Bir erkeğe aşık olmak için ne kadar süre gerekir? Günler mi? Gözleyerek ve tartarak geçen haftalar mı? Onu tanıyıp benliğinizi ellerine teslim etmeniz için gereken yıllar mı? Yoksa… Dakikalar mı? Olur mu hiç? İlk görüşte aşık olunur mu? Olan var… Sahiden de…
Aşık olunan erkek, şık bir selamla kadının hayatından çekilip perdeleri sımsıkı kapattığında, bıraktığı enkazı onarmak ne kadar süre ister? Birkaç günde toparlanan kadınlar gördüm. Erkeğin gidişiyle ardında bıraktığı boşluğu kapkara bir kutuya koyup herşeyin ilacı olan zamanın kucağına bırakıverenler var. Doğrulup farklı kimliklerine, işlerine, arkadaşlarına sarılıp bakışlarını o koskoca yaradan başka yöne çevirme iradesini gösterenler dimdik ayakta kalıyorlar. Ve erkek, tüm kapsayıcılığı ve karşı konulmaz bir merak uyandıran vaatkar tavırlarıyla tekrar kapılarını çaldığında, bu kadınlar, oracıkta çöken o sözde sarsılmaz kalenin yıkıntıları üzerinde oturup ağlıyorlar. Eğer unutmak günler değil de, haftalar, hatta aylar aldıysa, kapılar tekrar çalındığında karşılayan surat daha donuk, yaranın üzerindeki kabuk daha bir sert oluyor. Tüm umudu tükenmiş bir kadının dirayeti, tüm silahlarını donanıp gelen bir erkeğin gizemli çekiciliğine karşı atıl ve isteksiz kalabiliyor.
Bir adamla yeni tanıştığınızda, o henüz bir yabancıyken, ne kadar çekici olursa olsun, karşı koyma gücünüz vardır. O, sizin hayatınızı teslim almak, ruhunuzu özgürleştirip huzura kavuşturmak, sonsuza dek ait ve sahip olmanın güven veren kabullenişinin yanına kaybetme korkusunun o tatlı kramplarını ekleyip kafanızı karıştırmak, sizi korumak, size sığınmak ve en gizli hayallerinizi gerçekleştirecek gücü elinize vermek için kapınızda bekler. Ya da, siz öyle sanarsınız. Bu yabancı, tüm hal ve tavırlarıyla bir bilmece gibidir. Detaycıdır, iyi gözlemler. Meraklıdır, sizi dikkatle dinler. Siz ona anlattıkça, o kavrar ve sindirir. Size sorular sorar. Sizi yüreklendirir, değerli hissettirir; hiç hissetmediğiniz kadar… Sürprizler hazırlar, vaktinden önce… Size yardım eder, küçücük sıkıntılarınızı bir çırpıda çözer. Güçlü ve ne istediğini bilen, kimsenin yardımı olmadan hayatın içinde dimdik ve özgür gülümseyen bir kadın kadar çekici hiçbir şey yoktur bu yabancının gözünde. Sizin gücünüze ve kişiliğinize, zihninize, yaptıklarınıza, yapacaklarınıza, varlığınıza bir sürü methiye düzerek sizi yavaş yavaş sahiplenir… Ama, bir adamla yeni tanıştığınızda, o henüz bir yabancıyken, ne kadar çekici olursa olsun, karşı koyma gücünüz vardır. Karşı koymak istiyor musunuz? Emin misiniz?
Beraber vakit geçirdikçe, ortak hatıraların sayısı artıp onu daha iyi tanıdıkça içinizde yeni bir siz oluşmaya başlar. Yumuşayan dış duvarınıza yaslanıp onu zorlayan bir yapboz parçasının tüm girinti ve çıkıntılarına temas edip ona kenetlenecek bir şekil almaya başlarsınız. O tüm kilitleri açan bir anahtarsa eğer, gücünü kendi değişkenliğinden olduğu kadar, sizin uyum yeteneğinizden de almaktadır. Ona ait olmak adına şekillenip içinizde kök salan o parçanız, diğer kimliklerinizden daha baskın, ihtiyaçları daha öncelikli ve hayatınıza daha hakim bir kıvam aldığında, erkek artık sizin vazgeçilmezinizdir. En başta, “onun sizi sevebilme ihtimalini” sevmiş olan siz, artık onun sizi sevmemesi ihtimaliyle dehşete düşmektesinizdir.
Derken bir gün, “mucizeler yaratan kahraman” yorgun düşer. Yıpranmaya başlarsınız. İlk zamanlar midenizde zarif kramplar yaratan o erkek, detaylara daha az dikkat etmeye, sizi daha az aramaya, belki de sizi daha fazla eleştirmeye başlamıştır. Size uçsuz bucaksız, gizemli ve bereketli topraklar vaad ederek kalbinizi fetheden bu sevgili, söz verdiğini sandığınız tüm o mucizeleri sessiz bir anlaşmayla belirsiz bir geleceğe ertelemekte, bu anlaşmayı ne zaman kabul ettiğinden dahi haberi olmayan sizi türlü bahaneler ve kısa açıklamalarla teskin etmektedir. Anlamaya çalışırsınız, olmaz. Türlü taktikler denersiniz, işe yaramaz. Siz de daha az aramaya karar verirsiniz. Merakla, bakalım ne zaman arayacak diye beklersiniz. Aramaz. Bir mesaj var mı diye kontrol etmek için telefonu her elinize alışınızda, boş bir mesaj sayfası açıp kararsız beklersiniz. En sonunda, gücünüz ve sabrınız tükenip ilk hamleyi siz yaptığınızda, kontrolü elden bırakmamak adına takındığınız o maskenin ardındaki yenilmiş ve teslim olmuş parçanız yakayı ele verir? Kime mi? En iyi ihtimalle kendinize… O ilk hamlenin sonunda, diyeti bozup ilk çikolatayı mideye indirdikten hemen sonraki suçlu ve yenik ruh haline düşüverirsiniz. Çikolata aynı çikolatadır işte! Tadını özlemiş olsanız da, yedikten hemen sonra artık çekiciliğini kaybetmiştir.
Tüm bunları farketmez mi sanıyorsunuz? Kadınlar arasında, “erkekler duyarsızdır, siz içinizde fırtınalar yaşarken o hiçbir şeyin farkına bile varmaz” dedikodusunu hangi akıllı yaymıştır, merak ederim. Erkek, kendi açısından teşhisi koymuştur bile: “Büyü bitti. Midemde zarif kramplar yaratan o tanrıça, artık zayıflıkları ve anlamsız kaprisleriyle beni bunaltan ve bıktıran, bitmek bilmek beklentileriyle tüm sabrımı tüketen tuhaf bir mahlukata dönüştü. Oysa ilk günlerde ne kadar güçlü, kendine güvenli ve yaratıcıydı. O pozitif enerjisiyle beni kendine çekip, eşsiz dokunuşlarıyla ruhuma o hasret kaldığım huzuru, en ufak bir hareketiyle bedenime o karşı konulmaz tutkuyu, tek bir cümlesiyle bana dağları yıkıverecek gücü verirdi. Bu o kadın mı?” Değil… O kadın değil… Değişti, başkasına dönüştü. Ruhunu senin ellerine teslim edince, özgürce uçtuğu gökyüzünü terkedip senin uçsuz bucaksızmış gibi görünen altın kafesine gönüllü hapsolunca, yaşamın ve varoluşun tüm gizemini senin içinde bir yerlerde aramaya koyulup hiç farketmeden yolunu kaybedince, çocukluğundan beri biriktirip büyüttüğü tüm hayallerini senin tarlalarına bir bir ekince bu kadın değişti. Artık, o senin oldu.
Artık ilham vermeyen bir kadın ve mucizeler yaratmaktan çoktan vazgeçmiş bir erkeğin birlikteliği, birbirine dolaşıp yumak olmuş kablolara benzer. İç taraf süper iletken, dışı plastik kaplı. Arada elektrik yok. Bir zamanlar tek bir kıvılcımla birbirlerinin dünyasını ateşe verebilen Adem ve Havva, artık kendi içlerinde devinip duruyorlar. Aşk yok. Terketmek zor. Kablolar kördüğüm olmuş. Diyelim ki düğümü çözmeyi başardılar, yokolup gitmiş bir büyünün ardında bıraktığı o kalın plastik tabakayı temizleyebilecekler mi? Denemeye değer…
Ve erkek çekip gider. Kadın içine çöker… Bir nötron yıldızı gibi, çevresinde ne var ne yoksa kendine çeker, yutar, bünyesine katar. Dinlediği tüm şarkılar sanki onun yaşadıklarını anlatmaktadır. Defalarca aynı izlerin peşine düşüp terkediliş nedenini ararken, tanıştıkları andan itibaren yaşanmış her ne varsa baştan sonra tarar, yeniden anlamlandırmaya çalışır, ona öfkelenir, kendine öfkelenir, güvenini kaybeder, pişman olur, umut eder, bir umut daha bulur, onu da kaybeder, tekrar başa dönüp konuşulan herşeyi bir daha hatırlar, parçaları sayısız kombinasyonda tekrar tekrar tekrar birleştirir, birileriyle konuşur, birileriyle konuşmaktan vazgeçer, kendi içinde alev alev yanar, tükenir. Hani bir parçası vardı ya içinde… Hani o şekillenip değişen, yapboz parçasının tüm girinti ve çıkıntılarına göre yeniden biçimlenip kafasındaki sevgiliye kenetlenen, ona alışan, ona ait hisseden o parça… Yapboz parçası oradan sökülüp alındığında, kadının içindeki o boşluk bir vakum etkisi yaratır. O boşluğu doldurabilecek tek şey erkeğin geri dönüşüdür. Kadın her yolu tartar içinde… Cesaret edebildiği her yolu dener. Geri dönmemek üzere çekip giden erkek eğer biraz merhametliyse, kadından uzak durur. Aksi takdirde, kararsızlığı acımasızlık olur, deli divane eder kadını. O kadın ki, bir zamanlar erkeği kapısında bekletip tüm zekası ve içgörüsüyle olayların akışına şekil veriyordu; şimdi felç olmuş yüreğiyle gelgitlere kapılıp biçare sürükleniyor.
Tüm bu ıstırap ve tükenişin ardından, erkek bütün umut ışıklarını teker teker söndürdüğünde kadının nekahat dönemi başlar. Erkek hala hergün aklına gelmektedir, ama kadının yüreği gitgide daha az cızlamaktadır. Olaylar soğuyup eskidikçe, yapboza uygun şekillenmiş olan parça tekrar düzleşmeye başlar. Erkeği özleyen taraf yavaş yavaş silikleşir, içerideki boşluk kadının kendine has matriksiyle dolup kapanır. Aşkın ardından, alışkanlık da sönümlenmiştir işte…
Aradan uzunca bir süre geçer. İç dengesini yeniden kurmuş olan kadın, hayata kaldığı yerden devam etmektedir. Aşktan ve erkeklerden söz edilen her ortamda, kanseri yenmiş eski bir hasta edasıyla konuşur, tutkunun ve kapılıp gitmenin her türlüsünü lanetler, kadınlara çekici gelen erkeklerin hepsine potansiyel suçlu damgasını yapıştırır. O, artık bir av değildir. Dersini almıştır. Belki erkek düşmanı değildir, ama aşk düşmanıdır. Çünkü aşk, zayıflıktır…
Ona yaklaşmayı deneyen her erkeği belirli bir mesafenin ardından, kendi kurallarıyla buyur eder. Ondaki bu sarsılmaz tavır ve geniş zamanda çekilen fiillerle yüklenmiş cümleleri ne istemediğini bilen tüm erkekleri kısa sürede çevresinden uzaklaştırır. Umurunda değildir kadının. Bu vakitten sonra erkek kaprisi çekecek sabrı ve isteği yoktur. Büyük bir aşkın ardından hayatta kalmayı becerebilen çoğu kadın, kendi çapında bir karadula dönüşür.
Ve bir gün, onca zamandan sonra, terkeden erkek hiç umulmadık bir anda çıkagelir. Kadın, bir zamanlar defalarca hayalini kurup gerçekleşmesinden umudunu çoktan kestiği cümleleri dinlerken bulur kendini… Erkek, onu nereden yakalayacağını çok iyi bilmektedir. Şefkatle, temkinle yaklaşır. Açtığı yaralardan kalan izleri teker teker öper… Kadın direnir. Katı davranır. Erkek pes etmez. Onu böylesine çekici, böylesine kararlı gördükçe iştahı kabarır ve eski günlerin hatıralarına, yeni bir başlangıcın kokusunu ekler. Kadın, o yanındayken ne kadar kararlı davransa da, yalnız kaldığında karışmış kafası ile başbaşadır. Hayatında başka bir erkek vardır şimdi. Aşık olmasa da alışmaya başladığı başka bir ten, geleceğe dair planlarında yeni bir yüz vardır. Bu ikinci erkek daha tehlikesizdir. Kendinden önceki tanrının hayaletiyle başetmenin yolunu, anlayışlı ve tutarlı olmakta bulmuştur. Farkındadır ki kadın onun her davranışını mucizeler yaratıp çekip gitmiş olan o efsanevi adamla kıyaslamaktadır. Buna çok içerlese de, sabreder ve vaad ettiği güvenli suların kadına ne denli huzur verdiğini bildiği için çok yakında kendisinin vazgeçilmez olacağına inanır. İşte eski sevgili, tam da bu noktada çıkar gelir!
İşte bu noktada, hikayeyi manipüle etmekten vazgeçiyor ve kadının vereceği kararı kendi iradesine bırakıyorum. Ya küllerinden yeniden doğmayı seçecek, ya da bir bumerang gibi…