Evrimi inançlarınızla besleyin, beyniniz sizi olmak istediğiniz kişi yapacaktır.

Eğer şimdiki halinizi hangi aşamalardan geçerek aldığınızı bilseydiniz, bedeninizi ve beyninizi şu anda olduğu gibi kullanmaya mı devam ederdiniz, yoksa ruhsal gelişiminize her gün yeni bir şeyler katmaya mı çalışırdınız? İnsan bedeni çok derin becerilere sahiptir, ancak onu doğru yönde geliştirmeye ve kullanmaya nereden başlayacağınızı bilmek çok önemlidir. İlk önce evrim aşamalarımızdan kısaca bahsedelim isterseniz. Evrim teorisine göre ilk canlının suda yaşayan tek hücreli bir canlı olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. Buna ek olarak bir kâhinin ve hatta Freud’un dünyanın sular altında kalacağına dair öngörüsü hakkında da bilgimiz var. Ve bu, Atlantis’ten sonra hayatta kalmayı başaran birkaç insanın şimdiki popülâsyonu yaratmasına benzer bir durum yaratacak. Yani dünya sular altında kaldıktan sonra hayatta kalmayı başarabilen birkaç şanslı insan üreyip türünü devam ettirmeye çalışacak. Sizce de suda yaşayabilen bir türken nefesini birkaç saniyeden daha fazla tutamayan yani oksijensiz yaşayamayan varlıklar haline dönüşmüş olmamız ve bir gün adaptasyon uğruna kaybettiğimiz bu özelliğe sahip olmuş olmak için her şeyi verebilecek duruma gelecek olmamız oldukça ironik değil mi?

Adaptasyon, kısaca özetlersek, değişen ortam koşullarına göre evrimleşmek olarak adlandırılabilir. Örneğin çok uzun ağaçların bulunduğu bir bölgede beslenmezse ölecek olan bir canlı türünün adaptasyonla evrimleşerek şimdiki zürafalara dönüştüğü varsayımı. Tabi burada evrimin maddelerinden biri olan, güçlü olan hayatta kalır ifadesi de tekrar doğrulanmış oluyor. Bir başka örnekle devam edersek, çevremizde her gün gördüğümüz, böcek deyip geçtiğimiz bazı canlı türleri saklanmak, avlamak kısaca hayatta kalmak için çok ilginç kamuflaj yöntemleri kullanmaktadır. Yine örneğin belirli bir bölgede yaşayan bir kelebek türü, onun avcısı olan bir türden korunabilmek için avcının yaklaştığını anladığında kanatlarını açıyor ve çok usta bir ressam tarafından ancak bu kadar başarıyla resmedilebilecek bir baykuş yüzü çıkıyor ortaya. Niye mi, çünkü kelebeğin avcısı baykuşlar tarafından avlanıyor. Bilinen bir başka örnek de, deniz türlerinden birçoğunun yaşadığı ortamın rengini alıp kendini gizleyerek avcılarından saklandığı gibi rahatlıkla da avlanabilmesi.

Bunlar etrafımızda olup biterken ve bilmediğimiz daha birçok mucizevî evrim örnekleri her yeni gün geliştirilip uygulanırken, bizler bir gribe yenik düşüyor ve sularımızın bitmek üzere oluşu fikriyle panikleyip evlerimizde sular depolamaya başlıyoruz. Benim kişisel görüşüm şu ki, bir gün sularımız kalmadığında güçlü olanlarımız adaptasyon gösterecek belki metamorfoza uğramış garip görünüşlü ve fonksiyonlu canlılar çıkacak ortaya, ama evrim yine kendini gösterecek. Önemli olan soru şu: Beynimizin ona emrettiklerimizi ve inandıklarımızı varmış gibi yaşadığını biliyorsak, ve elimizde de evrimleşebilmek gibi çok güçlü bir bilimsel gerçek varken bedenimizi, görünüşümüzü ve ruhsal varlığımızı biçimlendiremez miyiz?

Bir zamanların çok mucizevî ilaçları bugün yerini neredeyse günlük vitaminlere bırakmak üzereyken, hâlâ bedenimizin gösterdiği direncin ve değişimin farkında değil miyiz? Biz dirençle değiştikçe çevremizdeki faktörler de aynı direnci gösterdiğine göre artık önümüze keşfedilip uygulanmış ve yararı görülmüş ilaçların getirilip konmasını beklemektense biraz da beynimize hükmedebilme yeteneğimizi kullanmanın zamanı gelmedi mi? Bir çok psikiyatristin ortak olarak uyguladığı bir yöntem vardır: Hastaların çoğu ruh sağlıklarının bozulmasıyla doktora gitmişlerdir ve tabi ki tedavi ruh sağlığının tekrar düzeltilmesiyle olur. Bazı vakalarda ilaç uygulaması gereksizdir ve hastalık, hastanın da beynine inandırdığı üzere sözde ilaçla tedavi edilmesi gerekecek kadar ciddidir. Yani hasta kendi kendini hasta etmiştir ve tedavinin de büyük bir parçasını yine kendisi oluşturmaktadır. Sonuçta psikiyatr hastaya ya serum enjekte eder ya da aspirin yutturur. Böylece hasta iyileşme gösterir.

Bunların hepsinden anlaşılacağı üzere bedenimiz tüm gelişimlerini beynimizin emirleri üzerine yaşıyorsa, evrim sürecinde doğayla mükemmel uyum sağlamışsak, ve en önemlisi beynimizin bedenimize ne emredeceğine biz karar verebiliyorsak gelebileceğimiz noktayı da kendimiz seçebiliyoruz demektir. Üniversitede genetik hocam dalının en iyi bilim adamlarından biriydi, çok köklü bir üniversitenin de genetik mühendisliği bölümü kurucusuydu. Kendisinin bize ısrarla vurguladığı bir noktayı hatırlıyorum: Dudağınızda uçuk çıkacağını çıkmadan kısa bir süre önce anlarsınız bazen, eğer bedeniniz size bu alarmı veriyorsa müdahale edin ve beyninize o uçuğun çıkmayacağını söyleyin buna inanın ve uçuğu durdurun. Genetik bilimi içinde gizliden gizliye evrimin aşamalarından olan adaptasyonu içerir ve beyin istediği gibi yönetilebildiği, sonuçta da bedeninize o emri verdiğine göre bu mümkündür.

Şimdi yapılabilecek pek çok şey olduğu konusunda sizi aydınlattığıma inanıyorum, kendinize ayırdığınız her zaman diliminde, sağlığınız, manevî ya da maddî varlığınız konusunda beyninizi olmak istediğiniz yerde olduğunuza inandırın, bunu yaparken iç güzelliği ve öncelikleri birbirine göre farklılık gösterenler bu yeteneklerini farklı yönlerde kullanabilirler. Tıpkı teknoloji gibi, kimin elinde olduğuna göre değişir ne yönde kullanılacağı. O yüzden sizin teknolojilerin her gün gelişenini elinizde tuttuğunuzu unutmayın ve mümkün olduğunca daha iyi bir dünya için, ve sizin için olduğu kadar başkalarının iyiliği için de kullanın.

Nereden ve nasıl geldiğinizi bilmek, gideceğiniz yönü çizer.

Konuk Yazar