Kadın-erkek ilişkilerinde hemen hepimizin bir kez dahi olsa deneyimlediği bir durumdur değil mi bu? Partnerimizle birlikteyken, işler yolunda gitse de gitmese de, BEN olarak var oluruz da, sanki kadınlığımızı veya erkekliğimizi tam olarak ortaya koyamıyor muşuz, ya da koyduğumuz yeterli gelmiyor veya uymuyormuş gibi hissederiz.
Psikanalitik yaklaşımın, bu durum için bir açıklaması var. Bu durum ne bizim hatamız, ne de partnerimizin körlüğü. Sebep sadece, ebeveyn kalıplarındaki bir uyuşmazlık olabilir.
Freudcu yaklaşıma göre, her birimiz yaklaşık 2-3 yaşlarımızda cinsiyetimizi kavradığımız bir döneme gireriz. Bu dönemde kişi cinsiyet tanımını önündeki en temel örneklere göre oturtur: yani anne babaya göre. Kişi kadın ise anne ile, erkek ise baba ile benzerliğini fark eder ve ebeveyninin rolünü taklide başlar. Aynı şekilde karşı cins ebeveynine de, hemcinsinden edindiği taklit ile flörte yönelir. Bu flört, bizim yetişkin algımızla bildiğimiz flört değildir; daha çok bir oyun, bir eğitim safhasıdır. Anne babalar bu noktada demek istediğimi daha iyi anlayacaktır: anneyi kıskandığı için anne-baba arasına yatma davranışları sergileyen erkek çocukları, ya da “ben büyüyünce babamla evleneceğim” diyen kız çocukları bu durumun en güzel örneğidir.
Tabi dönem tamamlandıktan, yani kişi kendi cinsiyetini ve karşı cinsiyeti temel olarak tanıdıktan sonra, bir sonraki latent denilen evre ile bu dönem edinilen bilgilerin çoğu bilinçdışına itilecektir. Örneğin kız çocuğu ergenliğe geldiğinde ve sonraki yaşamında “babamı çok seviyorum” diyecektir; “evet şimdi büyüdüm, artık babamla evlenebilirim” demeyecektir. Çünkü bunun adı artık cinsiyet tanıma değil, ensest yönelim olacaktır ve yetişkin birey için bu durum – her hangi psikolojik bir sorun yoksa- iğreti edici, başkalarından duyduğunda bile mide bulandırıcı bir eylem olacaktır.
Fakat bildiğimiz gibi bilinçdışına atılan hiçbir şey yok olmamaktadır. Kadınlar için babaları gibi bir partner bulmak, erkekler için anneleri gibi bir partner bulmak eğilimi, gözle görülmese, bilinçte fark edilmese bile orada olacaktır. Bu, ne büyük bir problemdir, ne de ille de çözülmesi gereken bir eğilim. Fakat bazen, bilinçli aklımızla seçtiğimiz partnerlerle bu duruma bağlı sorunlar yaşayabiliriz.
Şöyle ki;
Partnerimize özellikle flört içeren aktivitelerde, ilişkinin başında ya da ortasında, genellikle hemcinsimiz ebeveynden aldığımız, karşı cins ebeveynimizin kabul ettiğini gözlemlediğimiz yöntemlerle yaklaşırız. Bu kimi kadın için dış görünüşüne dikkat etmek, kimi erkek için güzel sözler söylemek, kimi kadın için rekabetçi bir role bürünmek, kimi erkek için ıssız adamı oynamak olabilir. Aynı şekilde hemcins ebeveynimiz hangi yanlışlarıyla karşı cins ebeveynimiz tarafından kabul edildiyse, özellikle o noktalardan sevilmek beklentimiz de olabilir. Babamız sert bir adamsa örneğin, bir erkek olarak kız arkadaşımız tarafından kükrediğimizde de sevilmeyi özellikle bekleyebiliriz. Tecrübe ve analiz bakımından henüz yetersiz aklımız, küçükken anne-baba ilişkisinde neyi gördüysek onu otomatik olarak kaydetmiştir. Yani rolleri öğrenirken doğru-yanlış demeden her bilgiyi alırız özetle.
Dolayısıyla, insanların birbirleri arasındaki uyum kadar, bir noktada ebeveynleri arasındaki benzerlik de önemli hale gelir.Çünkü örneğin rekabetçi ve zorlayıcı bir tavrı, annesine çekici geldiğini gözlemlediği için küçükken babasından alan bir adam, babası oldukça sakin ve uysal bir kadına itici gelebilir. Keza annesi ve babası görücü usulü veya mantık evliliği yapmış bir adam, ailesi aşık olarak evlenmiş bir kadının kendisini cezbeye sokmak için ortaya koyduğu her şeye kayıtsız kalabilir. Bu da kadında “kendini kadın gibi hissetmeme”, yeterince ” kadın olamama” gibi eğilimler yaratacağı gibi, erkekte de “erkekliğinin kabul edilmemesi”, “erkekliğinin ilgi uyandırmaması” gibi hislere yol açabilir.
Normaldir. Kişi bunu farkına vararak, davranışlarını değiştirebilir. Değiştiremeyeceği yerde, birbirini suçlamaya varan gereksiz kırıcı ve yıpratıcı kavgalar yapmak yerine, durumu sakince değerlendirebilir. Dahası, sırf partnerinden, karşı cins ebeveyninden beklediği tepkiyi alamadığı için sevilmediğini düşünmek yerine, partnerinin sevgisini nasıl gösterdiğini inceleyerek, “sevilmeme, beğenilmeme” krizinden kurtulabilir.
Benzer ailelerde yetişiyor olsak da, her anne-babanın ilişkisi, yaşanan hayattan da birebir etkilenerek benzersiz bir doku kazanır. Bu her çiftin ayrı bir lehçe kullanması anlamına gelir; bizler de ilk olarak bu lehçeyi konuşuruz ilişkilerimizde. Fakat zamanla, sevgi nihayetinde tek ve evrensel bir dil olduğu için, emek ile birbirimizi anlamaya başlayabilir ve partnerimizle kendi lehçemizi oluşturabiliriz.