Bu sene yeni yıla girerken, kendimizi ailecek ödüllendirmek adına PS3 avına çıkmışken ve ne nedir, yeni teknolojiler insanlarda neyi getirir, neyi götürür geyiği yapılırken PS3 “ Home” denilen bir merete takıldı gözüm.
Bu teknolojiye göre; PS3 satın alanlar ortak ve üç boyutlu bir internet ortamına ayak basıyorlardı. Herkesin kendini tarif ettiği, olmak istediği ya da olduğu gibi görünen bir avatarı vardı. Bu avatar denilen de kısaca, 3 boyutlu internette her birimizin temsiliydi.
Play Station 3 “Home” da Sony, kendi prodüksiyonu filmlerden bazılarını ve oyunları download etme imkanı sunuyor, hep birlikte buluşulup, sinemaya, bowling partilerine, dans etmeye, sohbet etmeye ya da kendi dekorasyonunuzu yaptığınız evlere gidiliyor, kısacası elimizdeki olan dosyaları, hatta filmleri bile paylaşabilme şansımız doğuyordu. Bilmiyorum ama bana bu değişimler MSN gibi sığ bir ortamdan sonra çok göz alıcı geldi. Ancak herşeyden önemlisi bu tür faaliyetlere girilirken saç baş yoldurtmayacak bir internet bağlantısı da şart.
Bilgisayarın, özellikle lap topların yarattığı dezavantaj ise her nedense bu her bir noktadan akan milyonlarca bilgi karşısında kafa karışıklığına uğraması. Bazı PC oyunları var ki üzerlerinde “lap top friendly” yazıyor mesela. Tuhaf… Ama bilgisayarımızın aslında yazı yazmak, okumak, bunları depolamak anlamında kullanıldığını düşünürsek o zaman oyun teknolojisinin çok daha farklı olduğu kaçınılmaz.
Hatırlayanlarınız vardır, bizim nesil ilkokulu daha yeni bitirmişti ki bir arkadaşımızın evine Sinclair denilen ilk oyun bilgisayarı geldi. En büyük zevkimiz oturup onunla oynamaktı, Sinclair’in getirdiği yenilik gameboy denilen benim yine bir arkadaşımdan alıp da oynadığım, bir türlü elimden bırakmak istemediğim oyunların ev televizyonundan seyredilebilir hale gelmesiydi. Sonra, Commodore 64 denilen alete kavuştuk, “ Adventure” denilen yazma ve diyaloğa dayalı oyunlar o zamanın en karmaşık ve interaktif gerçekleşen oyunlarıydı.
Şimdiki teknolojide ise ev televizyonu kendini LCD’lere bıraktı, Playstation’dan aktarılan, dörtdörtlük grafiğe sahip oyunların oynandığı PSP’ler, Nintendo DS Lite’lar Gameboy’ların yerini aldı. Joystick ise öyle bir işlevselleşti ki mesela, Wii ile birlikte tenis oynarken tenis raketi olarak kullanılabilecek duruma geldi. Kısacası, şu dünya üzerindeki 35 yıllık yaşam son yirmi yıl içinde nelere gözlemcilik yaptı. Bir asır boyunca yaşayanın gördüğünü düşünemiyorum bile.
Bütün bu gelişmelerin yanında gözlemlediğim diğer bir konu, insanlarda teknoloji ya da yeniliğe karşı olan tepkinin aslında bilinmeze karşı ürkeklik duygusu olduğu. Hep korkarız ya, başarısızlık, tökezleme, herkes benimle alay edecek korkusu… Oysaki, hayatlarımızda başarıdan önce denemenin önemi vurgulanmış olsaydı böyle saplantılar da geliştirmezdik. Bilgisayar ortamı yok insanı yalnızlığa itiyormuş, yok sosyalleşmekten alıkoyuyormuş…
Tabi ki çocukken dışarda ip atlamak, yakan top oynamak varken evde tıkılı kalmayı anlamamak önemli, bunu şimdi çocuğumuza yansıtmak, sosyal aktivitelerle bezenmiş bir hayat sağlayabilmek de öyle. Ama şimdi kendi adımıza konuşalım, zaten kimin kimi gördüğü var ki? Dolayısıyla, bu tip teknolojiler evlerimizde geçirdiğimiz vaktin daha da zenginleşmesine, hatta daha bir sosyalleşmesine imkan sağlamıyor mu? Hayattaki hiçbir gelişmeyi ya da ürünü kötüdür, katli vaciptir! türünde değerlendirmemek lazım benim gözümde.
Çünkü eğer, çocuğunu bir kenara atıp da saatlerce oyunun, televizyonun, arkadaşınla laklağın, kitap okumanın, zevk-i sefanın… başından kalkmıyorsan, elindeki imkanı daha değerli bir şeyin aleyhine kullanıyorsun demektir. Ya da, ufaklığın verirsin eline oyunu, açarsın tv’yi karşısında hipnotize olmuştur, kayıp gidiyordur, arkadaşı kalmamıştır, gün be gün agresifleşiyordur o zaman bencilliğini sorgularsın. Ama sana ait olan vakti değerlendirirken TV’de sevdiğin iyi bir yapımı seyrediyorsan, eşinle ya da kendi başına boş zamanını bu tür bir teknolojiye verip, arada yabancı dilini de perçinliyorsan, kime ne?!
İşte tam anlamıyla gelişmeler hakkında bunları düşünürken ve yeni çıkan bu üç boyutlu MSN’yi büyük bir ilgiyle takip ederken, zaten elimin altındaki bilgisayardan da izleyebileceğim “Second Life” programını öğrendim.
İlk önce İngilizce’ye hakimiyetin oyunda kat be kat fazla insanla diyaloğa gireceğiniz anlamına geldiğini de belirtmeliyim. Genelde, girilen her ortamda dünyanın dört bir yanından gelmiş insanlar hep, birbilerine İngilizce olarak danışmaya çalışıyorlar.
Şimdiye kadar kimsenin kimseye kaba davrandığını gözlemlemedim, hatta bana istediğimiz şekle girebilmemiz, canımızın çektiği gibi görünebilmemiz ve bu yardımlaşma duyguları açısından sanki daha önceden okuduğum metafizik anlamında ölümden sonraki deneyimleri anlatan kitapları veya filmleri hatırlattı diyebilirim.
Program, yaratıcılık açısından bir çığır açıyor çünkü “Second Life”ın sahibi diye bir şey yok, herkesin ortak malı. Oyundaki alanları gerçek paramızla satın aldığımız gibi oyun içine yerleştirilmiş çeşitli faaliyetlerle de kazanabiliyoruz.
Bunları anlayabilmek için bir kere girilen her ortamda olduğu gibi önce bol bol dolaşmak, yavaş yavaş insanlarla diyaloğa girmek zorundayız. Programın kendi içindeki ürünleri haber verdiği güncesi bile var ve bunu ilk doğduğumuz yerde değil ama sonraki aşamada görüyoruz. Aklınıza gelen her şeyi, genelde kendi alanınız ve avatarınız üzerinde yaratabilme imkanınız var. Bunları öğrenebilmek için ise zamana…
Ortama ilk doğuşunuz esnasında otomatikman seçtiğiniz avatarınız ve kıyafetiniz ile başlangıç yapıyorsunuz. Daha sonra kendi avatarınızı ister kendinize yakın, ister hayalinizdeki, isterse bambaşka bir yaratığa çevirebilme serüveniniz başlıyor. Bu aşamayı geçiştirmemek lazım çünkü burası da kendi sosyal kuralları olan bir ortam. Mesela, birkaç hafta içinde başlangıç yaptığınız avatarınızı gerçekliğe yaklaştırdıkça ortama yeni girmiş olanları saç tarzından, teninden, kıyafetlerin basmakalıplığından anlamaya başlıyorsunuz.
Bana ilk olarak yıllar önceki oyun “Tomb Raider” ı hatırlattığı içindir ki hoşuma gitti ama dediğim gibi ilk anda doğulan yerde İngilizce bilmeden dolaşmak hakikaten yeni bir bebeğin emeklemeye çalışması gibi bir şey.
Bazısı, direkt kız / erkek tavlamaya geliyor. Nasıl MSN’de “Arkadaş arıyorum!” lar var, tabi ki burada da var. Kimisi, hemen daha gelir gelmez “ Abi para nasıl kazanılır ki burada şimdi?” nin peşinde.
Zira, ortamda kullanılan paranın (Linden) Dolar karşılığı bile var ama çok küçük. Aylık on dolarlık bir yatırım size oranın parasıyla 2000 lindenin üzerinde getiri sağlıyor. Linden Island’a gidip, oradaki ATM’lerden büyük firmaların pazar araştırması için yayınladıkları anketleri de yanıtlayabilirsiniz. Bunun karşılığında hemen hesabınıza para ödemesi yapılıyor ancak belli ülkeler bu istatistiklere katılabiliyor ne yazık ki.
Ev kiralayabilir, evinizi dayayıp döşeyebilir, satın alabilir, at, köpek vs… sahibi olabilirsiniz. Kısacası, kendi hayalinizdeki dünyayı orada yaratırsınız. Bu ortamda, işyeri açıp para kazanan insanların olduğunu da okudum ama yaratma aşamasında beceriklilik sanırım bayağı bir zaman ve enerji sarfiyatını da beraberinde getiriyor.
Diğer, dava konusuna gelince…Evet, burada dünyevi zevklerinizi dokunsallıktan uzak bir şekilde yaşamanız mümkün. Şu son zamanlarda Microsoft’un kurucusunun yaptığı açıklamaya göre bir beş yıl içinde bir takım şeyleri bilgisayarınızdan hissedebilir hale de gelebileceğiz. Bu çok uzak bir gelecek değil. Aslında bir yerde bu programda da öyle. Bilgisayar sanki baktığımız yeri görüyor ve avatarın baktığı noktayı o yöne çeviriyor.
Zaman geçtikçe bir sürü püf noktaları kendiliğinden gelmeye başlıyor. “Map” ve “Search” yaparak “Freebies” denilen yerden bir sürü bedava saç, ten, beden şekli, göz, giysilere ulaşıyoruz. Ayrıca, gittiğimiz farklı yerlerde de Freebie’ler olabiliyor. Bazı firmalar bir aydan küçük avatarlar için saç, ten verebiliyorlar. Bunları yapmak için de İngilizce’yi kullanamıyorsanız “ İstanbul” ve “Search” yaptığınızda gelen “ Türkiye” ye gidebilirsiniz. Zaten, Türkiye ile ilgili yerlerde bu sefer Türkçe yardımda bulunmak üzere insanlar bekliyor. Bu da sorulara yanıt olabilir.
Yine, avatarın üzerine giderek, sağ tuşla açtığınız yuvarlakta bir sürü alternatif göreceksiniz. “ Appearance” dediğinizde vücutta ve yüzde bir sürü oynamayı 360 derece döndürerek de yapabilirsiniz. Kafa şekli üzerinde çalışırken saçı yoketmenizi tavsiye ederim, böylelikle profilden, arkadan ve önden en iyi gözlemi elde edersiniz.
“ Camping” de o bildiğiniz kamping değil. Bir yerde para kazanmak amacıyla kalıyorsanız ona da “ camping” yaptınız deniyor bu dünyada.
Playstation 3 “Home” u piyasaya sürene kadar atı alan Üsküdar’ı geçmiş durumda. “Second Life” ın sunduğu ortam “Home” ile karşılaştırıldığında sürekli çökme yapan bir bilgisayardan sonra belki çok daha rahat deneyimlenebilinir ama yaratıcılığın sonsuzluğu ve ahlaki değerlerin (!) algılanması açısından “Second Life” ı geride bırakabileceğinden şüpheliyim. Bu alanda PC’ciler ve oyun konsolcular arasında gerçekleşen tatlı rekabeti de gözlemledim. Bazısına göre PC’nin önüne geçebilecek kuvvet yok.
Onu bunu bilemem de yakında adamlar ya da kadınlar evlilik akidlerini eşlerini böyle sanal bir dünyada başka avatarla basıp (!) fes ederlerse hiç şaşırmayacağım.