Spiritüel açılışımın ilk günlerinde okuduğum bir kitap beni dehşete düşürmüştü. Adı “Ramtha-Gelecek günler”di ve kısaca yazıldığı zaman olan 80’lerin sonrasını, yani bugünleri anlatan bir kitaptı. İçinde bugünlerde yaşayacaklarımıza dair çeşitli iddialar vardı ki bunların bazıları yaşandı, bazıları ise henüz ortalarda yok. O kitaptan en çok aklımda kalan kısım, dünyayı yöneten “karanlık adamlar”ın, insanlığa, gelecekte yapmak istediklerine dair bir plandı. Bu plana göre, “karanlık adamlar”, çeşitli oyunlarla en sonunda tüm insanlığa birer çip yerleştirmek ve tüm herkesi kontrol altında tutmak istiyorlardı. Bundan şunu anlamayın, işte çiple beynimize hükmedecekler falan, o kadar uzun boylu değil ama size dair tüm bilgiler, para vs. bu çipe yüklü olacak ve mesela bir markete gittiğinizde artık para, kredi kartı gibi şeylere ihtiyacınız olmayacak, bileğinizi uzatıp çipi okuttuğunuzda ödemeyi gerçekleştireceksiniz. Ne kadar pratik gibi görünüyor değil mi? Ama bunun diğer yönü, dünyada nerede olursanız olun anında tespit edilebileceksiniz ve kafalarını kızdırdığınızda da çipinizi kapatacaklar, böylece size dair hiçbir bilgi kalmayacağı için, fiziken varolsanız bile dünyada hiçbir şekilde hareket edemeyeceksiniz…
Çok fazla komplo teorisi ya da bilim kurgu gibi geldi değil mi? Bunu tartışmadan önce size bu kitabı nerden hatırladığımı ve bu yazıyı neden yazdığımı anlatayım. “Zeitgeist: The Movie” adında bir film var ve internet üzerinden de izlenebiliyor. Dünya düzenini, çoğunun komplo teorisi diye geçiştirdikleri, ama gayet de mantıklı duran iddialarla anlatan ve mutlaka izlenmesi gereken bir film. Bu filmin sonunda da “karanlık adamlar”ın amacını şöyle anlatıyor (ki aynen kopyalıyorum):
Ben de sordum: “Bunu neden yapıyorsunuz? Buradaki amaç ne? Dünyadaki bütün paraya sahipsiniz hem de istemeyeceğiniz kadar, bütün güce sahipsiniz, insanların canını yakıyorsunuz. Bu kötü birşey.” Ve bana şöyle dedi: “İnsanları neden umursuyorsun ki? Kendini ve aileni düşün yeter.” Ve sonra şöyle dedim: “Tamam da asıl amaç ne?” Şöyle dedi: “Asıl amaç dünyadaki herkese çip takmak, RFID çipi yerleştirmek. Herkesin parası ve sahip oldukları her şey o çiplerde olacak ve eğer birileri bizi protesto ederse ya da yaptıklarımızı eleştirirse, çiplerini kapatacağız.”
Evet doğru, mikroçip. 2005 yılında meclis, göçmen kontrolü ve tabi ki teröre karşı savaş bahanesiyle, “Gerçek Kimlik” kanununu kabul etti ve Mayıs 2008’de hayata geçecek projeye göre, her birimiz içinde kişisel bilgilerimizi barındıran ve taranabilir barkoda sahip bir “Federal Kimlik Kartı” taşımak zorunda kalacağız. Halbuki bu barkod sadece bir geçiş aşaması, bu kimlik kartına daha sonra, radyo frekansları sayesinde gezegendeki her hareketinizi takip edebilecek bir VeriChip RFID izleme modülü eklenecek. Eğer bu size saçma geliyorsa, bilginiz olsun bu RFID izleme çipi yeni çıkan tüm Amerikan pasaportlarında mevcut. Ve son aşama implant çip, birçok insana farklı sebeplerle çoktan kabul ettirilmiş bir dayatma. Florida’dan bir ailemiz var, gerçekten de cesur bir yeni dünyanın gerçek öncüleri. Vücutlarına mikroçip kimlik aygıtları yerleştirilmesine gönüllü olan…
…Sonunda, herkes monitör kontrollü bir şebekeye dahil olacak ve yaptığınız her hareket kaydedilecek ve eğer çizgiden saparsanız, çipinizi kapatabilecekler, bu aşamadan sonra, toplumun her davranışı çiplerle olan etkileşimi çevresinde dönecek. Eğer gözlerinizi açıp görebilirseniz, bu sizin geleceğinizi için çizilen bir resim. Tek merkezli bir dünya ekonomisi, herkesin her hareketinin her icraatının izlendiği ve kaydedildiği bir dünya.
Ben öyle çok komplo teorilerinin peşinde koşmayı sevmem, fakat filmde söylenenler bana hiç de yabana atılır gelmedi. Çünkü gayet mümkün ve zaten filmin bütününü izlediğinizde çizilen tablo, aslında günümüz Türkiyesini de açıklıyor. Fakat benim için bu filmin en güzel yanı finaliydi, çünkü komplo teorilerinde tipik görünen korkut-bırak taktiğinin yerine, aslında insanoğlu olarak neyi yanlış yaptığımızın ve neyi yapmamız gerektiğinin altı da çiziliyordu ve bu satırları da sizlerle paylaşmak istiyorum yazıma son verirken:
Parola “Böl ve Yönet” ve insanlar kendilerini, her şeyden soyutlatmış olarak görmeye devam ettikleri sürece, köleleştirilmeye boyun eğmiş olarak kalacaklar. Perdenin arkasındakiler bunu biliyorlar. Ayrıca biliyorlar ki, eğer insanlar doğaya bağlı oldukları gerçeğini anlarlarsa ve içlerindeki gücün farkına varırlarsa… Yarattıkları ve soyup soğana çevirdikleri tüm bu Zeitgeist, kağıttan evler gibi yıkılacak.
İçinde yaşadığımız tüm bu sistem, bizim güçsüz olduğumuzu, zayıf olduğumuzu, toplumun kötü olduğunu, suç içinde yüzdüğünü dayatır durur. Hepsi büyük bir yalan! Biz güçlüyüz, güzeliz, harikuladeyiz. Gerçekte kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi anlamamamız için hiçbir neden yok. Sıradan bir birey güçlü olamaz diye birşey yok. Bizler inanılmaz güçlü varlıklarız.
Düşünüyorum da, hayatımın 30 yılını geride bıraktım, bu 30 yıl boyunca hep birşeyler olmaya çalıştım. Birşeyleri iyi yapmak istedim, teniste iyi olmak istedim ve okulda ve notlarımda. Ve hayata hep şöyle bir perspektiften baktım: Şu halimle yeterli değilim ama, eğer şu işte iyi olabilirsem… Şimdi farkettim ki bu oyunu yanlış anlamışım. Çünkü oyunun amacı, zaten olduğum şeyi bulmakmış.
Bizlere kültürümüzde, bireysel farklılıkların karşısında durmayı öğrettiler hep. Bir insana bakıyoruz ve ona hemen bir yafta yapıştırıyoruz. Neşeli, aptal, yaşlı, genç, zengin, fakir.. Ve bu ayrımı yaptıktan sonra, onları kategorilere ayırıyoruz ve o şekilde davranıyoruz. Ve sonra baktığımızda sadece, ayırdığımız şekilde duran bizden ayrı birçok insan görüyoruz.
Gerçeği anlamanın en dramatik yönlerinden biri de başka bir insanla bir şeyler paylaşmak ve ansızın ortak yönlerinizin olduğunu görmek, sizden farklı olmadığını anlamaktır. Anlamamız gereken gerçek; senin içindeki cevher de, benim içimdeki cevher de aynı, tek. Anlamamız gereken, bir başkası yok. Aslında herkes tek.
Ne Irkçılık, ne cinsel ve dinsel istismar, ne de aşırı milliyetçi hareket eskisi gibi işlememeye başladı. Dünyayı tek bir organizma olarak gören yeni bir bilinç gelişti ve bu bilinç farketti ki, savaş içindeki bir organizma kendini yok eder.
Bill Hicks eskiden şovlarını şöyle bitirirdi: Hayat lunaparkta bir gezinti gibidir ve gezintiye başladığında onun gerçek olduğunu düşünürsün, çünkü zihinlerimiz bu kadar güçlüdür. Gezinti bir yukarı, bir aşağı devam eder, döner ve döner, seni heyecanlandırır, ürpertir ve parlak renklerle doludur. Bir süre çok gürültülü ve çok eğlenceli olur. Bu gezintide uzun süre kalanlar sorular sormaya başlarlar: Bu gerçek mi? Yoksa sadece bir gezinti mi? Ve aralarından cevabı hatırlayan insanlar geriye dönüp şöyle derler: Hey, merak etme, korkma sakın. Çünkü bu sadece bir gezinti. Ve biz bu insanları öldürdük.
“Susturun şunu! Ben bu gezintiye çok fazla yatırım yaptım, susturun şunu! Şu çatılmış kaşlarıma bakın. Şu büyük banka hesabıma ve aileme bir bakın, bu gerçek olmalı..”
Bu sadece bir gezinti. Ama bunu bize anlatmaya çalışan bütün iyi adamları öldürdük. Ama önemli değil, çünkü bu sadece bir gezinti ve bunu istediğimiz zaman değiştirebiliriz. Bu sadece seçim meselesi. Şimdi seçim yapın… Korku ve sevgi arasında.
Devrim, şimdi!