“Benimle çalışır mısın?”
Bu soruyu ilk duyduğumda ve neredeyse düşünmeden kabul ettiğimde, ne denli önemli bir misyon üstlendiğimin, bununla beraber ne denli de zorlu bir yola girdimin farkında değildim.
Karşımda oturan ve bana birlikte çalışma teklifinde bulunan adam, oldukça güzel şeylerden bahsediyordu.. “Ülkenin Elektrik Enerjisi ihtiyacını mümkün mertebe kendi öz kaynaklarımızla karşılamak ve bu oranda Enerjide dışa bağımlılığımızı asgariye indirmek, Doğayı daha fazla taciz etmeden; aslında kısaca bu dünyanın daha fazla canına okumadan da elektrik üretebilmek..”
Bu son cümleyle büyülendikten sonra, macera da benim için başlamış oldu.
Öncelikle şu sıralar ismini sıkça duymaya başladığımız “Yenilenebilir Enerji Kaynakları”nı tanımlamak istiyorum. Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Hidrolik, Rüzgar, Güneş, Jeotermal, Biyogaz, Deniz dalgası, Boğaz ve Kanal gibi yerlerde yakalanabilen Akıntı Enerjisi ve Med – Cezir esnasında ortaya çıkan Kinetik Enerjinin çevrimi gibi Fosil Kaynaklı olmayan Enerji Kaynakları ve Biyokütle diye adlandırdığımız organik atıkların yanı sıra bitkisel yağ atıkları, tarımsal hasat atıkları dahil olmak üzere, tarım ve orman ürünlerinden ve bu ürünlerin işlenmesi sonucunda ortaya çıkan yan ürünlerden elde edilen katı, sıvı ve gaz haldeki kaynakları kapsar.
Her ne kadar eskiden beri Yenilenebilir Enerji kaynakları tüm dünyada kullanıla gelse de, hızlı sanayileşme bu kaynakların kullanımını da önemli ölçekte azaltmış, her ne kadar işletim maliyetleri özellikle Rüzgar Enerjisine kıyasla oldukça yüksek olsa da ilk yatırım maliyetinin ucuzluğu ve teknolojilerinin gelişmişliği sebebiyle Fosil Kaynaklı yakıtlara özellikle de son 100 – 150 yılda yoğun bir yönelim olmuştur. Ne var ki 1973 Petrol krizi Enerji kaynakları hususunda bir güvensizlik ortamı yaratmış, bununla beraber 1990 lı yıllarda gecikmişte olsa ortaya çıkan çevre bilinci, Enerji Güvenliği ve çeşitliliği hususunda kullanıla gelen Fosil yakıtlara alternatif olarak Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını tekrar gündeme taşımıştır.
1992 yılında BM tarafından Rio da düzenlenen Çevre ve Kalkınma Konferansında geniş bir katılımla “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” (İDSÇ) üye ülkelerin imzasına açılmış ve söz konusu sözleşme ile gelişmiş ülkelere 2000 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 1990 yılı düzeyine indirme yükümlülüğü getirilmiştir. 1997 yılında ise İDSÇ çerçevesinde Kyoto da yapılan konferansta, İDSÇ yi imzalayan ülkelere 2008 – 2012 yılları arasındaki periyotta sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin en az 5% altına çekme şartı konulmuştur. Avrupa Birliği ülkeleri ise bir adım daha öteye gitmiş, bu oranı 8% olarak belirlemişler ve bunun için 2001 yılında “Yenilenebilir Enerji Kaynakları Beyaz Bildirisi” ni çıkarmış, 2020 yılına kadar Genel Enerji tüketimi içerisindeki temiz enerji payını 12% lik bir hedef olarak belirlemişlerdir.
Gelelim bizim güzel ülkemize…
Türkiye, gerek esen rüzgar, gerekse de bu yatırımların gerçekleştirilebileceği müsait alan açısından neredeyse eşsiz sayılabilecek bir ülkedir. Ne var ki –ve çok acıdır ki- ülkemiz bu kendi öz kaynağını kullanmaktan devamlı kaçınmış ve en azından benim şahsen bir anlam veremediğim politikalar silsilesi sonucunda pek çok şeyde olduğu gibi Enerji alanında da dışa bağımlı bir hale gelmiştir. Halihazırda ürettiğimiz elektrik enerjisinin 40% ından fazlasının kaynağı Doğalgazdır. Tek başına Almanya’ da şu anda 12.000MW (Mega Watt) dan fazla kurulu rüzgar gücü varken, bu miktar ülkemizde sadece 20 (Yirmi!) MW civarındadır. Ekonomik işletilirliği olan yaklaşık kapasitemiz ise 70-80.000 MW gibi baş döndürücü bir rakamdır. Peki ne yapmalı?
Rüzgar ve diğer Yenilenebilir Enerji Kaynakları, yeni ve yüksek teknolojiye sahip oldukları için diğer konvansiyonel sistemlere kıyasla daha yüksek ilk yatırım maliyetlerine sahiptir. Bu da ilk 7 – 8 yıl içerisinde, diğer kaynaklarla mukayese edildiğinde üretilen birim enerjinin daha pahalı olması gerçeğini getirmektedir. Fakat şu da bir gerçek ki, bu dönemin sonunda herhangi bir yakıt maliyeti olmadığı için işletme Yenilenebilir Enerji tesislerinden üretilen birim enerjinin maliyeti inanılmaz düşük seviyelerde seyretmektedir. Hal böyle iken yapılması gereken, Yenilenebilir Enerji üretiminin tüm dünyada olduğu ülkemizde de belirli bir periyot için desteklenmesi ve bu yatımların gerçekleştirilebilmesi için uygun şartların sağlanmasıdır.
Ülkemizin de gerek Avrupa Birliği ile olan ilişkileri, gerekse de 2003 tarihinde İDSÇ yi kabul etmiş olan ülkeler arasına girmesi, benim bu sektöre karşı olan inancımı iyice pekiştirmiştir. Yanılmamış olmayı ve tüm Türkiye olarak esen rüzgarı sadece “Ohh ne güzel esti be efil efil; az daha es de biraz daha serinleyelim” mantalitesiyle değerlendirmeyeceğimizi dilerim.
“….Sonra, dalgaların –daima orada bulunan itme-çekme eylemlerinin- muazzam gücünü zaptetmeye çalışın. Siz bunu nasıl yapacağınızla ilgili bilgiye uzun zamandır sahipsiniz…”
Kryon, 5. Kitap, Sayfa 465… “Yerkürenin Enerji Kaynakları”