İdilce inziva sürecinde sorguladığım konulardan biri daha ? İlişkilerimiz sevgi temelli mi? Yoksa bağımlı olduklarımız var mı? Yalnız kalma korkusundan ya da başka sebeplerden aslında hiç de denk titreşmediğimiz kişilerle ilişki yürüttüğümüz oluyor mu? Ben bir şeyin özünü anlamak istediğimde genelde çocukları incelerim. Onlar henüz hala saf halde olduklarından ve toplum tarafından henüz kalıplara sokulmadıklarından ve en önemlisi yetişkinlerin taşıdığı bir çok korkuyu taşımadıkları için aslında bize olması gerekeni gösterirler. Bir çocuk sadece annesine ve bir nebze de olsa babasına bağımlıdır. Çünkü henüz kendi başına yetebilecek durumda değildir ve onların korumasına ve beslemesine ihtiyaç duyar. O yüzden onların yokluğunda huysuzlanabilir; bu normaldir. Ama çocuğun diğer tüm kurduğu ilişkiler sevgi temellidir. Hisleri de çok kuvvetli olduğu için kimin onları gerçekten sevdiğini kimin rol yaptığını hemen anlarlar. Sevildikleri ve sevdikleri kişilerle oynarlar, gülerler; sevmedikleri kişiler yaklaşınca da tepki gösterir; ağlarlar. Eminim birçoğunuz çocuklarla oyun oynamışsınızdır. Ben çok severim onlarla vakit geçirmeyi. Saatlerce oyun oynayın; bu süreç boyunca sizden sevgisini hiç esirgemez. Sarılır, öper, birlikte güler eğlenirsiniz. Sonra siz ona benim şu işim var; şimdi gitmem lazım sonra bir daha oynarız dediğinizde de tamam der oyununa geri döner ya da kendine başka oyun arkadaşı aramaya gider. Eğer henüz kodlanmadıysa hiç biri de arkanızdan ağlayıp sızlamaz. Çocuğun yetiştirme tarzına göre bunda değişiklik yaşanabilir ama örneğin bebeklere bakarsanız bunu daha net görürsünüz. Dikkatini başka bir şey çektiği anda sizin yokluğunuzu fark etmez bile. Neden sizi sevmediği için mi? Tabii ki hayır. Onlar anda yaşarlar. Oyun oynadıkları birine bağımlılık geliştirmelerine gerek yoktur hatta açıklama şansımız olsaydı bu olguyu onlara bize gülüp şu yetişkinler de pek komik derlerdi muhtemelen ? Oysa biz yetişkinler çok meraklıyızdır bağımlılığa; bağlılıkla karıştırmayalım lütfen. Hele ki birilerinin bize bağımlı olmasına. Hatta çocuklara da ilk öğrettiğimiz olgulardan biridir belki de. Özlemedin mi beni? Ya daha 3-4 gün önce görmüş zaten, neden özlesin ki. Ama özlemedim kelimesinin kötü olduğunu ve bir şekilde sevmemekle ilişkilendirildiğini hisseden çocuk bakar ki özlemezse sevdiği insan üzülüyor özlemeye başlar. Oysa her şeyde olduğu gibi özlem duygusunda da denge önemlidir.

Özlemek kelimesini ne zaman duysam aklıma Richard Bach’ın “Uzak diye bir yer yoktur” adlı kitabı gelir. “Mesafeler bizi dostlardan ayırır mı? Sevdiğimiz biri ile olmak istiyorsak zaten orada değil miyizdir?” der. Burada aslında sakın özleme demez Richard Bach; özlesen de bunu özlediğin kişiye yük bindirmeden kendi içine dönerek halledebilirsin der. Çocuk kitabı gibi görünen bu kitap aslında bir nevi çocukları büyüklerin kodlamalarından kurtarmak için yazılmıştır ? ve bence her yetişkin Richard Bach’ın tüm kitaplarını okumalıdır.

Yine maymun zihnim sevgi mi bağımlılık mı derken özleme daldım gittim ? Ama aslında çok da alakasız değiller. Sevgi temelli bir ilişkide tabii ki uzun süre görüşmeyince özlem olabilir. Evet gözlerimizi kapatıp birini düşününce onun yanında hissedebiliriz ve bilinçaltı da düş ile gerçeği ayıramadığı için gerçekmiş gibi de hissedebiliriz ama gerçek bir sarılmanın göz göze bakmanın yerini tabii ki alamaz. Bağımlı bir ilişkide ise kişi karşı taraftan bağımsız kendini düşünme eğiliminde olur. Çünkü o uzaktayken beslenemiyordur. Sevgi temelli de özlem biraz buruk ama yine de içi ısıtan bir his iken bağımlılıkta acı verici bir deneyime dönüşür. Ve karşı tarafa her fırsatta söyleme isteği gelişir. “Ben seni çok özledim” Çünkü acısını onu besleyen o enerjiyle paylaşmak; ve uzaktan da olsa bir şekilde beslenmeye devam etmek istemektedir. Tıpkı bir bebeğin acıkınca ağlaması gibi. Karşı taraf da bağımlı ilişkileri seven ve isteyen biriyse aynı şekilde cevap verip gerekeni yapar ve birbirlerini bu şekilde beslemeye devam ederler. Gereği yapılmıştır giden gittiği yerde de geride bıraktığı insanı üzdüğü için vicdan yaparak acı çeker; kalan zaten onsuz kaldığı için acı çekmektedir ve olay dengelenmiştir. Tabii bu arada gidenin gittiği yerdeki yeni sorumlulukları, duyguları, başına gelenler vb. kalan için önemli değildir. Laf olsun diye sorar ama önem vermez. Onun gittiği yerde hep mutlu olduğunu varsayar. Tıpkı bir bebeğin annesinin uykusuzluğu, hastalığı vb. umurunda olmayacağı gibi. O beslenmesine bakar. Annesi annedir ve hep güçlüdür, onun sorunu olamaz. Yegane görevi bebeğini beslemektir ? Ya da kendisine bir kişinin yokluğu bu kadar acı veriyorken, karşısındakinin kaç kişiyi özleyebiliyor olacağını düşünmez. Tıpkı bir bebeğin diğer kardeşlerinin durumuyla ilgilenmeyeceği gibi. Burada da lütfen yanlış anlama olmasın. Özlediğini söylemek de kötü bir yan yok, daha çok nasıl söylediğin ve ne sıklıkta söylediğinle ilgili. Yani kısaca karşı tarafa ne hissettirdiğin ile ilgili bir konu bu.

Şimdi ilişkilerimize, çevrenizdeki ilişkilere bir bakın lütfen. Kaçı sevgi temelli, kaçı bağımlılık? Bu bağımlılık bir kişiye olabileceği gibi genel olarak sosyal çevrenize de bağımlılık olabilir pek tabii. Hangi davranışlarımızı sadece onaylanmak, kabul görmek, çevremizdekiler tarafından sevilmek için yapıyoruz? Birilerine faydalı olmak, hayatlarına dokunmak isteğimizin temelinde ne var? Sevgi mi? Beğenilip kabul görme mi? Bunu anlamanın çok kolay bir yolu var. Örneğin aynı eylemi yapanın siz olduğu bilinmeyecek olsa bile yapar mıydınız? Lütfen dürüst olalım kendimize ? . Ben eğitim sektöründe olduğum için buradan bir örnek vereyim. Örneğin insanların hayatına dokunma amacıyla bir eğitim vereceksiniz ve çok değerli bilgiler paylaşacaksınız. Ve ücretsiz bir eğitim bu. Bu eğitimin tüm materyallerini ve nasıl anlatması gerektiğini de açıklayarak bir başkasına verebilir misiniz? Tabii bu bilginin sizin tarafınızdan verildiği bile bilinmeyecek şekilde.

Bağımlı ilişkilere sahip olup olmadığınızı anlamanın bir diğer yolu da kendinizle baş başa kalıp kalamadığınıza bakmaktır. Burada baş başa kelimesini özellikle seçtim. Evde yalnız yaşayanların bile bunu yapamadığı o kadar çok oluyor ki. Burada kastım evde tek başına olup kitap okumak, televizyon izlemek vb. değil. Tüm iletişim kanallarını kapatıp, evet sosyal medya da dahil, tamamen kendinle baş başa kalmak, kendi içine dönmek, iç sesini dinlemek, bazen kendinle yüzleşmek… Çok değil günde bir saat bunu yapabilir misiniz? Hiç denemediniz mi? 10 dakika ile başlamaya ne dersiniz? Keşfettiklerinizin sizi çok şaşırtacağının garantisini verebilirim ?. Bana bir arkadaşım bir kere sormuştu bir inzivadan bahsederken. Sıkıcı değil mi diye? Sen sıkıcı biriysen sıkıcı olur ancak demiştim ?. Sonuçta kendinle kalıp kendini keşfediyorsun.

Ekonomide model kurarken bağımlı ve bağımsız değişkenler kullanırız. Örneğin büyüme genelde bağımlı bir değişkendir çünkü bir ülkede ekonomik büyümeyi etkileyen faktörler vardır ve onlar olmadan büyüme yaşanamaz. Bağımsız değişkenler ise başka bir değişkene bağlı olmadan varlıklarını sürdürecek değişkenlerdir. Bağımlı olan bağımlı olduğu değişkenlerden birinin azalması, yok olması vb. durumlarında etkilenir ve bazen kendi varlığı bile tehlikeye girer. Oysa biz insan olarak içimizdeki yaşam gücü ile yaratıldık. Dışarıdaki faktörlere ne kadar bağımlı olursak o güçten de o kadar uzak oluruz. Bu sefer öyle bir nokta gelir ki onlarsız yaşayamayacağımızı ya da mutsuz olacağımızı düşünürüz. Oysa gücü içeriden alanların hiç böyle bir sorunu olmaz. Dışarıda fırtınalar da kopsa onlar iç dengelerini korumayı başarırlar. Burada ilişkilerden yola çıktım ama diğer değişkenler olarak para, şöhret, sigara, alkol, kısaca bağımlı olunabilecek her hangi bir olguyu koyup da okuyabilirsiniz bu paragrafı. Karar sizin bağımsız olup iç gücünüze uyanmak mı istiyorsunuz, yoksa ben bağımlılıklarımla mutluyum bana bir şey olmaz mı diyorsunuz? ?

İdil Göksel