Yıl 1983, sanırım sonlarına doğru, söylenmesi gereken bir jingle var, haberi getirip “söyler misin” diye soran Aykut Gürel, heyecanla kabul eden o güne kadar hiç jingle söylememiş, ilk deneyimini yaşayacak olan ben, beni deneyip jingle söyleyip söyleyemeyeceğime karar verecek olan kişi stüdyoya gittiğimde tanışacak olduğum kişi ise Melih Kibar … Jingle ise Çikita muzlu çiklete ait …
“Merhaba ben Melih”, “ben de Seden”, prova yapıyoruz, iki kızız jingle’ı seslendirecek, Alev’le de orada tanışıyoruz ve girip stüdyoya söylüyoruz kısa sürede… “Yaşasın başardım” diyorum içimden, dışarıya ise yansıtmıyorum bu heyecanı kendimce… Jingle bitince iş bitti, hadi gidin gibi bir şey gerçekleşmiyor, onun Alman Lisesi’nden, benim Kadıköy Anadolu Lise’mden, üniversitelerimizden (benim ilk senem) ve tabi ki müzikten bahsediyoruz bir süre, karşılıklı birbirimizi ölçüp biçiyoruz kısacası. Melih piyanonun başına geçiyor çalıyor, ben söylüyorum “Jesus Christ Superstar”dan “I don’t know how to love him”le başlıyoruz, yol açık 2 saat süreyle aklımıza gelen her şeyi o çalıyor, ben de söylüyorum ve bana dönüp “you are born to be a singer” (şarkıcı olarak doğmuşsun) diyor. (Ukalalık sanmayın , ya da biz hep İngilizce konuşuruz da değil konu, anlatmak istediği şeyi en güzel şekilde bu sözcüklerle anlatıyor ve ben de anlıyorum.) Tanıştığımıza memnun olduk diyoruz, gecenin bir vakti olduğu için annem ve babam gelip beni stüdyodan alıyorlar, buna çokça şaşırarak hafif de mutlu olarak bakıyor ve ayrılıyoruz… Ondan sonra ki iki yıl boyunca hayatım stüdyo, ev ve okul arasında mekik dokumakla geçiyor, stüdyoda projelerimi çizebilmek için masam bile var…
Çiğdem Talu’nun acısı daha dinmemiş Melih’te (hiç de dinmedi), “ona yaptığım bir şarkı var, hadi söyle” diyor Sami Amca’nın (Sami Kibar… merhum babası) evinde, yine ilk meşk buluşmalarımızdan birinde, o çalıyor ben söylüyorum, finalde ikimizde ağlıyoruz, Sami Amca bizi yaptığı böreklerle teselli etmeye çalışıyor…
Ethel’le tanışıyorum, mükemmel bir kadın, çocukları gibi oluyorum yaşım biraz büyük olmakla birlikte… (henüz Merve doğmamış)
Hiç durmuyor, hep çalışıyor, yenilikler peşinde, Melki’yi kuruyor, Basın Sitesi’nde bir apartman dairesinde küçük bir ofis ve küçük bir odada da minyatür bir stüdyo var, çok mutluyuz, toplu halde çalışabileceğimiz bir mekan var artık…
Eurovision’a katılıyoruz, grup olduk, her şeyi konuşuyoruz, her fikri tartışıyoruz… Yaşasın kazandık, Norveç yolcuları arasında ben yokum, aramızdaki ilk kırgınlık… (onu yarı yolda bıraktığımı düşünüyor, durumun böyle olmadığını ise sekiz ay sonra tekrar konuştuğumuzda anlıyor)
Melki Stüdyo’da Türkiye’deki en iyi stüdyoda kayıt yapma imkanımız var artık, tabi ki orası onun ama o “hepimizin” diyor… Jingle’lar, müzikal kayıtları, prodüksiyonlarda vokaller, yine Eurovision… Biz dediğim, Sevingül Bahadır, Cihan Okan, Sertab Erener, Jeyan, Serdar Şensezgin, Sarper Semiz, henüz Seden Kutlubay olan ben, başımızda Melih Kibar ve her zaman yanımızda Zeyno (Zeynep Talu)… Çalışıyoruz, eğleniyoruz, hayat dersi alıyoruz, müziği öğreniyoruz, bildiklerimizi, bilmediklerimizi, her şeyi paylaşıyoruz… Çok şey öğreniyoruz Melih’ten, çooook şey …
Bunların birkaç sene öncesinde Stüdyo Pan’da kayıt var, okuldan çıkıp stüdyoya gidiyorum, Melih daha gelmemiş, içeride de başka kayıt var, üst kata masama çıkıyorum ödevlerimi yapmaya, bu arada da aşağıdan gelen sesleri duyuyorum, Kayahan şarkı söylüyor ama bir gariplik var, “bekliyorum Melih Kibar gelirsin diye” sözleri var şarkının… Bu sırada Melih geliyor, koşarak aşağı iniyorum, “Melih adam çıldırdı herhalde, çok geciktin, baksana böyle böyle diyor” diyorum ve Melih yerlerde yuvarlanıyor zira Kayahan “bekliyorum bir ihtimal gelirsin diye” diyor, konunun Melih’le yakından uzaktan alakası yok… “Sakın söyleme öldürür seni” dedi bana, bugün itiraf ediyorum işte…
CNN Türk’te Can Dündar’ın hazırladığı “Yüzyılın Aşkları” nda Melih’i bir kez daha seyrediyorum, bir kez daha, bir kez daha dinliyorum İşte Öyle Bir Şey’i , Fırtına’yı, Çoban Yıldızı’nı ve Hababam Sınıfının, yeri geldiğinde üzen, yeri geldiğinde eğlendiren, yeri geldiğinde düşünmeye davet eden melodisini, bütün Hisseli Harikalar Kumpanyası müzikali gözlerimin önünden geçiyor… Saymakla bitmiyor hiçbir şey, oysa yaşam bitiveriyor planladığımız herşeyi gerçekleştiremeden…
Yapamadık “Çiğdem Talu Müzikali”mizi Melih, yaşam, yukarıda saydığım senelerimizi paylaştığımız hepimizi atıverdi bir yerlere… Bildiğim tek şey elbet buluşacağız günün birinde ve yapamadıklarımızın hepsini gerçekleştireceğiz…
Doğum gibi ölümün de gerçekliğinin farkındayım ama bazen kabul etmem, içime sindirmem zor oluyor işte, hiç korkmuyorum ölmekten ama sevdiklerimi kaybetmekten bir o kadar çok korkuyorum, oturup her şeyi yazabilen ben ne düzgün bir cümle kurabildim ne de içimden geçenleri anlatabildim adam gibi, belki anlarsınız belki de anlamazsınız bilemiyorum ama yazmalıydım yazabildiğim kadarını, yazabildiğimce… Tüm korkular sona erdi Melih ama çok erkendi… Bekle biz de geleceğiz…
Sen başkalarına benzeme sakın hep böyle kaaaaal…