Merhaba! Ben, Çekirge. Hani 4,5 yıl boyunca Hürriyet’in Kelebek ekinde, ‘marifet, dağa çıkıp ermek değil, şehir hayatının keşmekeşi içinde iç huzurunu koruyabilmek’ diyerek türlü çeşitli yazılar yazan fani…
2007’de Hürriyet grubundan Akşam’a transfer olunca yazılarıma ara vermek zorunda kaldım. Eve dergisini çıkardım. Ancak maalesef 2008 sonundaki kriz, önce derginin merkezi İngiltere’yi, 2009’da da bizi vurdu. Ve dergi kapandı. İlk kez böyle bir ‘tecrübe’ yaşıyordum. Başarılı olduğu söylenen bir işim varken işsiz kalmıştım! Büyük bir şok yaşadım. Ve iş hayatından oldukça soğudum. Yorgun ve mutsuzdum. Özel hayatımda da ‘özel’ hiç kimse yoktu. Arkadaşlarımla sık sık buluşuyor, geziyor ve eğleniyordum. Ancak bir şeylerin eksikliğini hissediyordum. Ama o neydi? Bilmesem de inanıyor ve bekliyordum.
Tek tip bir hayat şekli biliyordum: Ç tipi! Çalışmak çalışmak çalışmak. Peki çalışmayınca ne yapılırdı acaba? Cevabını bilmediğim bir soru olduğundan, en kısa sürede kendime işler ‘türettim’! Arkadaşlarımın işlerine yardımcı oldum ve eskisi gibi ‘yoğun’ şehir hayatının içinde oradan oraya savruldum. Üstelik bu kez karşılıksız. Yani para da kazanmıyordum. Ama eski hayatımMIŞ gibi yaşıyor, kendimi güvende hissediyordum.
Arkadaş grubum içinde olan bir arkadaşımın da işleri kötüydü. Sık sık sohbet ediyor, dertleşiyorduk. Zamanla ilişkimiz farklılaştı ve biz çıkmaya başladık. Hayattaki önceliklerim değişmeye başladı. Evimin farkına vardım. Kendime zaman ayırmanın önemini anladım. Benim artık bir sevgilim vardı!
Bunu kabul ettiğim ve teslim olduğum andan itibaren biri düğmeye bastı sanki! Ve hayatım 180 derece değişti. Doğum günümde evlenme teklifi aldım. Kabul ettim. Hamile olduğumu öğrendim. Doğuma kadar Doğuş Grubu’nda Vogue dergisinde çalıştım. Bu yılın başında bir oğlum oldu: Memo. Ve işte o günden beri hayatım, M.Ö (Memo’dan Önce) – M.S (Memo’dan Sonra) olarak ikiye ayrıldı. Önceki kısmı bilenler var. Ancak sonraki kısmı ben de dahil kimse bilmiyor; hep birlikte yaşayarak öğreniyoruz!
Ezberimi bozduran, geçmişi silip atan, egoyu sıfırlayan müthiş bi gönüllülük hali… Annelik. İşte bu mevzuda anlatmak istediğim şeyler oluyor. Bazen birkaç cümle, bazen sayfalarca…
Tek tabanca hayatı marifet sayan bana, tükürdüğümü yalatan, gayet komün ve şahane bi hayat türü bu. Ben daha yeniyim bu dünyada. Memo, 8 aylık. Anneler ve çocuklarıyla ilgili bulduğum her şeyi okumaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız, yeni şeyler öğrenirken yaptıklarımın doğruluğunun sağlamasını da yapıyorum çaktırmadan! Sonra derin bir oh çekiyorum. Çünkü anne olunca (tıpkı o IKEA reklamındaki gibi) ‘hıh’ hissini istiyorsunuz. Yani aradığınızı bulmak ve onaylanmak, sürünün parçası olmak! Eskiden nadiren, romanların satır aralarında bulduğum bu ‘hıh’ hissini, şimdi anne-çocuk sitelerindeki yazılarda, kitaplarda ve sohbetlerde sık sık yaşıyorum. O zaman mutlu oluyorum. Derki’de de günlük hayatta yaşadığım, pek çoğunuzun da yaşayabileceği sapsade yazılar yazmak istiyorum. Hepsi bu.
Son söz…
Bugünlerde gazete ve dergilerde, Pegasus Yayınları tarafından yayımlanan bir kitabın ilanı gözünüze çarpmış olabilir: Ye, Dua Et, Sev.
Ekim’de bu kitaptan uyarlanan (başrolünde Julia Roberts ile Javier Bardem’in rol aldığı) film gösterime girecek.
İlana dönersek… Yıllar önce kitap Türkiye’de ilk kez basıldığında okuyup çok sevmiş ve Çekirge’de, özetle, şöyle yazmıştım: “Şahane bir teklif bu! Okunabilecek en güzel kitap. Bir an önce okuyun, hayatınıza enerji ve mutluluk katın.”
Durup tekrar okudum yazıyı ve fark ettim ki yıllar içinde ben de aynısını yapmışım!