Ben, romantik filmlerden sonra yüzünde tatlı bir tebessüm, kalbinde, filmin sonundaki aşkı kendi hayatında da yaşayacağına inanan ve acılarla yoğrulmuş kalplerine bakmaktan kaçtıkları için, realist kimliğine bürünmüş tiplerin, “saf ve hayalperest” olarak nitelendirebilecekleri bir tipim.

“Pretty Woman”ı defalarca seyretmiş ve her seferinde de bir daha seyretmekten vazgeçmemiş; “Ghost”ta hüngür hüngür ağlamış; “The Majestic”i bilgisayarının arka planına duvar kağıdı yapmış; “10 Things I Hate About You”da Julia Stilles’ın duruluğuna ve doğallığına tapmış, “The Lord of the Rings”te Arwen’i, “Dragonlance”de Laurana’yı görünce bir “Elf prensesi” ile evlenmeyi kafaya koymuş; “Only You”da Marisa Tomei ile dansetmiş ve okulda derslerde o filmi her seferinde anlatmış; “I will always love you” şarkısını dinledikçe başka diyarlara uçmuş … ve tüm bunları hayal olarak nitelendirmeyip, o hissettiklerinin gerçekliğine sonuna kadar inanmış ve bu hislerin birçoğunu deneyimlemiş ve deneyimlemeye devam edeceğini de bilen biriyim. (Elf prensesi olayı biraz zorlayacak beni, ama…) Romantizme, romantik aşka ve romantik aşkın yaşanabileceğine sonuna kadar inanıyor, hatta inanmaktan öte biliyor ve bazen tek başıma da olsa, sonuna kadar yaşıyorum: Yaşamaktan da çok büyük keyif alıyorum, tabii bunun doruk noktası, karşılıklı olunca bulunuyor açıkçası…

Kızların romantik oldukları ve romantizmi sevdikleri söylenir durur hep, ama ben bunu söyleyen kişinin, herhalde Venüs gezegenindeki kadınları anlattığını düşünüyorum. Çevremde gördüğüm kızlar -ki illa sevgililerim olması şart değil, gözlemlediğim bir sürü kişi var-, romantik falan değiller kardeşim. Yani tamam, hemen hepsi romantik sözler duymaktan, hediyeler almaktan vs. mutlu oluyorlar, ama kızların bu noktadan sonra en büyük eksiklikleri çıkıyor ortaya; karşılık vermesini bilmiyorlar. Şimdi, karşılık verme deyince, birkaç kişi gevrek gevrek gülüp “Eee, vereceklerini veriyorlar ya kardeşim” muhabbeti yapacaktır. Hayır kardeşim, ben nasıl, onlar için, onlara “özel” bir şeyler yaratıyorsam, onlardan da, beni bana anlatacak “özel” şeyler bekliyorum. Gülümseyip teşekkür etmesi en kolayı, hatta sevişmek daha da kolayı… Ben, bana özel bir şeyler istiyorum. Aşık olduğum kişiyle, saçma sapan dünyasal güç oyunlarına girmek yerine, bizi yaratıcılığımızın doruk noktalarına vardıracak ve ruhumuzun IQ’sunu sonuna kadar zorlayacak şeyler yaratmayı istiyorum. Tabii bu, annemlerin zamanından kalma gül kurutma, sağdan soldan sözler araklayıp “Dudaklarını kalbimin içinde sonsuza kadar taşıyacağım” gibisinden kartpostal cümleleri de değil. “Bana” özel, “ona” özel, “bize” özel… Romantizm bu işte benim için… Piyasada bulunan gülleri, kalpleri tüketmek yerine; “ona” özel ve dünyada sadece bir tane olacak, “eşsiz” bir şeyi yaratma motivasyonu benim için… Tabii, karşımdaki de bana bu ilhamı verecek biri olmalı bu durumda; zaten o ilhamı alamıyorsam, kılımı bile kıpırdatmam ve ilişkinin getirecekleriyle yetinirim. Diyeceksiniz ki, o zaman neden birlikte oluyorsun? Eh, insan her zaman sırılsıklam aşık olamıyor, değil mi? Bazen, farklı ilişki türlerini de deneyimlemek durumunda kalabiliyorsunuz. Ama şunu söyleyeyim ki, sırılsıklam aşık olmak ve onun da size aynı şekilde hissettiğini bilmek gibisi yok şu alemde. Kendimi resmen atın üstündeki jokey gibi hissediyorum: Atımın adı “yaratmak”; onunla zaten güzel anlaşıyoruz, ama onu hızlandırmak için bir kırbaca ihtiyacım oluyor: İşte o kırbacın adı “aşk”. O olmadığı zaman tırıs veya biraz daha hızlısını koşuyoruz birlikte, ama “aşk kırbacı” gelince, dörtnala koşuyoruz ve neler yaratabildiğime ben de şaşıyorum. Ama lütfen, artık bu kırbacı almamda vesile olandan da az buçuk icraat göreyim yahu. Tamam, varlığı bile yeter, ama o nasıl böyle bir şey de mutlu hissediyorsa kendini, aynı şekilde hissetmek benim de hakkım değil mi?…

Eski kız arkadaşlarımdan birine hep şunu derdim: “Lütfen bana, ‘seni seviyorum’dan farklı bir şey söyle ve bu, bana ‘özel’ bir şey olsun. Evet, bana ‘seni seviyorum’ demen de bana özel bir şey, ama farklı bir şey duymak istiyorum yahu!!!”. Yanlış hatırlamıyorsam olmadı, sadece onda mı, birçok kişi de gördüm bunu. Maalesef yaratmak konusunda tembeliz, ama aslında bu konuda, tembellikten öte inançsızlığımız da başrolü oynuyor. Aşkın varlığına ve onu dolu dolu yaşayabileceğimize pek inanmıyoruz; çünkü, kendimizi sevilmeye değer varlıklar olarak görmüyoruz bile. Tutturmuşuz bir “hayatın gerçekleri” zincirini, gidiyoruz; acı çekmekten deli gibi korktuğumuz için zincirliyoruz kendimizi ve hareket edemiyoruz. Bu evrenin mucizelerle dolu olduğunu, özünde sevgi bulunduğunu ve görünen her şeyin ötesinde koskocaman bir ruhun olduğunu bilenler bile vazgeçmiyorlar o zinciri çıkartmaktan… Küçükken masallarla renkli rüyalar gören ve onların gerçekliğinden zerre kadar şüphe etmeyen bizler; artık masallara küfredip, onları lanetler konuma gelip, kalbimizi toptan kapatıyoruz. Halbuki, evrene en açık olduğumuz zaman çocukluğumuzun zamanıdır ve algıların en yoğun olduğu devir de… Algılarımız en yoğunken, evreninin masallar ve rüyalardan oluştuğunu hisseden bizler; algılarımız köreldikçe, evrenin “gerçekler” adı altındaki kırıklıklar ve acılar yumağı olduğunu düşünüyor ve çocukları “büyüyeceksin ve gerçekleri göreceksin” diye yetiştiriyoruz. Haaayııır!!! Eğer büyümek demek kendini acılara zincirlemek, dünyayı gri algılamak, yaşadığın hayatı hücre gibi görüp, ölümüne kadar gün saymaksa ve bu hayatın içinde aşk olmayacaksa … ben büyümeyi reddediyorum arkadaş!!! Ama sorumluluklarım varmış, ama vatana millete hayırlı olacakmışım, ama yuva kurup çocuk yapacakmışım, ama gerçekleri kabul etmem lazımmış… Hepsine koca bir “f.ck off!!!” Hatta Türkçesi ile koca bir “hass.ktiiirrr!!!”. Benim kendime hayrım olmayacak, vatana millete olacak ha; kendim mutsuz ve umutsuzken, bir de utanmadan çocuk yapıp, onun da hayatını karartacağım ha; sorumluluk diye bana verilen yanlış anlaşılmış hayat cümlelerini yüklenecekmişim ha; bir de bunların hepsi gerçeklermiş, bak bak bak!!! Hass.ktiiirrrr!!! Al o gerçekleri kendin yaşa derler adama… Kendi inançsızlıklarını, bana gerçek diye yutturmaya kalkma lütfen, ben kendi gerçeklerimi yaşıyor ve yaratıyorum ve bunlar sadece kendim için, başkaları için yaşamıyorum. Haa, beğenip örnek almayan isteyen olursa (örnek almak=annelerimizin beğendikleri dantel modellerini değişme işi gibi), paylaşmaktan zevk duyarım, ama hep şunu hatırlatarak: “Bu benim gerçekliğim ve kendi deneyimim; sen kendininkileri yazacaksın. Ayrıca, bu evren, kendi gerçeklerimizi yaratmamız için sana da, bana da hayda hayda yeter…”

Ben romantik aşka inanıyorum, inanmaktan öte biliyorum arkadaş. Bunu paylaştığım insanlar da oldu; kimisi sadece ilham verdi; kimisi sadece teşekkür etti; kimisi de bana aynı yaratıcılıkla karşılık verdi, ama o da çok çok kısa sürdü. Ama ne kadar sürerse sürsün, ben onun varlığını biliyorum ve rüyalara veya masallara konu olabilecek bir aşkı karşılıklı olarak yaşayabileceğimi ve yaşayacağımı da…

İşte sevgili arkadaşım, bu benim gerçekliğim… Sen kendi gerçekliğini yaratacaksın… Az önce de söyledim: Bu evren, kendi gerçekliklerimizi yaratmak ve yaşamak için sana da, bana da hayda hayda yeter… 😉
Romantizme ve aşka… 🙂