1 Aralık 2010 tarihinde Amerikan uzay ajansı NASA, kendi web sitesinden yaptığı açıklamada, 2 Aralık 2010 saat 21.00’de, Dünya dışı yaşamın kanıtlarının araştırılması konusunda önemli sonuçları olacak bir astrobiyolojik bulguyu tartışmak için Washington’da bir basın toplantısı düzenleyeceğini açıklamıştı. NASA’nın bu duyurusu özellikle internet dünyasında büyük heyecan yaratmış ve “dünya dışı yaşam”a ilişkin bilimsel bir bulgunun açıklanacağı, hatta “uzaylıların varlığının” ortaya konacağı gibi beklentiler doğurmuştu. Fakat sonuç ne oldu? NASA, Kaliforniya’da bir gölde, bir bakteri türünü bulduğunu; bu bakterinin arsenik içinde yaşayabildiğini ve bunun da “yaşam için fosfor şarttır” savını tamamen çürüttüğünü açıklayacağını belirtti.
Zamanında katıldığım “Bilim ve Akıl” konulu bir konferansta, konuşmacı olayı taa “Dünya, toz ve gaz bulutuydu”ndan başlatmış;. 45 dakikalık konferansın, 40 dakikası da tek hücreli hayvanlar, memeliler, evrim süreci derken ancak insana gelebilmiş; ben, “hah, artık birşeyler söylemeye başlayacak farklı” derken, konuşmacı “insanın hayvandan en büyük farkı, aklını kullanabilmesidir” deyip teşekkürlerini sunup sahneden inmişti. NASA’nın yaptığı da aynen böyle bir iş: Önce “uzayda su var mıdır, yok mudur” tartışması ile bir on sene geçti; şimdi yıllarca bakteriler uzayda yaşar mı tartışmasıyla süreci devam ettirmek istiyor. Tepemizde muhtemelen bir sürü farklı uzaylı medeniyetin gemileri cirit atıyor, belki de yakında tanışacağız onlarla; bunlar daha “efendim, bakteriler yaşarmış da, arsenikmiş de… bıdı bıdı bıdı…” aşamasındalar. Ama gerçi NASA’da haklı, neden mi?
NASA hükümete bağlı bir kuruluş. Herhangi bir uzaylı teması bilgisini vermeye doğrudan yetkili değiller. ABD Başkanı’nın onayını almadan böyle bir faaliyete girişemezler, yoksa “adamın arkasından kan alırlar Kamil kan” durumu ortaya çıkabilir. Ayrıca kendi başına açıklama yapmaya kalkan herhangi bir bilimadamını da, hızla “ötekileştirip” ancak UFO kongrelerinde açıklama yapabilecek hale düşürürler ki zaten UFO kongrelerinde açıklama yapanları da kimse sallamıyor, bir avuç kaçıktan öte görülmüyorlar. Bu durumda NASA’nın kendi başına hareket etmesi hayal diyebiliriz. Gelelim hükümetlere. Hükümetlerin de böyle bir temas halinde düşünmesi gerekenler vardır: Bu açıklama sonrası ülkede kaos oluşur mu ve biz bu kaosun altından kalkabilir miyiz? Kaosla birlikte yeni bir dünya düzeni de ortaya çıkabilir, bu yeni dünya düzeninde aynı güçle veya daha güçlü konumda yer alabilir miyiz? Yeni bir sürü teknolojiyle tanışabiliriz, bunların denetimini sağlayıp; silahlı gücümüzü arttırabilir miyiz? (Tabii ki de hükümetle kolkola yürüyen uluslararası şirketlerin de yeni teknolojilerdeki düşüncesi, bunları paraya çevirebilir miyiz olacaktır ki) Şirketlerin arkasını kollayabilir ve ticari kazanç sağlamalarını; dolayısıyla koltuğumuzu uzun süre kaybetmemeyi başarabilir miyiz? Herhangi uzaylı temasında, başta ABD olmak üzere, Dünya hükümetlerindeki temel kaygılar bunlar olacaktır.
Gelelim işin bilimsel boyutuna. Aslında belki biraz da organize dinleri de katmak gerekecek bu durumda; çünkü bilim ve organize dinlerin, insanlığa büyük bir kazık attıkları aşikar. Bunlar, kainatın merkezinin insan olduğu; varolan herşeyin insan için yaratıldığı ve insanın evrendeki tek ileri tür olduğu savlarına, koca gezegeni inandırdılar. İnsanlık, kendini olduğundan çok daha önemli görürken, bir yandan da kendinden koptu aslında. Sonsuz evrende ancak toz zerresi kadar yer kaplayan samanyolu galaksisinde, toz zerresi kadar bile yer kaplamayan gezegenimizdeki; uçmayı yeni öğrenmiş, iletişim sistemlerini yeni ilerletmiş, daha birçok hastalığına çare bulamamış, bulduklarını da ancak ücret karşılığı türdaşlarına sunan, birbirini yiyen, bencil, narsist, kendini tanımayan, para için yapabileceklerinin sınırı olmayan, kendi türdaşını öldürmek için binbir türlü silahlar tasarlayan… insanoğlu, bu evrenin en ileri varlığı ve hatta bu evren, onun yüzüsuyu hürmetine var ha! Okurken bile gülesiniz gelmedi mi? Zavallı hayvancıkları yokedebilecek, onlara eziyet edebilecek, keyif uğruna öldürebilecek teknolojilere sahibiz diye bu gezegendeki üstün tür olduk. İtiraz etmeyin” akıl sahibidir insanoğlu” diye; akıl sahibi varlıkların yarattığı dünyayı görüyoruz işte: Hayvanlardan üstünüz diye çığlıklar atıp, halen hayvansal içgüdülerle yaşıyoruz. Yoksa ne diye daha güçlü olmak için çırpınıyoruz ki… (Hayvanlar aleminde güçlü olan hayatta kalır.)
Konuyu fazla dağıtmadan bir de bilimadamlarının açıklamalarını bakalım. Bir gazetede okumuştum, bir bilimadamımız demiş ki, “Evrim her yerde aynı evrimdir, buna mütakip başka gezegenlerde yaşam varsa da insanlığın geçirdiği süreci geçiriyorlardır. Bu yüzden bizden ileri bir uygarlık olamaz evrende.” Gittin gördün mü be adam? Hem evrimin tüm evrende, aynı evrim olduğuna nerden kanaaat getirdin. Nasıl bu kadar eminsin? Bu koca evren sadece senin bildiklerin mi ibaret? Bu nasıl bir egodur? Bu nasıl bir “ben bilmiyorsam, o zaman olması mümkün değildir”ciliktir! Bundan 100 sene sonra, insanlık yeni keşifleriyle, dönüp senin bu sözlerine bakıp gülmez mi, tıpkı 1900’lerde “teknolojik olarak gelinebilecek en ileri aşamadayız, daha ötesi olmaz bunun” diye adama şimdi Facebook’ta popolarıyla güldükleri gibi. Büyüklüğünün sayılarla bile ifade edilmesinin zor olduğu bir evrenin toz zerresi kadar bile olmayan bir gezegeninde, taş çatlasın birkaç yüzyıllık bilimsel bilginle tüm evreni çözdün de, “olamaz, imkansız!” kararına nasıl varıyorsun. Tamam tek ayağını koy bilime elbette, ama öbür ayağını da serbest bırak. Yarın birgün senin o çok övündüğün teknolojini, bilimini donunda sallayacak bir uzaylı medeniyet karşımıza çıkarsa, “Bilimadamları şaşkınlık içinde” başlıkları altında senin aval aval bakan resmini basmasınlar. Elbette ki uçuk kaçıklıklara prim ver anlamında söylemiyorum sayın bilimadamı, lütfen sadece başını adının önündeki titrden çıkar da, biraz kendini aç. Dünyada senin ağzından çıkacaklara bakacak milyarlar var, sen kendi kafanı egoların ve titrinle bulandırır da; “aman yeni birşey gelmesin; yeni demek daha fazla kendini geliştirmeye çalışmak demek, kürsünün sallanması demek, biz o kürsüyü kazanacağız diye ne kadar yıl verdik beee!” düşünceleri içinde hareket edersen, senin insanlığa olan katkın sorgulanmaya başlar. Yine altını çizmek istiyorum, kimse bilimadamlarından “Siriüs sen bizim herşeyimizsin” diye tencere tava çalanlara katılmalarını beklemiyor elbette. Sadece bu mikroskopik gezegende bile bilmediğimiz, görmediğimiz, açıklayamadığımız sayısız şey varken, kendi sınırlamışlıklarını genel-geçer olarak yedirmeye kalkmalarına insan kıllanıyor.
Neyse uzaylılardan girdik nereden çıktık gene. Sadede gelirsek, NASA uzaylılara dair açıklama yapacak mı? Hayır! Daha uzun yıllar yapar mı? Yarın bir gün cartadanak tepemize inmedikleri sürece, hayır! Ancak hükümetler uygun görürse, ucudan accıkın daha ötesinde veriler sunabilirler o kadar. Peki insanlık yakında uzaylılarla tanışacak mı? Eh önce kendisinin de uzaylı olduğunu kabul edecek önce. Ben bu evrenin merkezi değil, uzayın ve BİR olanın bir parçasıyım bilincini yaşayacak; ancak o zaman diğerleriyle de tanışacak. Şu anda başını bacaklarının arasına sokup, kulaklarını kapatmış bir korkmuş ve kendini yalnız hisseden çocuk bilincinin ötesinde olmadığımız için, kafamızı kaldırıp çevremizi göremiyoruz henüz. Ama bunu yaptığımızda sadece bir değil, sayısız birçok uygarlıkla tanışacağımıza inanıyorum ben.