Nüfuslarının bizim yüzlerce katımızdan fazla olduğu tahmin ediliyor. Boyutları birkaç milimden birkaç santime kadar değişiyor. Bizden milyonlarca yıl önce ortaya çıkmışlardı. Atom bombasından sonra oluşan ekolojik ortamda bile yaşamlarını sürdürüyorlar. Bizim dünya üzerinden silinmemizden milyonlarca yıl sonra da var olacağa benziyorlar.

Karıncalardan bahsediyorum…

Hayvanlar aleminde, memeliler hariç tüm hayvanların basit ve ilkel olduğunu düşünmek yanılgısı, son yıllarda keşfedilenler ışığında biraz silinir gibi oldu. Ama gerçekte hala hayvanları, özellikle davranışlarını ve iletişim şekillerini ne kadar tanıyoruz ki?

Önce, insanı diğer hayvanlardan üstün kıldığını düşündüğümüz özelliklerden bazılarını sıralayalım bakalım:

Derler ki insan düşünen hayvandır. Hayvanlar alemine en büyük farkı, eli ile beynini koordineli kullanmayı geliştirmesi ile attı. Bu iki organını kullanarak ateş yaktı, ısıyı enerjiye dönüştürme, aletlerle ateşin gücünü birleştirme gibi büyük buluş sıçramalarında insan hayvanları geride bıraktı. Üstüne tarımı, bilimi, sosyalleşmeyi, iş bölümünü, strateji geliştirmeyi, inşaatı vs keşfederek iyice şımardı ve kendisini dünyanın hakimi sanmaya başladı.

Peki ya diğer hayvanlar da bunları ve bunların daha karmaşıklarını bir arada yapabiliyorsa? Örneğin karıncaların neler yaptıklarını duyan, görenler arasında benim gibi şaşkına dönen kaç kişi vardır?

Karıncalara ilgim aslında yıllar önce okuduğum bir kitapla başladı. Bu kitapta hikaye hoş bir bilim kurgu havasındaydı. Tamamen bilim kurgu gözüyle okuduğum için çok da üstünde durmamıştım. Ama yakın zamanda okuduğum bilimsel araştırmalar ve izlediğim belgesellerdeki detaylar bir araya gelince anladım ki, o romanda sadece hikayenin kendisi kurgu, karıncalar hakkında bahsedilen tüm üstün özellikler ise fazlasıyla doğru.

En basit haliyle karıncalarda bir kast sistemi vardır. Ana kraliçe, görevi cinsellik olan karıncalar, işçiler, savaşçılar şeklindeki karıncalara ait sınıfsal düzeni hemen hepimiz biliriz. İnsanların kollektif yaşamayı beceremediği, bireysel yaşamda da bencilliğine yenik düştüğü tüm izm ekli akımlara baktığımızda, karıncaların milyonlarca yıldır kraliçe nezdinde yuvanın, türün ve hayatın devamı için kayıtsız şartsız itaati ve canla başla çalışması garip görünmekte. Fazla çalışana prim yok, sınıf atlama şansı yok ama yine de kaytarma diye bir kelime de sözlükte yok. İnsanların derebeylik düzeni gibi katı görünen bu sınıfsal düzende bu koşulsuz itaatin beyinleri olmadığından ve içgüdüsel olarak gerçekleştiğini savunanlar da var.  Öyle ya, eklembacaklılarda sinir sistemi ve bildiğimiz anlamda beyin bulunmamakta. Yani bizim gibi elektrik bazlı bir sinir sistemi ve beyin yapıları yok.

“Demek ki biz onlardan üstünüz, kesin öyleyizdir canım.” demeden önce, tek iletişim ve düşünme şeklinin biz insanların kullandığı elektrik bazlı sinir sistemi vasıtasıyla olmadığını üzülerek söylemeliyim. Karıncalar kimyasal yöntemlerle, yani feramonlarla anlaşıyorlar ve görünen o ki, gayet de iyi anlaşıyorlar. Onlar bizim gibi kafatası içinde tombul ve bireysel bir beyne değil, tüm karıncaların ortak kullandığı bir ana işlemciye ve bu işlemci üzerinden çalışan bir network ağına sahip gibiler. Bir anlamda, ortak bir bellek ve duygu bankasını kullanıyorlar.

Böylece, karıncaların beyinsiz olmadığı konusuna açıklık getirdikten sonra bizimle aşık attıkları becerilerine geçebiliriz.

Doktor karıncalar:
Formica paralugubris cinsi karıncalar, kozalaklı ağaçlardan sertleşmiş özsu taneciklerini toplayarak yuvalarına taşırlar. Hatta bazı yuvalarda 20 kg’ye yaklaşan miktarda reçine bulunur. Bu reçine, antiseptik özelliği  ile hastalıkları yuvalarından uzak tutar. Çalışkan karıncalar reçine toplamada uyum içinde çalışarak yuvanın genel sağlığını gözetir ve yuvada mikrop ve mantar üremesini önler.

Tarım yapan karıncalar:
Yaprak kesici olarak da bilinen atta cinsi karıncalar, koparttıkları yaprak parçalarını yuvalarına taşırlar. Bilim adamları bu yapraklarla attaların tarım yaptığını keşfettiklerinde hayrete düşmüşlerdir. Yuvaya getirilen yapraklar parçalanır, ağızlarındaki enzimle lapa haline getirilir ve bu lapa yeni odacıklardaki kuru yaprak zeminin üzerine serilir. Eski odacıklardan taşınan mantar parçaları bu yeni lapanın içine ekilerek yeni mantarlar yetiştirilir. Kalabalık bir grup, bahçeyi temizler, zararlı otları ayıklar ve işçilerin yemesi için, yetişen ürünü toplar. Böylece, selülozu sindiremediği için doğrudan yaprak yiyerek beslenemeyen bu karıncalar, yetiştirdikleri mantarlardan kendileri için gerekli proteini temin eder. Tükürükleri gübre gibidir; istenmeyen mantarları önleyici, doğru mantarın yetişmesini hızlandırıcı bir tür antibiyotik içerir.

Hasatçı Karıncalar:
Hasatçı karıncalar, tohum toplar ve nişaştalı özlerden oluşan bu tohumları özel olarak hazırlanmış odalarda saklayarak gerektiğinde larvaları ve işçileri doyuracak şeker üretiminde kullanırlar. Çoğu karınca tohumu olduğu gibi tüketirken, bu cins karınca onları işlenmiş olarak tüketir. Tohum özlerini çiğneyerek, bir tür “karınca ekmeği” yaratırlar. Tükürüklerindeki enzim, nişaştayı yiyebilecekleri şekere dönüştürür. Karınca değil sanki kimyager ordusu dense yeri.

Uçaksavar karıncalar:
Yine attaların ilginç bir savunma yöntemi vardır. Büyük çeneli işçi karıncalar bu çeneleri ile yaprak taşırken savunmasız kalmaktadırlar. Bir tür sinek ise, yumurtalarını bırakmak için atta kafalarını pek cazip bulmaktadır. Bu nedenle iri çeneli attalar, yük treni gibi taşımacılık yaparken, başlarının üstüne küçük boy işçi karıncalar yerleştirirler. Bu ufaklıkların görevi, abilerinin başına konmaya kalkışan sinekleri savmaktır. Bu ortak çalışma stratejisi sayesinde hem yük hem de işçi güven içinde yuvaya ulaşır.

İnşaat Dehası:
Attalar yuvalarına yaprak taşırken kullandıkları yol üzerindeki dal, çakıl ve ot parçalarını toplar ve yolun dışına taşırlar. Uzun süren bir çalışmadan sonra burası özel bir aletle yapılmış kadar düzgün ve pürüzsüz bir anayol görünümüne kavuşur. Maraton koşucu sınıf ise bu yolda hızla ilerleyerek yaprakları yuvaya taşır. Bir attanın o hızla 4 dakika bir yaprağı taşıması, aynı sürede bir insanın omuzlarında 227 kg ağırlıkla 48 km koşmasına denktir.

Attalar 6 metre derinliğe kadar inebilen ve bir sürü galerilerden oluşan yuvalarını yapmak için 40 ton kadar toprak çıkarırlar. Bu yuvalar birkaç senede tamamlanır ve inşaası, insanların Çin seddini yapmasıyla kıyaslanabilecek zorlukta ve profesyonelliktedir. Ayrıca bu yuvalar, yavruların ve tarım için kullandıkları odaların ihtiyaç duydukları sabit oda sıcaklığını muhafaza edebilmek amacıyla muazzam tasarlanmış hava bacaları da ihtiva eder.

Bazı termitler de inşa ettikleri gökdelen tarzı yuvalarında oluşturdukları bahçelerde mantar yetiştirirler. Ama mantarlar ve termitlerin vücutlarının meydana getirdiği ısı artışının mutlaka dengelenmesi gerekir. Bir ana baca ve ona bağlı küçük kanallarla yan bacalar oluşturarak yuvanın dev bir akciğer gibi nefes alması sağlanır. Oksijen içeri girerken oluşan karbondioksit bacalardan dışarı çıkar. Böylece yuvanın içi devamlı oksijence zengin bir hava ve 30 derece sabit sıcaklıkta kalır.

Kapadokya bölgesinde çokça bulunan yer altı şehirlerini inşa edenlerin, karıncalardan kopya çektiği yönünde kuvvetli bir his var içimde nedense.

Dokumacı Karıncalar:
Bu karınca cinsi ağaçlarda kendilerine yapraklardan yuva yaparak yaşarlar. Yaprakları birleştirerek birkaç ağaca dağılmış büyük yuvalar oluşturabilirler. Bunun için, birleştirecekleri ağaç dalındaki yaprağı çekiştirerek, yaprağı çadır benzeri kıvırırlar. Bazı karıncalar yaprağı tutmaya devam ederken, diğerleri gidip yuvadan özel yetiştirilmiş larvaları getirirler. Larvaların ağızları yaprağın bağlantı yerlerine sürtülerek, salgılanan ipekle yapraklar istenilen yerlerden tutturulur. Yani bu larvalar birer dikiş makinesi gibi kullanılırlar. Diğer larvalardan ebat olarak küçük ancak ipek bezleri büyük miktarlarda ipek salgılamaya uygun bu larvalar kendilerine hiç koza yapmazlar. Tüm hayatları boyunca tek işlevleri dikiş işinde kullanılmak üzere ipek üretmektir. Fazla hareketli bir yaşamı tercih etmeyenler için ideal bir meslek kolu yani.

Bal Üreticisi Karıncalar:
Bir çok karınca türü, yaprak bitlerinin yüksek oranda şekerli madde içeren ve  bu nedenle “bal” diye nitelenen sindirim artıklarıyla beslenir. Karınca, yaprak bitine yaklaşarak onun karnını dürtükler ve çıkan sıvıyı emerler.  Diğer işçiler tarafından toplanan bal özünü saklamak için bazı karıncalar kavanoz görevi görürler. Nektarı toplayanlar yuvada balı ağızlarından çıkartarak balı saklayacak işçilerin ağızlarına boşaltırlar. Bal saklayıcılar vücutlarının alt kısmını şişirerek adeta bir fıçı görevi görürler. Depolayabildikleri bal miktarı kendi ağırlıklarının yaklaşık 8 katına ulaşabilir ve büyüklükleri küçük bir üzüm tanesi kadar olur. Her odada 25-30 kadarı ayaklarıyla tavana yapışır ve hiç yer değiştirmezler, düşecek olurlarsa da diğer işçiler tarafından hemen eski pozisyonlarına döndürülürler. Kışın veya kurak mevsimlerde sıradan işçiler bal fıçılarını ziyaret ederek günlük besin ihtiyaçlarını karşılarlar. İşçi ağzını “fıçı”nınkine yaklaştırır, “fıçı” da kaslarını kasarak işçinin ağzına bir damla bal damlatır. Ağzına bir parmak bal çalınan işçi mutlu mesut ve karnı doymuş olarak çalışmaya devam eder.

Hayvancılık:
Bazı karıncalar, yaprak bitlerini sağıp, yuvada depolamak yerine, yaprak bitlerinin kanatlarını kopartarak uçmalarını engeller ancak onlara kendi kokusal pasaportlarını vererek, onları kendi kolonileri içinde“evcil” olarak beslerler. Onların yumurtalarını da aynı özenle korurlar ve üremelerini sağlayarak, bir nevi hayvancılık yaparlar. Bitler onlara besin üretirken, onlar da bitlerin diğer canlılara karşı koruyuculuğunu üstlenirler. Biraz köleliği çağrıştırsa da henüz hiçbir bit zorla alıkonulduklarına dair, insanlarca algılanabilen bir beyanatta bulunmadığından şimdilik alan razı satan razı demekten başka yapacak bir şey yok.

Erzak Yardımı:
Bal transferi dışında acil durumlar için çoğu karıncanın ikinci bir beslenme metodu vardır: Trofalaksi, yani besin transferi. Her karınca, karnında gıdaları hazmetmeden muhafaza eden ikinci bir mide taşır, bir çeşit sosyal yardım kursağı. Burada besin bir süre hazmedilmeden taze ve dokunulmamış olarak kalabilir ve gerektiğinde hemcinsine sunmak için saklanır. Trofalakside sunucu yiyeceği tükürür, yorgun ve güçsüz düşmüş diğeri ise bu tükürüğü diğerinin ağzından alarak karnını doyurur.

Bizde olsa, ihtiyacımız yoksa bile, bedava verilecek diye izdiham yaşanır, insanlar birbirini ezer bir damla tükürük için. Zaten biz de tükürüğümüzü birbirimizi beslemek için kullanmak yerine karşımızdakini tükürük denizinde boğmak yönünde evrimleşmiş canlılarız o da ayrı.

Doğurganlık:
Ana karınca, ilk kış uykusundan uyandığında hava sıcaklığı uygun olmadığından sadece kısır dişi askerler ve erkek karıncalar doğurur. Hava ısındıkça, kendisine işçiler tarafından kastların eksiklikleri rapor edilir ya da kendisi bizzat yuvanın içinde dolaşarak eksikleri belirler ve ona göre kız evlat, tahıl ezici veya savaşçı doğurur. Aynı sistem bizde olsa ve işçi insanların raporuna itibar edilse, ana insan hiç politikacı, futbolcu, popstar vs. doğurmazdı birkaç yüzyıl biz de rahat ederdik. Gel de özenme.

Asker Karıncalar:
Kızıl karıncalar, başka karıncaları lejyoner olarak kullanırlar. Farklı cinsler olmalarına karşın, aynı kokusal sancak altında toplanabilirler.

Karıncalar ayrı siteler halinde yaşamalarına karşın, başka cins karıncalar veya diğer türlerin saldırısına uğradıklarında büyük bir federasyon üyesi gibi ortak olarak savaşabilirler.

Kızılkarıncalar büyük tohum kırıcıları onları sırtlarında taşıyan hızlı koşucu küçük işçiler sayesinde savaşta bir tank gibi hareket edebilir. Bu tankları durdurmanın yolu ise, ya tohum kırıcıların antenlerini kopartarak onların altlarındaki karıncaları yönlendirmelerini engellemek, ya da taşıyıcı karıncaların ayaklarını biçmek.

Topçu karıncalar çok iyi nişan alarak formik asit püskürtürler. Çok sayıda düşman karınca tarafından sarılan bir topçu karınca, karnını kıvırıp tüm asidini boşaltır. Böylece kendi ölürken mümkün olduğunca çok düşmanı da aynı sona sürükler.

Cüce karıncalar ise soğuktan korunmak için vucutlarına sürdükleri salyangoz salgısı ile korunurken, bu korunmadan yoksun diğer karıncalara parazit bir mantarın uçucu sporlarını püskürtürler. Bu spor kabuğunu yapıştığı karıncayı kemirerek kabuğunu çatlatır. Bir çeşit bakteriyolojik silah yani.

Böcekler içinde toplumsal açıdan en gelişmişlerden biri olan karıncalar, kollektif çalışma, askeri strateji, gelişmiş iletişim ağı, ciddi bir hiyerarşi, disiplin, kusursuz bir şehir planlaması, alternatif çözümler üretme becerileriyle, bitkileri ve diğer hayvanları kullanabilme yetenekleriyle biz insanların bile bu kadar uyum içinde yaşayamadığımız bir dünyada, uyum yetenekleri ve henüz tamamını çözemediğimiz zekalarıyla dikkatle araştırılması gereken canlılardır.

Bernard Werber’in Karıncalar adlı kitabındaki gibi bir gün iletişimlerine yarayan molekülleri saptayıp, belki onlarla iletişim kurmayı başaracağız. Umarım dilimizi bilmeyenlere yaptığımız gibi ilk iş küfür ve argo öğretip, onları da bozmayız bu iletişim denemelerinde…

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.