1. Bölüm

Olayların hiç buralara varacağını tahmin etmemiştim. Demek ki insanlar yaşadığı sürece hep öğrenecekleri bir şeyler oluyor…

Savcılık binasında ‘Hazırlık Kalemi’nin kapısından girdim ve tam karşıda oturan beyefendiye “Şikayette bulunmak istiyorum…” deyince, yüzüme bile bakmadan bana bir kağıt ve kalem uzatıp, “Şikayetini yaz bana ver” dedi. Köşeye geçip önümdeki kâğıda öylece boş boş gözlerle baktım. Ne yazacağımı, nereden başlayacağımı bilmiyordum. Şaşkındım…

Zaten tüm bunların başıma gelmesinden yeteri kadar korkmuş ve tedirgindim. Bu suç duyurusunda bulunarak “onu” daha da çok kızdırmaktan, bana daha çok diş bilemesine sebebiyet vermekten de çok çekiniyordum. Savcılık binasının merdivenlerini inip çıkarken hep dizlerim titriyordu. Korkuyordum… Olanlardan ve olabileceklerden…

Çok geçmeden kağıdı kalemi veren adam bana seslenerek “-gell gelll… sana yardım edeyim. Geç şöyle yan tarafa, otur. Ne de güzelmişsin sen böyle” dedi! Ben adamın söylediklerini algılayamıyor gibiydim, (aslında o anda böyle bir söz duymak iyice sinirlerimi germişti) ben bir an önce derdimi anlatıp, savcılık tarafından koruma altına girip, kendimi güvende hissetme derdindeydim. Aynen adamın söylediği gibi usule uygun bir şekilde dilekçemi yazdım. Bana yardımcı olan adam, onun (sanığın) bana iyice musallat olmaması için de farklı (ama mektupların elime geçeceği başka) bir adres vermemi ve ev telefonumu yazmamamı önerdi. Çünkü ifadesinin alınması için ona da resmi bir davet gönderiliyormuş ve üzerinde de şikayetçi olan kişinin (yani benim) adres ve irtibat numaraları yer alıyormuş. Nüfus kağıdı fotokopisi ve yazdığım dilekçe ile birlikte savcının yanına yollandım.

Savcı bey bana şöyle bir bakıp “ Ne o bırakmıyor mu peşini?” dedi.

Ben: “Hayır bırakmıyor ve bana çok ciddi sıkıntılı anlar yaşatıyor. Beni zorla alıkoyuyor ve sürekli tehdit ediyor. Bu şikayetim ona karşı caydırıcı olur dimi? Bırakır dimi peşimi?” diye sorularımı endişeli bir ses tonuyla peş peşe soruyordum.

Savcı: “Bilmem… ! Adamı tanıyan sensin”

Ben: “O zaman bu yaptığım onu iyice kızdıracak ve bana daha çok saldırmasına yol açacaktır” dedim. İşte o an hafif hafif bastırmaya çalıştığım korkum tekrar alevlendi.

Savcı: “ Bu dilekçeni karakola elden götürür müsün? İşin daha çabuk hallolur”

Ben: “ Tabii hemen giderim” dedim ve verdiğim adresin bağlı olduğu karakola doğru hemen yola koyuldum.

Savcıya verdiğim dilekçemin bir örneğini kendim için fotokopisini de çektirip çantama koydum.

Yolda giderken başıma gelebilecek tüm olasılıkları düşünüyordum. Ya bu belalı sanık benim HIV+ olduğumu başkalarına açıklarsa? Bunu bana koz olarak kullanırsa? Onu nasıl da dost bilmiş, söylemiştim.

İlk aklıma gelen İl Sağlık Müdürlüğü’nde çalışan doktor arkadaşımı aramak oldu. Durumu anlattım. “İfademde + olduğumu söylemeli miyim? diye sordum. O da bana “hayır söylemene gerek yok çünkü burada ki konu senin HIV+ olup olmadığın değil, senin tehdit ve taciz ediliyor olmandır” dedi.

Karakola gittiğimde ilgili bölüme yönlendirildim. İçeri girdiğimde 2’si erkek, 1’i kadın olmak üzere 3 sivil giyimli polis memuru vardı. Bilgisayar başındaki memur bana oturacağım yeri gösterdi. Oturdum. İyi güzel de neden hala kollarım titriyordu? Memur bey kâğıtlarımı aldı ve hafif gülümseyerek “evet anlatın bakalım”. Ben “burada çay söyleyebileceğimiz bir yer var mı? Sizlere de ısmarlayayım. Ben çok gerginim de, biraz sakinleşmek istiyorum”. Memur bey gülümseyerek bize çay söyledi. Ben içten içe hafif hafif titreyen ellerimle bardağımı kavramış çayımı yudumlayarak ifademi verdim. Bir arada elini çenesine dayamış ilgiyle beni dinleyen kadın memura “kim bilir siz bütün gün burada ne olaylar dinliyorsunuzdur?” dedim. O da gülümseyerek “aayy sormayın neler geliyor” diye yanıtladı beni.

Karakoldan çıktığımda biraz daha güvende hissettim kendimi ama bu durum çok sürmedi. Çünkü ondan sürekli gelen hakaret ve tehdit içeren mesajlardan birini daha almıştım. Her an her yerde karşıma çıkma ihtimalini düşünüyor ve nereye sığınabileceğimin hesabını yapıyordum…

2. Bölüm

Onunla nasıl bu durumlara gelmiştik hiç aklım almıyordu.İlk tanıdığımız zamanlar o kadar iyi niyetli ve yufka yürekliydi ki. Yanıldığımı çok çok sonraları anladım tabii. Sosyal arkadaş çevremde tanışmış, sonra iyi arkadaş olmuştuk. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben olduğumuzu sanmıştım. Onun içinde ve aklında gezinen zehirli düşüncelerden bir haberdim o zamanlar.

Bana o kadar iyi ve nazik davranıyordu ki. Samimi olduğumuzda beni defalarca aramaya, arada küçük hediyeler alıp sürprizler yapmaya başlamıştı. Tüm arkadaşlar gün içinde buluşup ya yemek yiyor, ya da bir şeyler içip kâğıt oynuyorduk. Eğlenceli vakit geçiriyorduk.

İkimiz sohbet ettiğimiz bir gün HIV/AIDS alanında ki gelişmelerden, dışlanma – damgalanma ve ayrımcılık çalışmalarda hak savunuculuğu yaptığımı söylemiştim. Hatta bu konuda (HIV/AIDS) onun en ufak bir fikri bile yoktu. Oturup neyin ne olduğunu, nasıl bulaşıp bulaşmayacağını da uzun uzun anlatmıştım. Kendimin de HIV ile yaşayan biri olduğunu söylemekten çekinmemiştim.

Daha sonraları işin rengi değişti; bana abayı yaktığını, beni ailesi ile tanıştıracağını, en kısa zamanda da benim ailemi ziyarete geleceğini söyleyerek niyetinin ciddi olduğunu vurguluyordu. Bense bu tür bir ilişki istemediğimi söylediğimde bunu kabullenmedi. Onu kırmak ve incitmek istemiyordum. Daha az konuşuyor ve mümkün olduğunca tüm iletişim kanallarımı kapatmaya çabalıyordum.

Kısa zaman içinde daha çok baskıcı davranmaya başladı.Artık telefonda bitmek bilmeyen bu konuşmalar yavaşça yerini tartışmalara bırakmaya başladı. Ben, sürekli kendimi ona izah etmek durumunda kalıyordum. Bu da oldukça sıkıntılı oluyordu. Konuşmalarımız; “ben artık seninle görüşmek istemiyorum”, o da “olacak, seni bırakmicam, bırakamam, sen beni hayata bağladın, seni ölürüm de bırakmam” şeklinde bir kısır döngüdeydi.

Tüm bunları duymaktan bıkmış bir gün Taksim’de karşıma çıkıverdi! Konuşmak istemediğimi söyledim ve hemen tramvaya bindim. Kalabalık İstiklal Caddesi boyunca, benim bindiğim tramvayın peşinden koştu ve meydanda tekrar yakaladı beni. Benden defalarca özür diliyor ve af etmem için yalvarıyordu. Bense “kesinlikle bir daha görmek dahi istemediğimi” söyleyip duruyordum.O da bana “ne olursa olsun beni asla bırakmayacağını” tekrarlayıp duruyordu. Git diyorum gitmiyordu.Bu şekilde yaklaşık 3 saat kadar mecalleştik.Ben en son kurtulmak için bir arkadaşımla buluşmayı akıl ettim ve tramvaya binip kız arkadaşımın yanına gittim. Yolda da “bak sakın yanıma dahi gelme, beni rezil etme” diye tembihliyordum. Ama yine dinlemedi ve kız arkadaşımın karşısına dikilip “ben onu çok seviyorum, n’olur söyleyin beni bırakmasın…” gibi sözler sarf etmeye başladı. Yakamdan düşmesi için telefonlarını açacağımı söyledim ve ancak öyle gitti. O gece hiçbir aramasına ve mesajına karşılık vermedim. Biliyorum verdiğim sözü tutmadım, tıpkı onun bana yaptığı gibi! Sabah uyandığımda telefonumda (hiç abartmıyorum) yüzlerce cevapsız araması ve 50’ye yakın da mesajı yer alıyordu.Bu kadar sevgi olamaz diyordum. Hastalıklı bir şeydi bu.

İkimizin birlikte olamayacağını güzellikle anlatmalıydım ona, incitmeden. Beni bir daha bu şekilde rahatsız etmeyeceğine dair söz verdi. Tabii bu sözün, daha sonraları da sürekli verip asla tutmayacağı sözlerin ilki olduğunu o zamanlar bilmiyordum.

Bir gün tartışırken beni kolumdan kavradı ve “yürü eve gidiyoruz, yarım saat durcaz ve ben seni bir daha hiç aramayacağım” dedi. Ben ‘nee evi yaa, bırak kolumu…’ diyemeden, kolumdan sıkıca kavrayarak beni taksiye bindirdi. Takside de sesimi çıkaramadım çünkü kolumu öyle bir sıkıyordu ki. Ben gayet sakin ve soğukkanlıydım. “Ne yapacaksın evde? Beni dövecek misin? Tecavüz mü edeceksin?

Eve girdiğimizde burnundan soluyordu. Beni omuzlarımdan sertçe koltuğa itti ve bağırarak konuşmaya başladı. “Yeter artık… nedir bu yaa… sürekli bırakma lafları… seni bırakmıcam kızım… tamam mı… anladın mı… benim de bir gururum var ama senin karşında hiç biri kalmadı… senin önünde bittim ben… yapamıyorum sensiz… anladın mıııı? yapamamMMM ”diye bağırırken beni yakamdan kavradı ve oturduğum yerden çok sert bir hareketle kaldırdı. Elini, yüzüme vurmak üzere havaya kaldırdı, ben refleks olarak başımı sağ tarafıma çevirdim. Korkmuştum… Bana vuramayacağını düşünerek ona doğru baktım. İşte o an gözlerinde keskin bir bıçak sırtı gibi haince parlayan, o nefret dolu bakışını gördüm. Seven, gerçekten seven bir insan böyle bakamazdı. “sen bana köpek gibi davranıyorsun…” dedi ve havada ki o el şimşek gibi yüzümde çaktı. Elini 2. kez vurmak için tekrar havaya kaldırdı, ama bu sefer yumruğunu bana değil duvara geçirdi. Odanın, bütün evin sallandığını hissettim. Eğer o yumruğu bana atmış olsaydı kesin hastanelik olmuştum. Ben korktuğumu belli etmemeye çalışıyor ama bir yandan da ağlıyordum. Çünkü biliyorum ki korkum onu besleyecek ve beni her zaman elinde tutmak için korkuyla baskılamaya kalkacaktı. O bir süre sonra sakinleşti, ama benim gözyaşlarım bir türlü sakinleşemiyordu. Yediğim tokadı hazmedemiyordum. Bana vuramazdı…. bana hiç kimse vuramazdı… O an sürekli şiddette maruz kalan diğer kadınları düşündüm… Çok onur kırıcıydı.

Gitmeye yeltendiğimde yakamdan tutup beni tekrar koltuğa itti ve “gitmeyeceksin…!!! burada kalacaksın artık” dedi.Yani beni zorla alıkoyuyordu! Ben yine serinkanlı davranmaya çalışarak “beni bırakmak zorundasın çünkü ilaçlarım evde ve ben o ilaçlarımı almak zorundayım, bunu biliyorsun” dedim. Bunun üzerine yine benden onu bırakmayacağıma dair yemin aldı ve ben ancak böylelikle o evden çıkabildim. Sonra yine ertesi gün onlarca mesaj yazıp, yaptıklarından duyduğu pişmanlığı ve beni üzmeme yeminlerini sıralamaya başladı. Artık ciddi ciddi nasıl kurtulabilirimin derdine düşmüştüm. O günden sonra telefonlarını hiç açmadım. Ona cevap vermemem, onu daha da deli ediyor ve “seni her yerde aratıyorum, seni bulacağım, bulduğumda da bu senin için hiç iyi olamayacak….” diye ciddi tehditler içeren mesajlar yazıyordu…

3. Bölüm

Aradan iki gün geçmedi ki Taksim’de çok nadir gittiğim bir derneğin ofisinde bilgisayar başında oturmuş işimle ilgili bir tablo hazırlıyordum.Kapı çalındı ve birkaç saniye sonra bu kapının eşiğinde belirdi. Tam bir şoktu benim için.Onu görmek sıkıntı dolu anların başladığı anlamına geliyordu. Gevrek gevrek gülerek “seni bulurum demiştim….” dedi ve karşıma geçip oturdu. Alelacele işimi toparladım (-ki bu arada yapacağım bir toplantıya da geç kalmak üzereydim) ve çıktık. İş çevremde onun çıkartacağı bir rezilliği yaşamak istemiyordum. Kapının önünde “bak işim var benim, şimdi bir toplantı yapmam gerekiyor, arkadaşım bekliyor, n’olursun git beni zora sokma… ya da kapının o tarafta otur bekle beni…” dedim. Yok anlamıyor… “Bende seninle gelicem, yanında otururum…” diyor, ben her ne kadar bu tür iş konularını etik açısından onun yanında konuşamayacağımı, toplantılarımı gizlilik içerisinde yapmam gerektiğini izah etmeye çalışsam da anlamadı. Onu köpek gibi kapının önünde oturtamazmışım, hep benim dediğim olmazmış. Artık onun dediği olacakmış… Arkadaşımın yanına girdiğimde benden önce masaya geçti oturdu. Artık siz benim yüzümün ifadesini düşünün. Stres ve sıkıntı… Bu durum karşısında tabi arkadaşımla hiçbir şey konuşamadık ve yarım saat içinde kalkmak zorunda kaldık. Benim konuşmalarım esnasında lafa karışıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bu beni daha da çileden çıkartıyordu.

Oradan çıktıktan sonra benimle biraz konuşmak istediğini, ondan sonra beni rahatsız etmeyeceğini söyledi. Taksim parkına doğru yürümeye başladık. Banklara oturduk ve konuşmaya başladık. Yine aynı konuşmalar… kısır döngü…Ben olmayacağını anlatmaya çalışıyorum, o ise ne olursa olsun, güzellikle veya zorla bu işin olacağını söyleyip duruyordu. Çoğunlukla sesini yükseltip tehdit içeren cümleler kuruyordu. Sonra yürümek istediğini söyledi, ben her ne kadar itiraz etsem de zoraki beni Harbiye parkına doğru yürütmeye başladı. Sesini yükselttikçe kendini kontrol edemez oldu ve çok daha sert hareketlerle beni kolumdan sürükleyerek cadde üzerinde geçen taksilere bindirmeye kalktı. Bu filmin devamını artık biliyordum ve sessiz kalmadım. “Binmek istemiyorum… gelmek istemiyorum… istemiyoorrumm… İisss-tee-mmii-yoorrr-uummmmmm…” diye bağırmaya başladım. Beni böyle kabaca sürükleyişine çevredeki hiç kimseler müdahale etmedi! Bu sayede de ne kadar duyarsız bir millet olduğumuzu bir kez daha anlamış oldum ve çok da büyük bir hayal kırıklığına uğradım.Ben bağırdıkça taksiye doğru yaptığı hamlede biraz duraksıyordu. “Yürü karakola gidiyoruz” dedim. “Tamam, kabul, gidelim, ama senin aileni de çağıracaklar ve de bütün bu olanları duyacaklar” dedi. “Hiççç umurumda değil duysunlar, senin de ağabeylerini çağıracaklar ve bir kadını zorla alıkoyduğunu onlarda öğrenecekler”.

Tarlabaşı karakoluna doğru hızlı adımlarla yürümeye başladık. Tabii bu arada sıkıca kavradığı kolumu da bırakmıyordu. Yürürken birkaç kez daha arabalara doğru yöneldi, ama benim bağırmamla birlikte yürümeye devam etmek zorunda kaldı. Cadde üzerinde yemek yiyen bir kaç yunus polisi görünce “aaa işte burada polis var” diyerek onlara yöneldiğimde, beni tam aksi istikamete doğru sürüklemeye başladı. Ben yunus polislere “lütfennn bana yardım edinnnn, beni zorla alıkoyuyor” diye bağırdım. Bu akıllı da “yok yok bir şey, o benim kız arkadaşım…” deyip beni uzaklaştırmaya çalıştı. Polis “bir dakika durun bakalım, bayan zorla alıkoyduğunu söylüyor” dedi. O anda elinden kurtuldum ve polisin arkasına geçtim. “N’olur bana yardım edin, daha öncede evinde beni zorla alıkoydu zor kurtuldum elinden” dedim. Korkudan titriyordum! Oradaki lokantanın içine girdim ve ailesinin olan çalıştığı yeri aradım. Durumu anlatıp, ona sahip çıkmalarını söyleyecektim. Telefonu yengesi açtı. Olanları ona anlattım. Ve yengesi bana daha çok dehşete kapılmamı sağlayan şu cümleleri söyledi: “Hıımmmmm eyvaaahhhh…! eğer sana kafayı takmışsa peşini bırakmayacaktır, o böyle bir çocuktur” demez mi?

Ondan kötülük gelebileceğini ve her türlü yalanı söyleyebileceğini, polislere “o benim imam nikahlı karım…” demesinden anladım. Daha sonraları da devam eden tehdit mesajlarında “sen benim imam nikahlı karımsın, nikahı kıyan hocayı ve şahitleri babanın karşısına çıkartacağım. Benden çocuk aldırdığını da söyleyeceğim…” gibi bir sürü hayal ürünü de yazıyordu. Bunları mahkemede de dile getirip adli tıp muayenesi isteyip kendisinden tazminat davası da açabilirdim. Benim hamile kalmam için korunmasız ilişkiye girmiş olmam gerekir –ki böyle bir durum HIV taşıyıcısı olduğum için (hem kendimi başka bir virüsten, hem de karşımdakini korumak için) söz konusu dahi olamazdı zaten.Hatta benim onu savcıya şikâyetimden sonra beni hastalık taşımak ve bulaştırmaktan dolayı dava edeceğini de yazmıştı. Savcıya söyleyeceklerini de şöyle planlamış, aynen mesajı yazıyorum: “Savcıya söylicem kelime şu kendisinin hastalıklı olduğunu benden sakladığı için aramızda tartışma çıktı taşıdığı hastalıklar HIV, hepatit C ve diğer hastalıklar” bu mesajını okuduğumda güldüm…. “Oohhhh maşallah başka taşıyabileceğim virüs, hastalık kalmamış” dedim kendi kendime…

Yunus polisler onu benden uzakta tutup, benim taksiye binmemi sağladılar. Birkaç sokak ileriden şoföre yan yola girmesini söyledim. Çünkü aracın plakasını aldığından ve peşimden geleceğinden adım gibi emindim. Yanılmamışım… 10 dk. geçmedi ki beni özel numaradan aradı ve nerede olduğumu sordu. Bu şekilde ondan kaçarak kurtulamayacağımı biliyordum. Çünkü 1 ay içerisinde Taksim civarında işimle ilgili yeni ofis kurulacaktı, bunu biliyordu ve o da beni eliyle koymuş gibi bulacaktı. Benim ileriye yönelik ve kesin bir çözüm bulmam gerekiyordu.

 

4. Bölüm

Savcılığa suç duyurumdan sonra hemen bir avukata vekâlet verdim. Avukatım müthiş bir kadın “Av. Habibe Yılmaz Kayar” Gerçekten de soyadı gibi yılmadı ve…

Bana tüm haklarımı, neyi söyleyip neyi söylememek zorunda olduğumu tek tek anlattı ve beni iyice bilgilendirdi. Güçlenmiştim… Artık korkmuyordum ve bu adama haddini bildirmek istiyordum. Hiç kimse HIV’i bahane ederek başkasını mağdur edemezdi. HIV ile yaşayanların %90’ı deşifrasyon korkusu ile haklarını arayamıyor ve geri adım atmak zorunda kalıyordu.

3 kere savcıya gittim ve bana yolladığı yüzlerce tehdit mesajlarını rica minnet kayıt altına aldırdım. Savcı bey mesajları yazma konusunda çok ayak diriyordu. Çünkü vakit alan işlerdi. Bende buna çözüm olarak; mesajları evde kendi bilgisayarımda yazıp, çıktısını alıp orada teyit ettirerek kayıt altına aldırmayı buldum.

Sapık savcılığa ‘ben bu kadınla evlenmeyi düşünüyordum ama çok sonradan – tesadüfen HIV olduğunu öğrendim ve kendisini terk ettim. Onu bırakmamı hazmedemedi ve bana bu iftiraları attı’ diye ifade vermiş.Savcılıkta bana sapığı haklı bulur bir edayla: ‘İddaname kendisine okutturuldu. Peki ……. Hanım siz ne diyorsunuz bu konuda? Adam yolladığı tüm mesajları kabul ediyor ama bütün bunları bu sebepten (HIV’den) dolayı yaptığını söylüyor. Gerçekten sizde böyle bir şey var mı? Varsa bana söyleyebilirsiniz’ dedi. Ben de:‘bakın savcı bey, konu burada HIV değil. Konu benim tehdit ediliyor ve hürriyetimin kısıtlanıyor olması. Ayrıca onun böyle bir iddiası, kendisine bir bulaş durumu varsa ispat etsin ve gitsin dava açsın. Hem siz bana bu soruyu soramazsınız. Bu benim özel kişilik bilgime girer. Size daha önce de söyledim; ben bu alanda danışmanım ve savunusu olarak çalışıyorum. Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum’ dedim. Savcıda benden aldığı bu cevaba şaşırmış, böyle kendinden emin ve haklarını bilen biri ile konuştuğunu görünce konuyu toparlamaya çalışmıştı.

Sapıkçığımın bana yolladığı bir mesajlardan bazıları:

“Eistli köpek cesaretin varsa karşıma çık kahpenin çocuğu benim savcı tanıdıklarımın olduğunu söylemişsin eisli köpek tlf açmaya cesaretin yok şerefsiz eistli köpek köşeye sıkıştın kurtuluşun yok ceza evine gireceksin eninde sonunda karşılaşcaz”

“Yemin ederim gazetelerde çıkacaksın tv çıkacaksın bu kadınlan cinsel ilişkiye girenler sağlık ocağına gitsin kendisi eistlidir diye haber olacaksın ve göreceksin”

“karşılaştığımız zaman tlf kapatabilcekmisin tlf bile açmaya cesaretin yok gene söylüyorum seni her yerde arıyoruz yanında kim olursa olsun hiç umurumda olmuycak sen bana en büyük kötülükleri yaptın bense sana canımı vermeye hazırdım”

Sayın sapık bana ulaşabilmenin tek yolunun HIV olduğunu düşünmüş ve HIV/AIDS alanında çalışan tüm kurumlara gitmişti. Benim adımı vererek “bu kadın Eyyttsslii, herkesle yatıyor ve hastalık bulaştırıyor” diye masallar anlatıyormuş. Bu akıllı bilmiyor ki ben o kurumlardaki herkesi çok iyi tanıyorum. Daha o kapıdan çıkar çıkmaz kişiler beni arayarak ‘yaaaa ……’cım, böyle böyle biri geldi. Elinde HIV testleri var. Hepsi de negatif ama ısrarla ben pozitifim diyerek senin ona hastalık bulaştırdığını söylüyor. Deli mi bu adam?’ diye bana haber ediyorlardı.

En çok Ankara’yı danışmanlık yaptığım Birleşmiş Milletler binasını aradığını öğrendiğimde şok olmuştum. Benim bağlı çalıştığım süpervizörümü aramış ve masallarını anlatmaya çalışmış. Allah’tan daha önce bu konuyu onlarla paylaşmıştım. Telefonda konuştuğu kişi sapığı hiç kaile bile almadan ‘ben bu alanda danışmalık vermiyorum. HIV konusunda danışmanlık için …………’ı arayabilirsiniz’ deyip başka bir yerin numaralarını vermiş ve telefonu kapatmış.

Dümbelek sapık İl Sağlık Müdürlüğü’ne bile gitmiş ve benim adımı bırakmaya çalışmış. Oradaki hemşire ‘burası şikayet mercii değil,sorununuzu gidip polise anlatabilirsiniz’ demiş. İyi ki 1. Bölümde bahsettiğim doktor arkadaşım da o an oradaymış. Sapık çıktıktan sonra hemşirenin yanına giderek ‘yaa o konu öyle değil, bahsettiği kızı tanıyorum ben. Bu adam kızı bir süredir taciz edip duruyordu, en sonunda kız savcılığa başvurmak zorunda kaldı’ diyerek bilgi vermiş.

Sapığın test yaptırdığını duyduğum iyi olmuştu. Nerede yaptırdığını da öğrendim ve gidip negatif olduğunu gösteren sonuçları götürüp savcılığa delil olarak işlettim. Davanın açılabilmesi için önce savcıyı ikna etmeniz gerekiyor. Böylece savcı da onun attığı iftiraların asılsız olduğunu anladı ve ‘aaa sizin söylediğiniz doğruymuş, ben hemen davayı açayım’ diyerek yargı sürecini başlatmış oldu. Onun bu yaptıkları da yanına kar kalmamalıydı, mahkemeye çıkıp cezasını almalıydı. Bana attığı tokadın ve iftiraların hesabını da vermeliydi.

Haaa esas bomba haber: Bu adamın ‘ölümle tehdit’ diye bir davası daha vardı. Başka bir kadını daha böyle tehdit ediyormuş. Savcılıkta ki o bana yardım eden katip efendi (bu da ayrı bir hikaye zaten) sayesinde kadının telefon numarasını buldum ve aradım. O kadını defalarca dövmüş. Hem de sokağın orta yerinde. Tehditleriyle delirtmiş kadını. Kadın aylardır evinden çıkamıyormuş. Psikolojisi çok bozulmuş. Ondan öğrendiklerimde şok etti beni. O kadından da önce başka birini balkondan atmış (!!!) Bacağını kırmış. Adam %100 su katılmamış saf sapık çıktı…Benim tanıdığım o iyi yürekli arkadaşım dediğim kişi böyle biri olamazdı. Tanrımmmm! nasıl bu kadar yanılmıştım. Her duyduğum yeni bilgide daha da hayrete düşüyordum.

İnanın sapığıma bu üstün çabalarından ötürü bir plaket yaptırmaya karar verdim. Adam tam dengesiz. Kandil günü bana mesaj yazıyor ve mübarek günde bana hayır duaları ediyor. Aradan 2 saat geçiyor sonra da yine bu mübarek günde bana okumadığı bela kalmıyordu… Töbe töbe yaa…

Ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacaktım artık. İsterse her yerde HIV+ olduğumu deşifre etsin umurumda değildi. Sırf kendim için değil olabilecek tüm davalar ve vakkalar için verirdim bu savaşı. Dünyayı böyle pisliklere bırakmamalıydık. Korkuyordum…. evet gerçekten korkuyordum… ama yine de dönmeyecektim davamdan…

 

5. Bölüm

Haa bir de bu arada o savcılıkta ki katip efendi de ayrı bir olay. Ne zaman işlemlerimin takibi için savcılığa gitsem lafa tutuyordu beni. İnanmayacaksınız ama bir gidişimde bana: ”anne babanız nasıllar? inşallah bir gün elimde çiçekle ellerini öpmeye gelirim” dedi. Hah bir sen eksiktin başıma…

Savcıya 3. gittiğimde iki arada bir derede bana 1 kutu kuru pasta yaptırdı verdi. Çıktığımda elimde kutu ile şööyyle bir kaldım ve ‘Allah’ım ben nereye düştüm?’ diye kendimi sorgulamaya başladım. Yağmurdan kurtulmaya çalışırken doluya mı yakalanıyordum?

Katip efendi dosyamdan cep telefon numaramı almış ve bir gün beni arayarak dava hakkında son gelişmelerle ilgili bilgilendirmişti. Gerçi o an için bu işime gelmişti.

Sonra birkaç kere daha aradı beni. Kâtip efendinin bana tek yararı ihtiyacım olan bilgilere zorlanmadan ulaşmamı sağlamasıydı. Bu sebeple adama çıkışamıyor, konuşmada sorularına sadece evet – hayırolarak kestirme cevap veriyordum.

En şok söylemi de: ‘Validem sizinle tanışmak istiyor. Çok anlattım sizi. Teşrif ederseniz el öptürmek istiyor’ demez miii… (!!!) Yuuuhhhhh devveeee….

Benim aileme elinde çiçek – çikolata geleceğini, yani bir izdivaç talebi içerisinde olduğunu ima etmişti ama….

Ayyyhhh yazı stilim de değişti. Onun yüzünden kendimi eski bir Türk filmi karesinde gibi hissettim. ‘Validem… teşrif etmek.. İzdivaç…’ falan…

Katip efendiyi anlatayım biraz size: Hazırlık kalemi dairesine girdiğiniz an gözünüze çarpar. Grand tuvalet giyinmiş, vitrin mankeni gibi. Yaka mendili ve kravatı aynı renk; Şeker pembesi. 40 yaş üstü. Bu yaşa kadar kendisine ve ailesine uygun birini bulamadığı için hiç evlenmemiş. Fanatik derecede ülkücü – milliyetçi. Yakasında Türkiye arması var. Kendini iyice kaptırmış, cep telefonu melodisini bile mehter marşı olarak atamış. Eminim buna ‘siz hangi takımı tutuyorsunuz?’ diye sorduklarında; ‘Mehter Takımı’ diyordur…

Kabalık ederek cevap yazmadığım bayram mesajı bile bir acayipti.‘Eyyy Türk uyruğu kılıcın bilene, gecen mübarek ola……’ gibi şeyler yazıyordu.. Kandillerde de yazdıkları buna benzer şeylerdi ve okuduğunuz an, Alllah Allah sesleriyle kılıç kuşanasınız geliyor. Okuduğunuzda ‘nnoolluuyoo yaaa?’ oluyorsunuz… Ben bu konuda kabalığı hiç elden bırakmadım ve hiçbir mesajına cevap yazmadım. Aman yanlış anlar, ümitlenir, elinde çikolata ve çiçeklerle kapıma dayanır diye. Sonra ben onu kapıda pembe kravatıyla görür, cinnet geçirir, çiçekleri kafasında parçalar, çikolataları da bütün, eritmeden fitil niyetine kullanır ve mehter marşı ile uğurlardım sanırım. Naa naa naahhh.. na nara… na nara… narrra…na naa naaahhh…

Allah’ım help mee lütfen yaa. Ben kısmet mısmet istemiyorum. Kapat benimşu bahtımı. Galiba sapıkları çeken özel bir yanım var. Eski kocam… bu adam…. katip efendi… Neyse ki sonradan sonraya aramayı bıraktı rahat ettim…

 

6. Bölüm

Aradan aylar geçmişti ve dava günü gelip çattığında, avukatımla birlikte 1.Sulh’ün kapısında yerimizi almıştık. Sapık şahıs gelmemişti. Eee öyle telefonlarda atıp tutmak kolay. Er meydanına çıkmak yürek ister…

Hakim de pek kabaydı:

Sen misin müşteki? Kalk bakayım sen ayağa. Devam ediyor mu tehditleri?

Evet benim. Evet ediyor

Ne yapıyor?

Telefonuma tehdit mesajları çekiyor

En son ne zaman yolladı?

2 hafta önce

2 Hafta önce dediğimde 1 Aralığa denk geliyordu. Dernek olarak gazete ve dergilere verdiğim röportajları okumuş ve benim izimi tekrar sürmeye başlamıştı. Gazete de destek hattının numarasını bulmuş ve hiç vakit kaybetmeden aramıştı. Israrla oranın neresi olduğunu öğrenmeye çalışmış. Adresi alabilseydi soluğu orada alacaktı. Allah’tan röportajı yapan gazeteci kızı aramış ve ‘böyle biri var – arayabilir – haberin olsun – sakın dernek yeriyle ilgili bilgi verme’ diye tembihlemiştim.Çünkü bunda da doğru tahmin etmişim. Sapık o kızı da aramış ve ona adımı kötüleyebilmek için her türlü yalanı söylemişti..

Hakim efendi o sıralarda yeni çıkan yasa tasarısını bilmediği için davayı nisana erteledi. Eee 4 ay geçti ve avukatım duruşma günü adliye koridorlarındaydı. Sinirlerim bozulmasın diye ben gitmedim. Duruşmanın nasıl geçtiğini öğrenmek için avukatımı aradığımda, günün çok olaylı geçtiğini öğrendim. Sanık yanında kuzeni ile gelmiş. Koridorlarda benim adımı yüksek sesle bağırarak “sen nasıl AIDS’li birini savunursun” diye cırlamışlar. Avukatıma çok feci hakaretler – küfürler etmişler. Avukatım “eğer böyle bir şey varsa kişinin özel bilgisini umuma açıklamakla, yoksa da iftira atmakla, yani her iki türlü de suç işlemiş oluyorsun” demiş. En sonunda avukatım polis çağırmak zorunda kalmış ve duruşma polis nezaretinde yapılmış. Çıkışta da polis eskort etmiş.

Bu davada da hakim her iki dosyanın (dava açan diğer kadınınki ile birlikte)incelenmesi için tekrar erteleme kararı vermiş. Sonrasında benim diğer kadınla olan dava günü saatlerini de peş peşe vermiş. Davacı kadın kendi davasına girmiş ve epeyce kavgalı dövüşlü olaylara maruz kalarak sinirlerini de iyice bozmuş.

Aradan 2 yıl geçmesine rağmen hala Taksim’den geçerken kendimi korumak için reiki veriyorum…

Mutlu son

Eğer birine dava açacaksanız 2 yıl ciddi sabırlı ve kararlı(!) olmanız gerekiyor demektir. Maalesef ülkemizde adalet çok geç tecelli ediyor.

Sayın sapık diğer kadının davasından 7 ay 10 gün ve yüz bilmem kaç YTL para cezasına çarptırıldı. Bende açtığım davada kazandım ve bir 8 ay 10 gün de benden ceza yedi. Afiyet olsun müstakbel sapık efendi…

Kızkulesiii