Algılama yeteneğinin sınırsızlığından dolayı dünyaya adapte olmakta zorlanan ve bu zorluk anlarını zekayla istop oynayarak yok eden AYSEL GÜREL.
Onun da öyküsü hüzünle sevişip, neşeyle köşe kapmaca oynayan kadınların valizine doldurduğu eşyalarla sınırlıdır. Acıyı soluğunda hissetmiş, genç kızlık yıllarında korktuğu ölçüde çekip, bu cezalardan uslanmayıp, kendine habire cezalar yağdırmış, orta yaş bunalımında her şeyi sıfırlayıp elindeki topa bakarak zekayla karşılıklı istop oynamış bu kadın; düşünmüş ,taşınmış “Deli Aysel” olarak yazılmak, anılmak istemiş. Böyle anılırsa böyle afişe edilirse daha rahat olacağını hissetmiş. Delilik denilen bu muammada her sene sınırları zorlamış, bu yola başvuran kadınların adeta idolu olmuştur.
O her sene sıfırladığı duygularla şiire, şarkıya konuk olmuş bazen de o şiiri şarkıyı evine davet etmiştir. Ruhunun bakire kız kardeşini aramak için çıktığı bu dünya da lehçelerin tanrısını her gece yatağına alarak, harmanlanarak taptaze kelimelerle yepyeni şarkılar yazmıştır.
Tutumluymuş bu yüzden kimine göre cimri ama o bu faniler dünyasında eşyanında, kıyafetinde tutuklusu, tutkulusu olmanın tehlikesini çocuk yasında hissetmiş, bu sayede de kah ucuzluk pazarlarından alışveriş yapmış, kah pazarlıkla alışveriş etmenin mutluluğunu yasamış. Küçük yaşında karşılaştığı maddi sıkıntılar onun bedenini yaralarken ruhunu zenginleştirmiş. Bu yaralar bereler zamanla bağışıklık yaratınca ve yıllar sonra Aysel Gürel imzasıyla maddeye çelme takınca; alışkanlığının vermiş olduğu rahatlıkla kimsenin kulu kölesi olmamıştır.
İçindeki yaratıcının tapınma seanslarında kendine dualar edip, kendine adaklar bağlamış ve kendine tapınmanın şahane bir duygu olduğunu herkese fısıldamış. Narsizim onun doğal rengi olup bu yüzden yaydığı bedensel frekansıyla TV programlarına konuk olmuş, gazetelere konu olmuştur. Dünyalılar ona “delidir ne yapsa yeridir” diyerek ondan aşkın anlamını anlatmasını istemişler; Aysel’se bir kahkaha atmış “aşk palavranın teki” aslında demiştir. Bizlerin kendimize aşık olup o palavra denen duyguyu bedenimizde yaşatmamızı istemiştir. Narsizimin en önemli hadise olduğunu ne kadar kendimizi okşarsak o kadar mutlu olacağımızı anlatmak istemiştir.
Bu sihirli kadın elinde ki değnekle dokunduğu şarkılara, şiirlere,notalara farklı boyutlar vermiştir. Yıllarca Aysel’in aşkı nasıl yaşadığı merak konusu olmuş, TV’lerde cesur açıklamalarda bulunan bu kadının cinselliği hangi dozajda yaşadığı sorgulanmıştır. Aysel bunlara “size ne benim aşk hayatımdan” diyerek fazla merak başınıza is açar demiş ve aşkını, cinselliğini merak edenlerin ağızlarını gözlerini kırmızı biber sürmekle tehdit etmiştir.
Deliymiş, tehlikeliymiş, hayatin tuzu biberiymiş. Olmazsa olmaz dediği 2 ünlü kızın (Müjde ve Mehtap) annesiymiş, onları kah taparak kah döverek büyütmüş. Kızlarına güllerim dermiş, güllerimi zor büyüttüm, dikenlerini her sene kopartıp budayıp onları evcilleştirdim, ama sonra baktım ki ne göreyim dünyanın evcillikle alakası yok, ben de budamadım dikenlerini ve bıraktım onları dünyanın kalbine. O kalbi delik dünya pek tekin gelmese de insanlara; ben onla da istop oynayıp onu da aşkla, şarapla, şiirle, gözyaşımla besleyip ona meze sofraları açtım ve güllerimi serptim onun sert dedikleri yumuşak zeminine… Yıllar sonra bir sohbet anında, güllerini nasıl büyüttüğünü Sezen Aksu’ya anlatmış ve sözlerine bir Anadolu turnesi sırasında diye başlamış “güllerimi sepetlere sakladım ben sahnedeyken onlar bir yere kaybolmasınlar diye fakat polislerin kulisi basmasıyla sepetlerimi kaldırıma attılar, Sezen anlıyor musun güllerimi kaldırıma attılar” demiş. Sezen Aksu bu sözlerden çok etkilenip bir sure sonra güllerim soldu adli şarkıyı yazmıştır. Hani “güllerim soldu kaldırımlarda” diye başlayan o dokunaklı şarkıyı… Şimdi Aysel’i daha iyi hissedebilmek için o şarkıyı Sezen’den bir kez daha dinleyin bir kez daha… Benim icin de…
Hayat onun için cilveliydi ve ona da fazlasıyla cilve yapıyordu. O da bundan nasibine ne düşüyorsa alıyordu. Edebiyat mezunu olmasının meyvelerini beyninde yazdığı şiirlerle, şarkılarla zenginleştiriyordu. Bu şiirler, şarkılar onun gerçekleriydi, gerçek Aysel o şiirlerde yaşıyordu. Zaman zaman şarkı sözlerine sığınıp lirik sözlerle konuşuyordu. Dünyalı değildi, dünyalıları çoğu zaman anlamıyordu. Hırs, intikam kusanmış yürekleri tanıyor, ama tanımak istemiyordu. Aslında en büyük isteği görünmez olup herkesi gözetlemekti. Bu hayat çatlağı kadın çatlattığı beyninden çıkan boyalarla bedenini boyamıştı. Yağlı boya gibi kullanıp bedenini sarıyla, morla, kırmızıyla, turuncuyla boyamıştı. Arızalı diyenlere inat ruhunun arızasız olduğunu çok iyi biliyordu. Gerçek duyguların peşine düşüp, yörüngesini şiire veriyor ve rüzgarlarda kalkıp açık omuzlu elbisesini giyiyor eline aldığı kavuniçi aynasıyla pembe rujunu tazeliyordu.
Bu kadın AYSEL GÜREL’di. Ona deli diyenlere tezat akıllının akıllısıydı, sadece orta yaş krizinde zekayla istop oynaması sonucu toplumun deli diye ithaf ettiği sınıfın takdir belgeli bir primadonnasıydı.
O Aysel’di. Bağıran, çağıran, heyecanlı, kimi zaman huysuz, kimi zaman içten, kendisine hakim, çığırtkan, neşeli, karizmatik, çocuk kadın…