Bir çay içeyim dedim, baktım evde su kalmamış. Geçenlerde güzel bir yazı okumuştum, havamız temiz ama musluklardan akan su kirli ise az gelişmiş bir ülkede, musluktan su içebiliyor ama kirli bir hava soluyorsak gelişmiş bir ülkede yaşıyormuşuz demekmiş. Gerçi belediyeler, arıtma sistemlerimiz iyileştirildiği için artık musluklardan akan suların İstanbul’da da içilebilir nitelikte olduğunu söylüyorlar. Ama arıtma sisteminden sonra suyu evimize, bina içinden de dairemize taşıyan boruların miadını doldurmadığını kim garanti edecek? Kaynak istediği kadar temiz ve saf olsun, bana gelene kadar geçtiği “filtreler”, onu ilk andaki halinden başka bir şeye dönüştürürse ya? Kanal bilgilerinden farkları kalmaz alimallah. Bu yüzden henüz musluktan akan suyu içmeye teşebbüs edecek kadar cesur değilim. Filtrelerin de temizlenmesini bekleyebilirim, acelem yok.
Su dağıtım şirketini aradım mecburen, elemanları yokmuş şu an, bekle ki biri servisten dönsün, sana suyu getirsinler. Halbuki ben tam o anda çay içme moduna girmiştim bile. Suyun gelmesini bekleyene kadar dolaptaki buzları eritip de çay demlesem mi? Abartma… En geç bir saat içinde getireceklerini söylediler işte. Hiçbir tiryaki bir saat çay içmemekten dolayı ölmemiştir. Çare yok bekleyeceğiz.
Beklerken dikkatim dağılsın biraz diye pencereyi açıp dışarı bakıyorum. Tabii biraz da su arabasının gelip gelmediğini kontrol etme durumu var ama kendimi inkar ederken buluyorum. Biraz önce saatlerdir süren yaz yağmuru durdu nihayet. İstanbul gibi bir metropol’de bile yağmurdan sonra hala taze toprak kokusu alınabilen bir yerde oturduğum için, kendimi şanslı sayarak kokuyu içime çekiyorum. Yağmurdan sonra bir de gök kuşağı çıktı. Doğaldır, hava güneşliyse bir gök kuşağının oluşma ihtimali yüksek, nasıl oluştuğunu ise ilkokuldan beri biliyoruz. Işık, yağmur damlasında kırılarak yedi renge ayrılıyor.
Bir de bu sene oğlumla yaptığımız deneyde bunun tam tersini oluşturarak epey eğlendik. Bir kartonu yuvarlak kesip, merkezden kenarlara doğru alanı yedi eşit parçaya böldük ve gökkuşağının yedi rengine boyadık onları. Kartonun ortasından ip geçirip hızla döndürdüğümüzde tüm renkler karışınca karton bembeyaz göründü. Oğlum şaşkınlık ve keyifle izlerken, kazık kadar kadın olarak sonucu bilmeme ve beklememe rağmen azaltılmış dozda da olsa aynı duyguları paylaştım. Bir gibi görünenin yediye ayrılması, yediye ayrılanın bire dönüşmesi.
İstanbul’da bugün sıcak, susuzluk ve çay krizi başıma vurdu. Biraz önceye kadar yağan yağmurun serinletici etkisi de geçti gitti. Ne diyordum? Su sayıklamaktaydım, evet. Hayat kaynağımız o bizim. Çölde kaybolmuşun, rakısına buz atanın, bebeğine mama hazırlayanın, abdest alanın, vaftiz olanın, kirlenenin, susayanın, denizlerin, yağmurun, tüm bu resimlerin temel rengi o. Çıkart hayatından suyu, yaşayamazsın, hayatın geri kalanını bırak, bedenindeki oranı azalsa bile yeter başını derde sokmaya. Öylesine gerekli bir sıvı bu. Tamam, katı ve gaz hali de var ama normal şartlarda o en bilindik haliyle bir sıvı.
Peki neden meydana geliyor diye düşündükçe hep kafam karışmıştır. Hayır kimya bilmediğimden değil, görünen ile görünmeyenin devasa farkından dolayıdır karışıklığım. Evreni anlamakta güçlük çektiğim zamanlar hep suyu getiririm aklıma. İki hidrojen bir oksijen topu topu üç gaz atomundan oluşan sıvıyı; görünmeyen yanıcı elementlerden oluşan göze görünen söndürücüyü; hiç de fizik ötesi olmayan bir bütünleşmenin, bildik ama şaşırtıcı ürününü; yani hayat kaynağımız olan suyu. Sanki bir an için, sadece kısa bir an için tüm evreni görür gibi olurum bir su damlacığında. Bu hepimizin bildiği H2O basit fizik denkleminde bile görünen mucize, evrenin her yerini kaplamış durumda. Göze görünmeyeni görülür hale getiren binlerce bilimsel denklem varsa, tam tersinin olmayacağını kim iddia edebilir?
Hidrojeni de Oksijeni de çıplak gözle algılayamıyoruz ama bilim onların varlığını ispat edeli uzun zaman geçmiş, denklemi çözeli de. Bilim, çıplak göze görünmeyen ama çeşitli tekniklerle algılananları, benim gibi kafasında canlandırmakta zorlananlara tebessümle bakıyor. Ben de ne bilimsel teknikle ne de çıplak gözle algılayamadığımız için inkar ettiğimiz diğer tüm madde ve enerji formlarını düşündükçe gülüyorum. Su kadar basit ama görünmeyen tüm mucizeler için.
Buradan bilimi küçümsediğim ya da önemsemediğim gibi bir sonuç çıkartılmasın. Telaşım var, bilim bilmediklerimi bilinir hale getirmeden ölür kalırsam gözüm açık gidecek ona yanarım. Mızıldanmamın tek sebebi, benim gibi bilimin merkezinde olmayan sıradan insanların anlayabileceği bir dilde bilimle buluşabilmek. Hem de mümkünse bu buluşmanın sadece cep telefonuyla konuşmak, televizyon seyretmek, radyo dalgalarıyla iletişim, mikrodalga fırında yemek pişirmekten daha farklı konuları da içermesini diliyorum. Çocuklarımıza okullarda öğretilen bilgilerin sıklıkla güncellenmesini de istiyorum. Yine ne çok şey istiyorum. Her çay krizinde böyle oluyor, alıştım ben.
Kırmızının öncesi, mor ötesinin de sonrasında neler var? Dev bir çarkın içinde, kesik demetler halinde algıladığımız enerji formlarının aralarındaki boşluklarda neler olup bitmekte? Artık keşfedilse de, fizik ötesinin sınırları Ünzile’nin korkup durup gitmediği, köyün en son çitindeki sınırda bittiğine inandığı dünyasından hallice olmaktan kurtulsa.
Enerji türleri ile ilgili aşağıdaki dökümanı buldum biryerlerden. Enerjinin titreşim hızına göre nasıl şekilden şekile girdiğini gösteriyordu. İşte merak ettiğim aradaki boşluklara burada da işaret edilmekte.
Enerji türü |
1 sn’de titreşim hızı |
Açıklama |
Madde |
16 |
Kaba madde olarak algılarız. |
Ses |
16-32.000 |
Saniyede 16 kere titreştiğinde elde ettiğimiz ses Do notasına karşılık gelir. 32.000 e ulaşana kadar Re, Mi, Fa, Sol, La ve Si seslerinden oluşan 7’li oktav aralıkları elde edilir. |
Ses ötesi |
32.000-1 milyon |
Bu aralığı insan duyuları algılayamamaktadır. Bu aralıkta algıya sahip olan hayvanlar vardır. Orneğin yunuslar, köpekler gibi. |
Elektrik |
1.milyon |
Sn’de 1 Milyon ve yakın çevresinde hissettiğimiz vibrasyon elektrik enerjisidir. |
Elektrik ötesi |
1 milyon- 1 katrilyon arası |
Bu büyük titreşim aralığı insan duyularına kapalıdır. |
Isı |
1 katrilyon |
Sn’de 1 katrilyon civarı titreşim ısı enerjisine dönüşür. Belli bir aralığa kadar bu ısı duyularımızca algılanır. |
Isı ötesi-Renk öncesi |
1 katrilyon-10 katrilyon arası |
Bu aralıkta bilimin algıladığı tek titreşim enfraruj (kırmızı öncesi) denen enerji türüdür. |
Renkler |
10 katrilyon 36 katrilyon arası |
10 katrilyondan sonra ilk renk olan kırmızı ortaya çıkar. Burada da 7’li bir katman vardır. Kırmızı sırasıyla turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor izler. |
Mor ötesi |
36 katrilyon |
Sn’de 36 katrilyon civarı titreşimde yine insanın duyularıyla algılamadığı ancak cihazlarla algılanan morötesi titreşimler başlar. |
X ışınları |
2000 katrilyon |
36 ile 2000 katrilyon vibrasyon arasında, 2000 katrilyona yakın vibrasyonda bilimsel cihazlarla farkedilen tek enerji türü x ışınlarıdır. |
Eterik vibrasyon |
Bilim tarafından ölçümlenememekte |
|
Astral frekans |
“ “ |
Duygular ve duyular. Bilim sevmeyi bir duygu olarak kabul eder ama vibrasyon olarak ölçümleyemez. |
Mental vibrasyon |
“ “ |
Düşüncenin bilgiye dönüştüğü vibrasyondur. |
Spiritüal vibrasyon |
“ “ |
Sevginin yaşanması da spiritüeldir ama bilimsel olarak ölçülmemektedir. |
Şimdi bunun suyla ne alakası var demeyin, sallama poşetle çay demleyen birinin, hele ki çaysızlık başına vurmuşsa, konular arasında salınmasından ve arada bir sallamasından daha doğal ne olabilir ki?
Suya dönelim. Sahi biz de göze görünmeyen başka nelerden oluşmaktayız? Vücudumuzun kaçta kaçının su olduğu düşündükçe, bir su damlacığında görünenden fazlasını, sadece bir an’dan daha uzun görebilecek miyiz bir gün? Ben gözümle görmediğim hiçbir şeye inanmam diyorsanız, siz de haklısınız.
Sudan hikayeler değil mi? Başka konu mu kalmadı? Bu sıcakta aklıma gelen buydu. Ya su ya dondurma. Dondurmaya spritüel bir bağlantı uydurmak daha zordu ne yapayım?
Sucu da gelemedi bir türlü.