Hayatımız yaptığımız tercihlerin toplamıdır.” – W. Dyer
Yaşam amacımızı, hayatımızı kazanmak için yaptığımız işle ifade etmek, hayatı yaşamanın en ideal yolu gibi görünür. Özellikle bazı şanslı insanların “işimi öyle seviyorum ki, hayatımda bi gün olsun çalıştığımı hissetmiyorum. Bu işi yapmak için üstüne para bile veririm” tarzında konuşmaları, içten içe hepimizi çileden çıkarır. Çünkü pek çoğumuz, mevcut işimize neredeyse sürünerek gidiyoruz ve üstüne para vermeseler bir dakikamızı bile orada geçirmeyiz. Bazılarımız için durum bu kadar vahim olmasa da, çalışma hayatımız, yaşamlarımızda aradığımız o derin anlam ve tatmini vermekten yine de uzaktır. En kötüsü de, işimizin, fiziksel, zihinsel, zamansal ve enerjisel anlamda yaşamlarımızda kapladığı alan o kadar fazladır ki, geriye ancak mecburi ihtiyaçlarımızı karşılacak kadarı kalır. Böylesi bir düzende, daha anlamlı bir yaşam yaratmak için yapılması gereken değişiklikler gözümüzü oldukça korkutur. Ki zaten bunlar, mantıksal olarak da yapılamayacak kadar ütopik görünür. Hiçbirimiz, Midyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmayı istemeyiz. Sonuç olarak sızlanmaya devam etsek de, bir şekilde durumu kabullenir, geçici mutluluklar yoluyla, hayatımızı ite kaka sürdürmeyi seçeriz.
Yukarıda anlattığım şeyler size tanıdık geliyor mu?
Ben de pek çoğunuz gibi meslek seçimimi, kapasitem dahilinde gözüme en havalı ve paralı gibi görünen yönde yaptım ve elektronik mühendisi oldum. 11 yıl boyunca da kurumsal hayatta, sektörün önde gelen şirketlerinde çalıştım. Yaşamsal tatmin için, hava ve paranın yeterli olmadığını anladığım noktada, başka bir yaşam tarzı yaratıp yaratamayacağımın arayışına girdim. Bu arayış beni mesleki hayatımda, Nefes eğitmenliğine götürdü. Geride kalan 4 yılın sonunda, eski ve yeni yaşam şeklimi kıyasladığımda, arada uçurumlar olduğunu söyleyebilirim.
Bu hikaye bazılarınız için kulağa bir cesaret ve başarı öyküsü gibi gelebilir. ilk paragrafta anlattığım düzenden özgürleşebilen, şanslı azınlıktan birinin öyküsü:)
Ancak unutmayalım ki, her hikayenin kendi içinde zorlukları, çıkmazları, tuzakları ve bunlara karşılık, hazları, zaferleri, ödülleri var. Bunlardan biri olmasa diğeri de olamıyor… Ying-Yang gibi, gece-gündüz gibi, doğum-ölüm gibi… Birinin varlığı diğerinin varlığı sayesinde mümkün. Bu denklemin bir tarafını sıfırlarsak, diğer tarafı da sıfırlanıyor. O yüzden, yaşamlarımızı sadece keyif veren eylemlerle doldurmaya çalışmak, orta vadede, hiçbirşeyden keyif alamadığımız daha tatminsiz bir yaşam yaratıyor. Çünkü, yaşamdan aldığımız haz ve keyfi amaç haline getirdiğimizde, varacağımız sonuç, daha fazla arayış, daha fazla arayış ve her seferinde daha fazla hüsran. O halde haz ve keyif bir amaç değil, ancak bir sonuç olabilir. Peki ama haz ve keyif sonucuna ulaşmak için neyi hedeflemeliyiz?
“Yaşamsal tatmini artıran sırrın, ne yaptığımızla ilgili olmadığına artık kesinlikle eminim.” Bu cümledeki “ne” kelimesini, “nasıl” ile değiştirdiğimizde ise aradığımız cevap kendiliğinden geliyor. Evet doğru; “Yaşamsal tatmini artıran sırrın, nasıl yaptığımızla ilgili olduğuna artık kesinlikle eminim. “
Peki o zaman, “Nasıl”’a kim karar veriyor? İlk bakışta aklıma gelen 2 cevap var; Ben ve Diğerleri… “Diğerleri” cevabına biraz daha yakından bakacak olursak şunu sormamız lazım; Diğerlerinin, yaşamımın merkezinde olmasına kim karar verdi? Bu sorunun kuşkusuz tek bir yanıtı var; “Ben”…
Dolayısıyla ne yaptığımız yerine nasıl yaptığımız önemli derken, burada asıl vurgulamak istediğim husus, her ne yaparsak yapalım, her ne koşulda yaparsak yapalım, dolaylı ya da dolaysız bunu kendi özgür irademizle seçtiğimize dair kavrayışımızı geliştirmektir.
Bazen seçim yapmak kolaydır, bazense zordur. Kolay seçimleri yaparken hayatımızın merkezinde kendimiz olduğuna dair bir yanılsamaya kapılırız. Halbuki, hayatımızın merkezinde kimin olduğunu belirleyen asıl faktör zor seçimlerdir. İşte bu seçimlerin sonuçları, bizim kim olduğumuzu belirler. Çünkü zor seçimlerdeki seçeneklerden hiçbiri, birbirine göre belirgin bir avantaj yada dezavantaj sunmaz. Her biri kendi içinde riskler ve kazançlar sunar. Bazen seçim yapmamak da bir seçenek olabilir. Ama sonuç değişmez… Neyi seçersek seçelim, bunun bir sonucu olacaktır. Bu sonucun sorumluluğunu alırız yada almayız. Bu da verilmesi gereken bir başka zor karardır…
Günün sonunda beğensek de beğenmesek de, “nasıl”a sadece ve sadece kendimiz karar veriyoruz. Dolayısıyla, yaşam amacımızı ifade etme anlayışını geliştirmek “seçimde özgürlük, etkide sorumluluk” bilincine ermeyi gerektirir.
Zor seçimlerin bir lanet değil nimet olduğunu, gerçekten de çok akılcı ve ikna edici bir şekilde açıklayan Ruth Chang’in TED konuşmasını izlemenizi tavsiye ediyorum. Unutmayalım ki, bakış açısı değişince, baktığımız manzaraya dair tüm algımız da değişir. Algımız değişirse de seçeneklerimiz, dolayısıyla seçimlerimiz, sonrasında hayatımız ve en nihayetinde kim olduğumuz değişir…
“Buradan bir kova su gibi görünüyor; ama…
bir karıncanın bakış açısından engin bir okyanus,
bir filin bakış açısından sadece soğuk bir içecek,
bir balığın bakış açısından ise elbette onun yurdu…”
Phantom Tool Booth