“…Genç çiftimizi salonumuza bekliyoruz…” cümleleriyle tamamladı anonsu yapan kişi sunumun. Dünyadaki ilk aylarımda, “Maşallah da maşallah, damat olur inşallah…” ninnileriyle başlayan evlilik ve damatlık propagandalarını, iki sözlenme, üç evlilik teklifi ve sayısız hayalle aşmış ve kendimi burada bulmuştum. Bir düğün salonunun gelin-damat odasının kapısında. Az sonra o kapıdan adım atacak ve sultanlığıma veda edecektim…
Bir an eşimle nasıl tanıştığımız aklıma geldi. Ondan bana gelen e-posta, sonra İstanbul’da ilk buluşmamız, daha o ilk buluşmada soğukta onu 45 dakika bekleyişim ve içimden “bu kızla aranızda birşeyler olursa yandın oğlum sen, çok bekleyeceksin” deyişim, sonra onunla karşılaşmamız, daha gördüğümün onuncu saniyesinde eşimin karşımda duruyor olduğunu bilişim… Sonrası daha da parça parça, İstanbul’daki anılar, tatiller, sonra evlenmeya karar verişimiz… Evlilik teklifim… Evlilik teklifim mi? Evlilik teklifim mi? Bir dakika yahu, evlilik teklif etmedim ki ben… Amanın…

“Şey, aşkım. Yani biraz geç oldu ama hani biz kendiliğimizden buralara geldik ama… Hani ben birşeyi yapmayı unutmuşum.” Gelinliğin içindeki ela gözler bana merakla bakıyordu. “Şey, benimle evlenir misin? Bunu sormayı unutmuşum da…” Ela gözler, maşallah! der gibi baktıktan sonra yanıt verdi, “Yani çocuklar bu kadar çalışmış, organizasyon yapmışlar. Hani ne diyeyim ki, evet diyeyim bari…” Böylece resmi evlilik teklifimi de yapmış oldum ve kabul edildim be, oh!

Düğün salonuna damat olarak girmenin, herhangi bir tiyatro sahnesine oyuncu olarak çıkmaktan farkı yok aslında. Yüzlerce çift göz size bakıyor ve siz bu gözlerin sadece bir kısmını tanıyorsunuz. Olayın kahramanları siz olduğunuz için, bu bakışlardan kaçabilme şansınız yok. Çıkıp ne yapmanız gerekiyorsa onu yapacaksınız. Zaten salona girer girmez, çeşitli görevliler sizi yönlendirmeye başlıyorlar. Adamlar tecrübeli tabii, heyecanlanan gençlerin nasıl şaşkına döndüklerini ve nerelerde afalladıklarını iyi biliyorlar. Mesela anonsçu “haydi dansa” deyince, birisi yanınıza yaklaşıp “siz oynamazsanız kimse oynamaz, haydi kalkın” diyor. Benim için sorun değil çıkıp oynamak, zamanında Cebeci Kampüsü’nde yüzlerce kişi önünde sahneye çıkıp göbek atmış adamım ben, ama o ana kadar bir kere olsun dansa kalktığını görmediğim eşim… Kız mecburen çıkıp oynamaya başlıyor. Allahtan salona çıkmadan önce iki kadeh içmişiz de, keyif bile alıyoruz bu süreçten.

Sıra geliyor en beklenen yere. Nikah masasına. Oturuyoruz ve eline mikrofonu alan nikah memuru başlıyor konuşmaya. Çok eğlenceli ve renkli bir adam. Her nikaha lazım bir tip. Bir ara eğilip “Ağabey, sen burada harcanıyorsun yahu!” dedim, güldü. Çok dikkat çekmiyor seyirci olduğunuzda, ama o masaya oturduğunuzda anlıyorsunuz nikah memurunun tavırlarının ve söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu. Eğlenceli bir memurla, düğüne de eğlence geliyor.

Beklenen imzayı attık az önce. Şahitlerin huzurunda karı-koca olduk. Analar babalar, teyzeler halalar ve bilumum akraba artık sizin “mürvet”inizi görmekten mesut şekilde sizlere bakıyor. Bu satırları yazarken aradan 4 sene geçtiği için, “mürvet” konusunda daha net birşeyler söylebilirim artık. “Mürvet” evlilikte değil, her ne kadar sonu evlilikle biten yüzlerce Türk filminin etkisiyle de, bunun öyle olduğuna toplum ve aileler inansa da. Evlilik, iki insan arasındaki ilişkiden başka birşey değil, hele ki sorunlara çözüm hiç değil. Nikahtan önce yaşadığınız ne sıkıntı varsa, nikahtan sonra çözülmek bir yana, katlanarak artıyor. Çünkü artık rolleriniz ve yükümlülükleriniz değişiyor. Haftasonu buluşup rahatça gezip tozduğunuz, haftaiçleri telefonla görüştüğünüz, ama akşamları kendi evine dönen ve sizi kendinizle bırakan bir kadın yok karşınızda. Siz artık aynı evdesiniz ve karşınıza daha önce ortalarda olmayan sorunlar, sorumluluklar çıkıyor: Geçim konusu, evin kirası konusu, aileleri ziyaret konusu, büyük amcayı aramayı unutmuşsunuz; darılmış; gönül alınması gerekiyor konusu, hele bir de üstüne çocuk konusu… eklenince, kuşlar kelebekler gibi özgürce uçarız, aşkımızı yaşarız diyen çiftimiz lönk diye yere yapışıveriyor. İşte bu noktada ilişkinizin ne kadar güçlü, iletişiminizin ne kadar kaliteli olduğu ortaya çıkıyor. Genellikle de ilk seneler çok zorlu geçiyor bu açılardan, çünkü evliliklerin oturması zaman ve emek istiyor. Zaten bunu yapamayacaklarına inanan çiftlerin çoğu ilk senelerde boşanıyorlar.

Aileler konusuna ayrı bir paragraf açmak şart. Eşinizin ailesi çok ama çok önemli. Eşiniz kadar ailesiyle de evleniyorsunuz çünkü. Aileler düğünde karşılaştığınız insanların çok ötesinde, bayramlarda, tatillerde, önemli olaylarda… hep beraber olacağınız kişiler. Eşinizin ailesiyle iyi anlaşıyorsanız, tadından yenmiyor, ama daha en baştan ben bu aileyle yapamam diyorsanız ve hele de eşiniz de “önce ailem” diyen bir tipse, o evlilikten pek hayır gelmez, şimdiden uyaralım. Zaten istatistiklere göre de, Türkiye’deki boşanmaların %50’sinin temelinde, aile faktörü yatıyormuş. Aman dikkat!

…Düğünün en eğlenceli yeri bu kısım herhalde, ayakta duruyor ve geleni geçeni öpüyorsunuz, her öpücüğünüzün karşılığı ya para, ya altın. Hayatınızda çalıştığınız hiçbir işte, bu kadar kısa sürede, bu kadar para kazanamazsınız. Şöyle kafayı kaldırıp bir ara bakıyorum, ohooo sıra var önümüzde ve uzayıp gidiyor, bitmesini hiç istemiyor insan. Ama bir yandan da bir süre sonra kimleri öptüğünüzü görmemeye başlıyorsunuz. Ben çocukluğumda eline mikrofon alıp “Teyzesinden şu bilezik, amcasından bir tam…” anonsları yapanları da hatırlıyorum, daha şehirli düğünlerde ise gelinle damat ellerinde küçük bir çanta ile dolaşıyorlar ve konuklar bunun içine koyuyor takacaklarını. Ben o kadar şehirli değilim sanırım, böylesi bana daha eğlenceli geliyor. Hem o ana kadar hiç yakama bir altın bilezik takılmamıştı. Ayrıca düğün esnasında çekilen videolar, sonradan delil teşkil ediyor, aile eşrafı sonradan videodan, kimin ne taktığını tespit yapıyorlar. Sizin için pek önemli olmasa da, özellikle de Anadolu düğünlerinde çok önemli bu konu. Her ne kadar şehirli Esquire erkeği olsanız bile, bu illa elinizde şampanya kadehiyle kokteyl şeklinde evleneceğiniz anlamına gelmiyor, bir Anadolu düğününe düşerseniz, videonun çok önemli olduğu aklınızdan çıkmasın.

…Halaylar çekildi, göbekler atıldı, danslar edildi ve artık yorgunluk başgösteriyor bünyede. Konuklar da birer ikişer gidiyorlar. Babama yaklaşıyorum, “Saat 11 de oldu, artık bitirsek mi, zaten çok da yorulduk” diyorum. Babam “Salon 11:30’a kadar bizim, biraz daha oynayın” diyor. Peki, babamızı mı kıracağız, oynarız biraz daha. Oynuyoruz da… Sonra fotoğraf aşaması geliyor ve sonrasında eve doğru yollanıyoruz. Aklımdaki tek şey, eve gidip duş alıp, yatağa serilmek. Gerdek mi? De git, o yorgunlukla…

Bu satırları yazarken aradan geçen 4 senenin, evliliğe dair bana neler öğrettiğini düşünüyorum tekrardan. Bir kere evlilik mutluluk getirmiyor, mutluluğu sizin ilişkiniz belirliyor. Evlilik bilakis süreci zorlaştırıyor, kolaylaştırmak yerine. Ayrıca evlilik kadar insan doğasına aykırı bir kurum yok. İnsan poligamik bir varlık, hele ki erkekler. Erkek olabildiğince çok kadınla birlikte olup, spermlerini saçmayı isteyen bir cinsiyet. Kadınlarsa bebeklerinin babalarını bilmek istiyorlar zaman içinde. Aslanlar gibi ata erklerimiz de yavaş yavaş evcilleşiyorlar mecburen ve tek kadına bağlı erkek modeli ortaya çıkıyor. Ama özümüzdeki poligamik varlık halen baki. Evlilikler bu yüzden erkekler açısından bir kat daha zor. Artık canımın istediği saatte canımın istediğini yaparım, gözüme kestirdiğim kadını tavlarım gibi. bekarlığa dair herşeye bay bay diyorsunuz. Bu da bünyenizi zorluyor. Hele bir de çocuklar işin içine girince süreç daha da zorlaşıyor. İşte o noktada, eşinizle olan iletişiminiz ve sizin ilişkiye bakışınız önem kazanıyor. Karşımdaki benim hayat arkadaşım ve birlikte elele yürüyorduk zaten, imza atması işin formalitesi, ama getirilerini de göğüsleyebiliriz diyorsanız, evliliğiniz yürüyor. Yoksa diğer türlü zaten ya boşanıyorsunuz ya da mecburi hizmet şeklinde, “çekiyorsunuz”. Bir de sık gündeme gelen, evlilik seksi öldüyor mu sorusu var ki, istisnalar haricinde, bu sorunun yanıtı, evet! Bekarken rahatsınız, ama evlenince o kadar çok faktör devreye giriyor ki sekse sıra gelmiyor. Ama yine de şunun altını çizmekte fayda var, iyi bir ilişkinin omurgası da sekse dayanıyor. Bir evlilik danışmanının söylediği üzere, ben bugüne kadar seks hayatı iyi olup da bana gelen bir tane çift görmedim, gerçeğine dikkat etmeli.

Sonuçta erkek cinsiyeti düşündüldüğünde evlilik, evli erkeklerin bekarlara “aman yapma!” dediği, ama o bekar erkeklerin de eninde sonunda evli erkek pozisyonunda bekar erkeklere “aman yapma!” diyeceği bir süreç. Evliliğin hiç de kolay bir süreç olmadığı akılda tutulmalı ve karşınızdakinden tamamiyle emin olmadığınız sürece, bu işin içine girilmemeli. Girmesi kolay, çıkması zordur. Ritmi tuttuğunuzda keyifli bir süreç olabilir, ama o ritmi bulana kadar da canınız çıkabilir.

Bunu hepimiz yaşadık, şimdi sıra sende.

(İlk Yayın: Esquire)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...