Pink Floyd, elmasları anlattığı şarkısında, elbetteki kanlı elmasları çıkarmak için hayatlarını feda eden küçük çocuklardan bahsetmiyordu. Büyüdükçe varlığını unuttuğumuz içimizdeki o saf çocuğa, içimizdeki sonsuzluğaydı çağrısı… Ancak Afrika’daki bazı çocuklar büyümeye bile fırsat bulamıyor, daha çocukken çocuklukları, insanlıkları, özgürlükleri yaşam hakları ellerinden alınıyor.
Pırıltılar… Keşke sadece doğruluk ve düşler için parıldayabilseydi elmaslar da… Aslında madenlerden bulunup çıkarılışından, satılıp gerdanları süslediği tüm macera boyunca ‘düşler’ için parıldadığı da bir gerçek. Peki, ama hangi düşler onlar? Madenlerdeki işçiler için yaşamak için nefes alabilmek için tek yol, aradaki kaçakçılar ve satıcılar için daha çok para ve güç, silah tacirleri için kara para aklama ve pazar genişletme yöntemi, iç savaş direnişçileri için daha çok silah, genç kızlar için mutlu bir yuvaya ilk adım…
Marilyn Monroe’nun 1953 yılında çekilen “Gentlemen Prefer Blondes” filminde söylediği şarkıda olduğu gibi; kadınların en iyi arkadaşı mı pırlanta? Gerçekten öyle düşünüyorsanız eğer, Sierra Leone ve Güney Afrika’daki madenler hakkında biraz bilgi edindikten sonra bir kere daha düşünün derim. Acaba hala aynı fikirde olacak mısınız?
Birinci dünya ülkelerinin zarafet süsü, Afrika’da ise zulüm kaynağı… Avrupa’da seçkin müşterilere hizmet eden mücevher mağazalarının vitrinlerini süsleyen elmaslar, Afrika’da bitip tükenmek bilmeyen kirli savaşların başlıca finansman kaynağını oluşturuyor. Yüz binler bu uğurda can veriyor. Siyah insanlar, birbirlerini acımasızca öldürüyorlar. Ve daha acısı ölen ve öldüren bu insanların, hayatlarında hiç elmas görmemiş olması.
Yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengin olan Afrika, neden yüzyıllarca sömürgecilerin egemenliğinde kaldı? İnsanları neden açlık sefalet ve hastalıkla boğuşuyor hala? Gelin ilk olarak Afrika’nın batısında yer alan Sierra Leone’a bir göz atalım.
Sierra Leone
Sierra Leone Cumhuriyeti ya da kısaca Sierra Leone… Komşu ülke Liberya gibi, o da azat edilmiş Afrikalı köleler tarafından kuruldu. İngiliz himayesinden (aslında sömürgeciliğinden!) sonra 1961’de bağımsız hale geldi. Ancak ülke 1990’lardan 2002’ye kadar yıkıcı bir iç savaş dönemi geçirdi.
Elmas madenleri bakımından oldukça zengin olmasına rağmen batılı sömürgecilerin kışkırttığı ve göz yumduğu iç savaş sonucunda bir hayli fakirleşen Sierra Leone’da, iç savaş sırasında çocuklar, isyancılar tarafından zorla asker yapıldı. Asker olmayı kabul etmeyen binlerce çocuk ve gencin elleri, ayakları kesildi. Bugün ülkede binlerce elsiz ve ayaksız sakat insan yaşamakta.
Peki ama ihracatının %85’i elmas olan bir ülke, nasıl olurdadünyanın en fakir ülkesi olur?
Sierra Leone’dan bol miktarda elmas çıkıyor. Oysa kişi başına düşen 568 $ geliri ile Dünya sıralamasında 219 ülke içinde 215. sırada yer alıyor.
Peki ya elmaslar nerede ve kimin? Madenlerin küçük bir kısmı devletin, büyük bir kısmını ise RUF (Revolutionary United Front) militanları işletiyor. Büyük elmas firmaları ise devletten değil, RUF militanlarından Çatışma Elmaslarını, kanlı elmasları alıyorlar ve dünyaya pazarlıyorlar.
RUF militanları aslında güzel gibi gözüken bir söylemle ortaya çıktılar: Bizim ülkemizde bu kadar servet var ama biz neden bu kadar fakiriz? Ancak bu, işin sadece slogan kısmı olarak kalıyordu ne yazık ki ve kendi halkının zalimleri olarak boy gösteriyorlardı.
Tabi ki tahmin edileceği üzere RUF militanları madenlerde kendileri çalışmıyor. Çoğu çocuklardan oluşan yerli esirleri kullanıyorlar bu iş için. On-on iki yaşlarındaki çocuklar, zor kullanılarak RUF militanı olmaya zorlanıyor, karşı çıkanların ise elleri ve ayakları kesiliyor. Kendilerine kattıklarının ise beyinleri yıkanıyor. Bu çocukların kollarında açtıkları kesiklere, savaş yaralarına kokain basıp, alkol verip, farklı uyarıcılar enjekte ederek birer ölüm makinesine dönüştürüyorlar.
Kanlı elmaslar nasıl legal kimlik kazanıyor?
Sierra Leone’dan çıkarılan çatışma elmasları, önce komşusu Liberya ve diğer Afrika ülkelerine kaçırılıyor. Daha sonra da kaçak sokuldukları ülkelerin madenlerinden çıkarılmış gibi gösterilerek Belçika’ya ve İngiltere’ye gönderiliyor. Belçika’daki Antwerp kentinin dünya elmas merkezi pozisyonunu güçlendirmeyi amaçlayan Elmas Yüksek Konseyi adlı örgüt, gayri meşru elmas ticaretine göz yumuyor.
Örneğin, Liberya’nın ortalama yıllık elmas rekoltesi 100–150 bin karat olmasına rağmen, 1994–98 yılları arasında bu ülkeden Belçika’ya giren elmas miktarı, tam 31 milyon karat!
Benzer bir biçimde, askeri darbeyle sarsılan Fildişi Sahili’nden Belçika’ya yönelik elmas ihracatı, 1995–97 arasında, yılda 1,5 milyon karat olarak görünüyor. Oysa bu ülkedeki elmas madenleri, 1980’lerin ortalarında kapatılmış bulunuyor!..
En sonunda dünya bu katliama dur diyor!
Bölgede yaşananların kamuoyuna sızmasıyla başlayan tepkilerden sonra nihayet Birleşmiş Milletler olaya el koydu. Batı Afrika Birliği’nin, BM gözetiminde Nijeryalı askerleri bölgeye yollayıp duruma hâkim olmasıyla, RUF militanları yakalanıp, gruba zorla katılanları affedildi. Artık bölgede belirli bir gerginlik ortamı yok, ama savaşın acıları hala hissediliyor.
Bu ülkenin bir diğer özelliği de dünyanın en genç nüfusa sahip ülkesi olması. Çünkü ortalama yaşam süresi kırk yıl. Çocukların çoğu beş yaşını görmeden ölüyor.
1998’den itibaren Uluslararası Af Örgütü ve Küresel Tanıklık (GW) kuruluşları, kamuoyuna savaş elmaslarının uluslararası ticaretini protesto etme çağrısı yaptı. Müşteriler, mücevher satıcılarına elmasların nereden temin ettiklerini sorarak kanlı mı yoksa temiz elmas mı aldıkları öğrenebileceklerdi. İşte tüm dünya elmaslarına kimlik kartı görevi görecek olan sertifika sistemi Kimberley Mevzuatı sayesinde oluştu.
Savaş elmasları ticaretinin zararlarını gözler önüne seren uluslararası bir kampanyanın ardından, 2003 yılında Kimberley Mevzuatı denilen bir uluslararası sertifikalandırma projesi devreye sokuldu. Buna göre, taraf olan tüm ülkelerde, işlenmemiş elmasların nakliyatında, bu elmasların savaş bölgelerinden gelmediğini garanti eden bir sertifika bulundurulacaktı. Buna ek olarak, seçkin satıcılar dâhil tüm elmas endüstrisi, elmasların satış aşamasına kadar hangi yolları geçtiğini belirten gönüllü bir garantileme sistemi üzerinde anlaştı.
Böylece yasal yollardan satın alındığı ve savaşları finanse etmediği kanıtlanan elmaslara sertifikalar verilmeye başlandı. Bu süreç sayesinde, en azından prensipte, mücevhercilerde satılan pırlantaların hepsi sertifikalı ve temiz elmas oldu.
Ancak tüm bunlar, kanlı elmas toplanması aşamasında yaşananları değiştirmiyor. Güney Afrika’da çektiği ve BBC’de yayınlanan belgesel, çalışma koşullarıyla ilgili detaylı bilgi veriyor: Ünlü bir markanın Kleinzee’deki (G.Afrika) madeninde iki–üç bin kişi çalışıyor. Kadın ve erkek işçiler, evli olsalar bile farklı kamplarda kalıyor. İşçilerin eşleri ve sevgilileri için birkaç dakikalık görüşme zamanı ayrılmış. Halen elmas madenlerinde çalışanlar dizlerine, bazen boyunlarına kadar çamurlu sulara batıp kum ve toprak topluyor. Bu topraklar ileri teknoloji makinelerde ayıklanıyor ve elmaslar bulunuyor.
İç savaş bölgelerinden gelen taşların kara listeye alınması için süren uluslararası çabalara rağmen, küresel elmas ticareti, Fildişi Sahili ve Liberya gibi ülkeleri halen kana bulamaya devam ediyor.
Kim daha çok kazanıyor?
Elbette ki elmas endüstrisi bu taştan, hak ettiğinden çok daha fazla kazanıyor. National Geographic dergisinde 2002 yılında yayınlanan bir makaleye göre, her yıl dünya genelinde çıkarılan elmas 24 ton.Bu kadar elmasın çıkarılması iki milyar dolara mal oluyor, ama üreticiler tarafından yedi milyar dolara satılıyor. Elmaslar son müşteriye ulaştığında ise değeri elli milyar dolardan daha fazla oluyor.
Bugün hacmi 68 milyar doları bulan dünya elmas sektöründe Afrika’nın payına yılda sadece sekiz milyar dolar düşüyor.
Dünyadaki mevcut rezervler
Dünya rezervlerinin belirlenmesinde kıymetli taşların karat cinsinden değeri esas alınıyor. (1 karat = 0,2 gr.) Elmas rezervlerine sahip olan bölgeler önem sırasına göre aşağıda sıralanmıştır:
– Afrika’da Botsvana, Güney Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Angola, Namibya,
– Asya’da Rusya sınırları içersinde Kuzeydoğu Sibirya ve Yakutistan,
– Avustralya’da Batı Avustralya,
– Güney Amerika’da Brezilya ve Venezüella
Ayrıca Kanada’da önemli yeni elmas yatakları bulunmuş ve 1998 yılı sonlarından itibaren üretime geçilmiştir.
Elmas çok mu kötü?
“Güzelliğin başa bela ey güzel!”demiş ya şair. Aslında elmasın hikâyesi de biraz böyle. Kötülüğü kendinden değil ama ona sahip olmak isteyen insanoğlu türlü kötülükler yaşıyor yüzyıllardır. Biraz elması tanıyalım o zaman.
Elmas = % 100 saf karbon
Peki karbon nedir? Hayatın özü demek aslında. Tüm canlıların yaşamın en temel yapı taşı. Ve bu sadece elmasta % 100 bulunuyor.
Ayrıca tüm minerallerin de sertlik şampiyonu elmas, yani sertliği 10 üzerinden 10. Bu nedenle elması kendinden başka hiçbir şey kesemiyor.
Nasıl mı oluşuyor? Çok yüksek sıcaklık ve çok yüksek basınç ortamı gerekli oluşumu için. Bu nedenle de derinlerde bulunuyor. Aslında onun için taşların en tekâmül etmişi de denilebilir. Çünkü aslında ölmüş olan bitki ve hayvanların fosillerinin evrimleşmesi onun özü. Maksimum ısı ve basınç koşullarında yeterli sürede kalmasıyla evrimini tamamlıyor. Bir alt derecesi kömür aslında. Evet, kömür de aslında elmasa dönüşememiş bir maden. Henüz tekâmül edememiş yani.
İnsanlık var olduğundan bu yana ışığa muhtaç ve âşık… Elmas ise mükemmel kristal yapısı sayesinde ışığı hiç emmiyor tamamen yansıtıyor. Mana âleminden bakarsak elmas aslında ışığı tamamen yansıttığı için ışığı aldığı an kendisi adeta yok oluyor ve tamamen yansıttığı ışık oluyor. Adeta kendi varlığında yok oluyor.
İnsanlar da bu ışığa sahip olarak güzellik ve güç sahibi olduklarına inanıyorlar sanırım.
Neden bu kadar pahalı?
Yaşamak için birincil olarak zorunlu bir gereksinim olmayan bir şey neden bu kadar arzulanır durumda?
Nadirlik… Bir şeyi değerli kılan onun az rastlanır olmasıdır. Peki elmas dünyada o kadar nadir bulunan bir maden mi? Aslında hiç değil. Sibirya, Avustralya, Afrika, Kanada gibi tüm dünyaya yayılmış durumda aslında elmas yatakları. Fakat reklâm ve lanse edilme şekli sayesinde insanlık onu bu seviyeye getirmiş durumda.
Elmaslar kendi aralarında nadirlik derecelerine sahip elbette. Örneğin binlerce karatlık elmas üretimi içersinde sadece bir kaç yüz karatı pembe elmastır. Dolayısıyla bir pembe elmasın değeri sıradan bir elmasın binlerce katıdır. Bir de büyüklüğü önem taşır; çünkü yekpare olarak büyük bir parça halinde oluşması ve de çıkarılması çok zordur.
Bu temel kriterlerin dışında taşınabilirlik, kesilebilme, parlatılabilme, ışık yansıtma, ışık kırma, bünyesinde safsızlıklar içerme gibi bazı özellikler de taşların değerlerini belirleyen ve artıran diğer unsurlardır.
Mesela bulunmuş olan elmaslar arasında, dünyanın en büyük elması olan 191 karatlık Işık Dağı ya da Kuh-i Nur adıyla tanınan elmas Hindistan’da bulunmuştur ve bugün İngiltere Krallık Hazinesi’ndedir. Adı Farsçada Işık Denizi anlamında olan, uçuk pembe renkli, yassı bir taş olan Derya-i Nur elması ise, yaklaşık 185 kırat ağırlığındadır ve bugün İran Milli Bankası’nda saklanmaktadır. Bunlara ilaveten, 1853 yılında Brezilya’da bulunan ve Güney Yıldızı adıyla tanınan 128 karatlık elmasla, Büyük Moğol Elması ve bizdeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması, dünyadaki en büyük ve en değerli 22 elmas arasında bulunmaktadırlar.
Elmas madenleri nasıl yerler?
Şimdi sıkı durun. Maden denilince aklımıza genelde tünel-galeri şeklinde olan kömür madenleri gelir hep. Ancak elmas madenleri pek böyle değil. Tünel şeklinde çalışılanları da olmasına rağmen genelde yerin dibine doğru inilen büyük çukurlar açılarak çalışılır bu madenlerde.
Şimdi büyük çukur dediğimizde aklınıza şöyle kocaman bir çukur gelmesin sadece. Bu çukurların bazıları öyle büyük ki, adeta yeryüzüne açılmış birer kara delik gibiler.
Bunların en büyüğü ise Sibirya’da bulunan ve artık işletilmeyen Mirna madenidir. Sibirya’nın Mirna kasabasında bulunan 1,2 kilometre çapındaki elmas madeni tam elli yılda dev bir çukura döndü. 1952’de elmas bulunduktan sonra küçük Mirna kasabası, dünyanın en büyük elmas merkezlerinden biri haline geldi. Rezervleri bitince birkaç yıl önce kaderine terk edildi. Ancak dünyanın bu en büyük çukuru insanların ilgisini çekmeye devam ediyor.
Çevresindeki yapıları içine çekecekmiş gibi duran bu dev çukur hakkında, derinliğiyle türbülans oluşturduğundan uçaklar için düşme tehlikesi yarattığı yolunda çeşitli rivayetler var. Sıcaklığın eksi 40 dereceye indiği varan bölgedeki madene sadece özel izinle girilebiliyor. Google Earth’ten gidip görebilirsiniz.
Yapay elmas
Hadi canım sen de yok artık demeyin sakın. 1900’lü yıllardan itibaren doğal kıymetli taşlara benziyen sentetik maddelerin yapımı gerçekleştirilmiştir. Artık insanoğlu elması da kendisi üretebiliyor ancak maliyetler çok yüksek ve harcanan enerji miktarı da çok fazla.
Hatta artık yeni bir moda var. İnsanlar öldükten sonra pırlanta yapılabiliyor. Nasıl mı? Öldükten sonra yakılan cesedin külleri çok yüksek karbon içeriyor. Bu küllerden de yapay elmaslar yapılarak bir yüzüğe takılabiliyor mesela. Sevdiğinizi yüzüğünüzde taşıyabiliyorsunuz. İnsanların kimileri böylece ölümsüzleştiklerine inanıyorlar…
Elmasın yolculuğunda herkesin bildiği son nokta, tüm göz alıcılığıyla pırıl pırıl göz kamaştıran, şahane mücevherler. Adeta yıldızları yeryüzüne indirip takmış gibi… Her bir minik yıldızcık için Afrika’da kaç yıldız kayıyor?
Peki bu kadar pahalı taşları kimler alıyor? Bir bakalım öyleyse…
Reklâmlarla pırlanta
Marilyn Monroe’nun 1953 yılında çekilen “Gentlemen Prefer Blondes” filminde baştan aşağı pırlantalarla söylediği şarkı, “Diamonds are a girls’ best friend” pırlantaların kadınların en iyi arkadaşı olduğunu iddia ediyordu. Bu şaşırtıcı sloganla bir yandan insanların kafası karışmış diğer yandan da pırlanta kafalara kazınmış oldu. Peki, işin aslı aslında neydi? Dünya pazarını genişletmek isteyen büyük pırlanta şirketleri tüm dünyada reklâm ve sponsorluk çalışmalarına büyük yatırımlar yapıyorlar. Önce ‘kadının en iyi arkadaşı’ olarak atak yapılan slogan, günümüzde ‘aşkın sembolü’ olarak değişti.
Peki hayatımıza yavaş yavaş nasıl girdi pırlanta? Pırlanta satışlarını arttırıp kullanımını yaygınlaştırmak isteyen sektör, pırlantayı önce kadınların en iyi arkadaşı olarak beyinlere işledikten sonra artık aşkın sembolüne dönüştürdüler ve aşkın sembolü olarak ‘tek taş’ diye bir kültür yaratarak tüm dünyada yaygınlaştırdılar. Pırlanta nişan yüzüğü N.W.Ayer reklâm ajansının 65 yıllık bir projesi. Pırlanta üreticilerinin girişimleriyle bir kampanya hazırlayan şirket, filmlerde pırlanta yüzükleri romantik göndermelerle kullanarak bunu moda haline getirdi. Avrupa ve Amerika’da tek taş pırlanta yüzük alyans olarak kullanılıyor. Bizde de nişan yüzükleri tek taş olmazsa olmaz artık.
Neredeyse herkesin bir tek taşı olunca, satışların artması için artık yeni bir modaya ihtiyaç vardı ve ‘tria’ yani üç taş vitrinlerde yerini almaya başladı. Bu üç taşın anlamı ise çiftin dünü, bugünü ve yarınını temsil etmesi oldu. Üç taş yetmeyenlere ise bir de beş taş çıktı.
Son yılın modası ise ‘aşkın sonsuzluğu’ nu temsil eden bir sürü pırlantayla kaplı lavalar…
Özellikle dizi, sinema filmleri ve albümlere sponsor olan pırlanta firmaları, reklâmda açıkça atağa geçmiş durumda. Mesela son birkaç yıl içinde TV reklâmlarında, dergilerde çeşit çeşit pırlanta reklâmı görüyoruz. Mesela Avrupa Yakası dizisinin, Türkiye’de pırlantanın tanıtımını çok iyi yapıp kültürümüzde yaygınlaşmasında büyük önemi var. Nasıl mı? Hatırlayalım o zaman: Dizide önce tek taş konusu işlendi… Cem’in Aslı’ya aldığı tek taş ve tek taşın büyüklüğü, sonraki bölümlerde Selin’in bu konuyu büyütmesi ve isterim de isterim diye tutturması, daha sonra Aslı’ya alınan tria ve bütün bölümlerde boynundan hiç çıkarmaması, en son olarak da son bölümlerde hiç boynundan çıkarmadığı lavası.
Daha düne kadar burma bileziklerin bir numarada olduğu Anadolu’da bile pırlantalar konuşulur oldu ve altın, pırlantanın çoktan gölgesinde kalmış durumda.
Artık tek taşsız bir nikâh kesinlikle söz konusu değil. Yaşam şartları, alım koşulları ne olursa olsun en fakirinden en zenginine herkes illa ki de pırlanta diyor. E ama bende o kadar para ne gezer diyenlere de işin kolayı var tabii, taksitle pırlanta!.. Taksit taksit öde, ama gücünü sergile sen de… 36 ay vademiz var, haydi koş vatandaş, şu kadarcık küçücük bir şeyle onu sevindir, sen de aşkını ölümsüzleştir…
Hangi sosyal statü?
Peki aslında toplumsal olarak ne anlama geliyor bütün bunlar? Erkekler gücünü ispatlıyor, kadınlarsa soyunu devam ettirme gücüne sahip güçlü erkeğe sahip olma başarısını yaşıyor ve taktıkları pırlantalarla bunları çevrelerine ilan ediyor.
Güç? Hangi güç? Neyin gücü?
Mesela Mozart sefalet içinde öldü. Hoppala şimdi Mozart’ın bu konuyla alakası ne diyebilirsiniz. Acele etmeyin… Mozart sefalet çekti ama Mozart ı kendisinin bir numaralı hasmı olarak gören besteci Salieri ise sarayda zenginlik içindeydi. İşte karşınızda iki erkek! Peki ya güçlü olan kimdi? Beş parasız fakir Mozart mı, yoksa pırlanta alım gücü had safhada olan Salieri mi? Tabi ki tartışmasız bir şekilde yüzyıllar sonra bile kusursuz eserleriyle dehasına ulaşılamayan ve ölümsüzleşen, fakir ve pırlantasız Mozart’tı güçlü olan…
Yani diyeceğim o ki, insanlar, kafalarına işlenenlerle yönlendirilip gerçek pırlantanın kendi içlerinde olduğunu ve taş olanından kat kat değerli ve gerçek sonsuzluğun kapısı olduğunu unutuyorlar.
Artık kredi kartına 36 ay taksitle pırlanta satılıyor. Herkese uygun bir pırlanta var yani. 36 ayınızı ne için feda edeceğiniz ise tamamen sizin değerlerinize kalmış artık!..
Benim tercihim Pink Floyd’un bahsettiğinden yana ve diyorum ki: Parılda, ey içimdeki çılgın elmas, parılda sonsuza kadar…