüketim talepleri ve uygarlığın ileriye taşınması için doğru yönlendirilmesi şeklindeki çok bilinmeyenli bu denklemi çözecek zekaların nüfusun geneline oranı da git gide düşüyor.
Bir de üreyen insanların teknoloji sayesinde elde ettikleri boş zamanlar meselesi var. Amaçsız boş zaman kadar gereksiz bir lüksle nasıl baş edeceğini bilemiyor insanlık. Bilgisayar, televizyon, turizm gibi kitlesel iletişim ve etkileşim araçlarını amacının çok dışında kullanır olduk. Amaç zamanı değerlendirmek değil, zaman öldürmek sanki.. Oyun oynamak için bilgisayarı kullanıyoruz, beynimizi uyuşturmak için bize dayatılan televizyon programlarını itirazsız kabulleniyoruz ve tıkınmak/tüketmek/aylak aylak yayılmak için tatile çıkıyoruz. Zaten onbir buçuk ay boyunca çalışıp hak ettiğin ve muhtemelen sonraki oniki ay boyunca taksitlerini ödeyeceğin tatilde daha aktif ol değil mi? Ama yok. E peki o zaman neye yaradı sana bu teknolojinin gelişmesi sayesinde bahşedilen fazladan bonus boş zaman?
Sayımız çoğaldıkça kalitemiz de algılama kapasitemiz de düşüyor artık anlamamız lazım. Ne bireysel olarak kendimizi geliştirmeye ne de uygarlığımızı ileriye taşımaya harcıyoruz enerjimizi. Sayıca çok olmanın, pastadaki dilimimizi azalttığının bencil bilinciyle itişip kakışıyoruz kendi aramızda.
Kendi bencilliğimizin ve çıkarcılığımızın haricinde, dış etmenler de var tabii. Beynimizi boş tuttukça parası karşılığında çerçöple doldurmanın yollarını arıyor fırsatçılar. İçimize yönelme becerimizi körelttikçe, dışarıdaki illüzyona gömülmeye teşvik ediyorlar bizi. Bizi beslemek için doğal olmayan ürünler tasarlıyor bilimadamları. Nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz boş zamanlar yaratıyorlar teknolojik buluşlarıyla. Para babaları tüketim için üremenin vahşi artışını destekliyorlar.
Alıp verip ekonomiye can vermek de önemli ama, işin sadece maddiyat boyutunda kalmasını isteyenlere de dur deme zamanı. Maneviyatı besleyen kültürel, ruhsal, zihinsel ve en önemlisi kendimiz dışındakilerle empati kurmamızı sağlayan duygusal alışverişlere de ihtiyacımız var. Sadece ekonomiyi değil, medeniyeti de canlı tutmak için tabii.
Türümüzün devamı sayısal olarak ürememize ve sürekli tüketmeye değil, amaçsızlıktan sıyrılıp üretkenliğimize ve kendi değerimize sahip çıkmamıza bağlı.
Teknolojiyi ilerlememiz için kullanabileceğimiz barış içinde yaşamanın mümkün ve türümüzün devamı için şart olduğunu algılayabilecek bilinç seviyesine yükselmiş insanlarla dolu bir dünya diliyorum.