Uzun yıllar boyu gecelerinizi sadece yastığınız ve kedinize sarılarak geçirdiniz. Evet, arada sırada sabah kalkarken yanınızda başka bedenler de olduğu oluyordu; ama adı üzerinde, sadece “beden”, biraz konuşup, biraz gülüştüğünüz, biraz da seviştiğiniz; fakat daha da ötesi olmayan geçici paylaşımların öznesi… Artık evinize geldiğinizde sizi karşılayan veya sizin ondan daha önce gelip karşıladığınız, DVDlerinizi birlikte seyrettiğiniz ve sonrasında da çocuğunuz veya çocuklarınızın babası olup da yıllar ilerlese bile onu gördüğünüzde heyecanlandığınızı hissettiğiniz bir adamı arzuluyorsunuz. Yıldönümlerinizi hiç unutmayacak, size hep değer verdiğini hissettirecek, nezaketini asla elden bırakmayacak, sizden başkasına bakmayacak ve sizi dinletip anlarken ruhunuzu tamamladığını hissettirecek o kişiyi nasıl mı bulacaksınız? Hazır mısınız? Başlıyorum…
İlk Yöntem
Sabah kalkın ve ılık bir duş alın. Kendinizi iyice rahat hissedin çünkü bu çok önemli. Daralmış bir içle bu çalışmayı yapamazsınız. Duşun altında uzun uzun kalmayı ihmal etmeyin. Suyun güzelliğinin tadını iyice çıkartın. Duştan sonra da kremlenme faslınızı yine ağır ağır ve tadını çıkarta çıkarta gerçekleştirin. İyice gevşemiş olmanız çok ama çok önemli. Daha sonra da aynanın karşısına geçin ve derin derin gözlerinize bakın… Kendinizi inceleyin… Sonra da şu sözleri kendinize tekrar edin: Ben böyle bir adamı nah! bulurum…
Nasıl Yani?
Hahaha size bir ritüel sunacağımı ve siz de onu uygulayıp cuppa bu adamı bulacağınızı sanıyordunuz değil mi? Maalesef böyle kısa yoldan eşruhunuzu bulun diye bir reçete söz konusu değil, var diyen de buyursun gelsin. Evrensel sistem, öyle dünyamıza benzemez; kısa yoldan köşe dönmecilik, aydınlanmacılık, eşruh bulmacılık yoktur. Olurmuş gibi görünse bile o, kısa süren bir illüzyondan ibarettir; sonrasında daha acıtıcı şekilde patlayabilir olup bitenler. Kısa yoldan zengin olursunuz, ama bu paradan ne hayır gelir, ne mutluluk; kısa yoldan aydınlandım sanırsınız, hatta çevrenizdekilere de bu aydınlanmayı anlatmak veya satmak istersiniz, sonra bir sabah kalkarsınız ki pardon kalkmaya çalışırsınız ama yataktan bile kalkamayacak kadar çökük olduğunuzu görürsünüz; eşruhunuzu bulduğunuzu sanırsınız, adamı en yakın arkadaşınızla basarsınız… Çok mu karamsar görünüyorum? Ben sadece size işin bugüne kadar gözlemlediğim ve deneyimlediğim kısımlarını anlatıyorum. Eğer birşeylere ulaşmayı gerçekten ve derinden arzuluyorsanız, ona ulaşırsınız; ama öyle kısayollarla, reçetelerle değil. Nasıl mı? Hazır mısınız? Bu sefer gerçekten başlıyorum…
Eşruh Nedir?
Herhangi bir spiritüel içerikli kitap okuduysanız veya halihazırda spiritüel yolculuk içindeyseniz, “eşruh” kavramıyla karşılaşmamış olmanız imkansız gibidir. Ruhsal yolculuklarına başlayanlar için mola verilen ilk duraklardan birisidir “eşruhlar”. Teoride “bir ruhun kendini parçalara bölmesi ve o parçalara bölünen ruhların aynı yaşam içinde birbirleriyle karşılaşması” demektir, “eşruhların birleşmesi”. Nasıl bir anlatım ama değil mi? Off ki off. Kendi ruhunla birleşiyorsun, öyle bir kişi ki bu; ona baktığın anda bütünlendiğini hissediyorsun ve muhteşem bir aşk seni bekliyor… Anlatılanları böyle anlayıp da kitabı kapatır kapatmaz eşruhunu aramayan ve hoşlandığı ilk kişiyi de kız arkadaşlarına anlatırken “işte ben onu buldum, eşruhumu çağırdım ve geldi,” cümlelerini kullanmayanı döverler bu alemde, almayanı dövüyorlar hesabında. Ama kazın ayağı hiç de öyle değildir aslında ki zaten kısa bir süre içinde eşruhunu arayan kızımızı kafası gözü darmadağın olmuş ve ruhsallığını sorgular halde buluruz.
Halbuki eşruhlar, romantik bir konu değildir. Bir ruhun, o zaman döneminde farklı deneyimler yaşayabilmesi adına farklı kimliklerde dünyaya gelmesidir. Yani siz şu anda 35 yaşında, esmer, taş gibi bir hatun olup, bir büyük firmada kariyer yapıyor olabilirsiniz; çünkü ruhunuz yaşamı bu şekilde deneyimlemeyi seçmiştir. Ama aynı anda ruhunuz, 2012 yılında 65 yaşında demiryollarından emekli bir işçi amca olmayı da deneyimlemeyi isteyebilir ve bunu yaşar da. Tıpkı Facebook’ta birden fazla hesap açmak gibidir bu. Hepsini yöneten sizsinizdir, ama farklı farklı karakterler yansıtabilirler hesaplar. Bu durumda 35 yaşındaki taş gibi sizle, 65 yaşındaki emekli amca eşruhsunuzdur. Ne kadar romantik ve bir o kadar da karışık değil mi? Zaten spiritüel konuların en karmaşıklarından birisidir eşruhlar. Ben elimden geldiğince sadeleştirmeye çalıştım.
Karışık İşler Bunlar…
Kafanızı fazla karıştırmak niyetinde değilim, çünkü konunun ruhsal alem kısımları cidden çok karışık. Bu arada eşruhların sevgili oldukları olmaz mı? Yani bir ruh aynı yaşam dilimi içinde aşk birlikteliği yaşayamaz mı? Bunun mümkün olduğunu ve inanılmaz bir ilişki yaşandığına dair bilgiler okudum. Zaten insanları eşruhlar konusunda bu kadar alevlendiren de bu bilgilerdir. Ama yine söylenen, bu tarz birlikteliklerin çok ama çok nadir yaşanabileceği. Öyle okudum kitabı, geldim gaza, çağırdım eşruhumu, geldi koşa koşa durumunun sözkonusu olmadığını; bu hevesle sokağa fırlayıp da üzgün ve süzgün dönen yüz spiritüel kadına sorabilirsiniz. Çoğunluğu ayağından topuklusunu çıkartıp “başlarım eşruhundan…” şeklinde sizi kovalayacaktır. Tabii bu durum sizi ümitsizliğe sevk etmesin. Elbette ki bu dünyada yalnız değiliz. Ayrıca “eşruh”umuz yoksa, “eş”ruhlarımız var ki çok şükür onların sayısı bir hayli fazla…
“Eş”ruh nedir?
“Eş”ruhlar, bizlerin frekansına çok yakın ve birlikte olup evlenebileceğimiz, çoluk çocuğa karışabileceğimiz, deli gibi aşık olup yaşamımızı paylaşabileceğimiz kişilerdir. Spiritüel literatürde bunlara “özeş”ler denir, ama o literatürün açıklamalarını ben de anlamıyorum ne yalan diyeyim, bu yüzden size anlatırken “eş”ruh kavramını uydurdum.
“Eş”ruhunuz, sizi “sonsuz” aşka taşıma potansiyeline sahip, ilişki yaşayabileceğiniz, görür görmez ona vurulabileceğiniz, karı koca olabileceğiniz ve bununla birlikte ilişkinizi batırabileceğiniz de kişilerdir. Yani gayet kanlı canlı insanlardır ve frekanslarınızın uyumu nedeniyle birbirinize çekilirsiniz, ama bu sizin onunla sonsuza kadar unutulmaz bir aşk yaşayacağınızın garantisini taşıyan ilişki modeli değildir. Potansiyeli vardır, ama garantisi yoktur. (Hoş “eşruh” da bile bunun garantisi yoktur ya.) Çünkü dünyada yaşadığımız her deneyimin özünde, yaşamaktan duyulan keyifle birlikte, ruhumuzu geliştirme çabaları da yatar. Gelişiriz ve geliştiğimiz ölçüde de yaşamdan aldığımız keyif de artar.
Hayatımıza giren insanlar da evimize gelen misafirlere benzerler. Evimiz, uzun süredir havasız kalmışsa ve kokuyorsa; “üff şu pencereleri açsana!” mesajını alttan alta iletirler bizlere aslında. Pencereyi açmalıyızdır ki içeri hava yani yaşamsal enerji dolsun. İşte hayatımıza giren insanların, bizlere kapalı odalarımızı, kapılarımızı, pencerelerimizi göstermesine de “yansıtma” ya da “ayna olma” denir. Onlar bizlere kendimizi yaşamdan koparan noktaları işaret eden mesajlar getirirler; ama biz onların mesajlarını genellikle fena halde reddederiz, onlara kızarız ve kısa zaman içinde evimizden uzaklaştırmaya çalışırız. Çünkü bu yansıtmalar, bizleri sinir eden şekilde karşımıza çıkarlar. Evrensel bir temel kural vardır: Karşınızdaki kişide gördüğünüz bir hareket, sizi sinir ediyorsa, orada sorun seninle ilgilidir; eğer hareketi görüyor ama kızgınlık duymuyorsan, bu onunla ilgilidir. Bizi en geliştiren kişiler de ya ailemizdedir ya da sevgilimiz olurlar. İşte kendimizi kabullenebildiğimiz ve pencerelerimizi açabildiğimiz ölçüde o muhteşem aşk potansiyelini kinetiğe dönüştürebiliriz, ama karşımızdakiyle kapışmaya başlarsak “bu aşk burada biter ve ben çekip giderim…” şarkısını birlikte söylemeye başlarız.
Kafam Karıştı Yahu!
İçiniz daraldı değil mi? Böyle on maddelik bir onu yap, bunu yap reçetesi ne güzel olurdu hani. Bir şey söyleyeyim mi? O tarz reçeteler de işe yarayabilir aslında, ama bir süreliğine. Tıpkı başınız ağrıdığında aspirin almak gibidir bu. Adı üzerinde reçete. Sizin o anki sorununuzu çözer ama başınızın aslında neden ağrıdığının kökenini tedavi etmez. Bir süre sonra başınız yeniden ağrıyacaktır ve siz bir daha ilaç içeceksinizdir; ama sorun kökeninden çözülmeyecektir. Ben size olayı kökeninden halletmeyi anlatmaya çalışıyorum. Derinlere inmediğiniz sürece, birileri gelir, birileri gider hayatınızdan… Kalıcı olan birileri mevcut ve o kişi harika bir insan olsa bile kendinizi, “Neden mutlu olamıyorum ben?” diye sorgular bulabilirsiniz ve bir de o kişiye haksızlık ettiğinizi düşünüp üzerine suçluluk duyguları da bindirirsiniz ki kadayıfın kaymağı gibi olur, oh yarasın! O zaman hadi gelin derinlere bakalım biraz da…
Eşelemece
Konu ilişkiler olduğunda en temel sorun, beklentidir: Birisinin kapıdan parlak zırhlar içinde girip, sizi yaşadığınız hayattan, sıkıntılardan, bunalımlardan çekip çıkartacağı; kendinizin beceremediğini onun başaracağı düşüncesidir. Bu dünyada hiç kimse bunu yapamaz biliyor musunuz? Yani dünyanın en harika adamı da olsa o kişi, bu sefer ışıltısından gözleriniz kamaşacağı için kovalarsanız onu ve yine kalakalırsınız. Çünkü gözleriniz ışığa alışmamıştır bu sefer de. Sizin kendinize veremediklerinizi başkasının size verebilme olasılığı yoktur. İçinizdeki boşluğu bir başkası dolduramayacaktır asla!
Şimdi yazının girişinde söylediğim egzersizi bir daha yapalım. Duşunuzu alın, kremlenmenizi yapın, iyice gevşeyin ve aynanın karşısına geçin. Gözlerinizin içine bakarak bu sefer şu soruyu sorun: Ben, kendimle çıkar mıyım? Evet, siz olsanız kendinizle çıkar mıydınız? Hemen “Tabii ki çıkardım, var mı benim gibisi, iyihuylu, güzel, akıllı, hem de taş gibiyim!” cevabını yapıştırmayın. Onlar anne babanızın ve çevrenizin size yapıştırdığı iyi huylu görünümlü etiketler, bunların tam tersleri de vardır ve hemen “Tabii ki çıkmazdım, benim gibi lanet, huysuz, geçimsizle kim çıkar” da diyebilirsiniz. Siz ne o’sunuz, ne de bu! Bakın şimdi gözlerinize… Ama iyice derinlere… Gerçekten kendinizle birlikte olmak ister miydiniz?
İlişkiniz var ya da yok, eğer bir yalnızlık hissediyorsanız ve bu yazının başlığını görür görmez atladıysanız; kusura bakmayın kendinize verdiğiniz yanıt: “Hayır!”dır. Yalnızlık hisseden kişi, kendisiyle birlikte olamadığı için o hisle doludur. Kendisine “Hayır!” dediği için acı çekiyordur. Peki diyelim ki yanıtınız ısrarla “Evet!”, o zaman hemen ikinci sorumu soruyorum: “Bana neden kendinizle olmak isteyeceğinize dair beş tane sebep yazabilir misiniz?” Bunu gönül rahatlığıyla soruyorum, çünkü aynı soruyu kendime sorduğumda beşi çıkartamadığımı farkettim ve canım çok acıdı ne yalan söyleyeyim. Ama en azından kendime dürüst olduğum için kendime teşekkür ettim!
Yüzleşmek
Kendine dürüst olmak en temel gelişim faktörüdür biliyor musunuz? Kendinize ne kadar dürüstseniz, ruhsal aynanızda kendinize o kadar doğrudan bakabilirsiniz. Ne kadar doğrudan bakarsanız, canınızı acıtan noktaları o kadar net görürsünüz ve net gördüğünüz zaman da onu şifalandırmaya başlayabilirsiniz. Hem de bu sefer kastırmadan. Çünkü evrendeki tek şifa yöntemi, yüzleşmek yani o sorunu görüp kabullenmekten geçer. Onu kucakladığınız anda, direniş ortadan kalkar, oraya enerji akar ve şifalanmaya başlarsınız.
Yalnız mısınız? Kendinizi yalnız mı bırakıyorsunuz? Bunu kabul edin ve aynaya dönüp bakın. Kendinizi ihmal ettiniz ve kendinizden uzaklaşmak için yapmadığınız da kalmadı değil mi? Siz aslında başkasının gelip sizin hayatınızı değiştirmesini beklerken, içten içe kendi hayatınıza dokunmayı umuyordunuz değil mi? Dönün ve bakın! Emin olun canınız çok yanacaktır. Bu dünyada insanın kendisiyle yüzleşmesi kadar korktuğu ve onu zorlayan bir durum yoktur. Göreceklerinizden korkarsınız ve daha da kötüsü, yaptığınız hatalar nedeniyle kendinizin asla affedilmeyeceğine inanırsınız. Affedilmeyecek şeyler yapmışsınızdır değil mi? O derece büyük hatalardır ha! Peki güneşli bir havada sokağa çıktığınızda, güneş ışınlarınızı üzerinden kaçırıyor mu? Duşa girdiğinizde su sizden kaçıyor mu? Denizin güzelliğine bakarken, deniz sizden güzelliğini esirgiyor mu siz “suçlusunuz” diye? Evren sizi yargılamıyor, evren size suçlu muamelesi yapmıyor; bunu kendinize yapan sadece sizsiniz. Sizi affedecek, sadece sizsiniz…
Ne Alakası Var Ya Bunun “Eş”ruhlarla…
İtiraz etmeden önce dinle bayan çokbilmiş, hem de çok alakası var. Bu süreçleri yaşamadığın sürece, “gerçek” mutluluğu bulman maalesef hayal. Koray gelir, Serkan gider; gördüğünde kalbini yerinden fırlatan Hakan gelir, üç ay sonra bir bakarsın o gitmiş yerinde Serhan var… Ama sen bir türlü mutlu olamıyorsundur ve en büyük zevkin de kankalarınla buluşup birbirine gülerek manalı bakıp “Aşk nerdeysen çık dışarı” şarkıları söylemek olmuştur. İşte ben sana söylüyorum nerede olduğunu aşkın! Sen kendi içindeki aşkın sorumluluğunu üzerine alamamışsan, kendine dokunamamışsan, kendinle olamamışsan; hiç kimselere bahane de bulma, aşka inanmıyorum şarkıları da çığırma. Çatır çatır kendinle yüzleş, canını acıtacak kadar dürüst ol! Bunu yaptıktan sonra da içindeki hayattan korktuğu için herşeyi kontrol etmeye çalışan dominant teyze ipleri zaten bırakacaktır. İşte o zaman yaşam enerjisi içine akar; önce seni şifalandırır; sonra da bir bakarsın önce huzur, içinde yükselmeye başlamış; sonra da mutluluk…
Ve derken bir gün, hiç beklemediğin bir anda kapıdan içeri birisi girer… Ne parlak zırhlarla, ne de gümbür gümbür… Ama yıllardır beklediğin yol arkadaşın, “eş”indir o senin. Gelir ve elele tutuşursunuz… Birbirinize gülümsersiniz ve yola yüzünüzde gülümsemeyle devam edersiniz; hiçbir zorunluluk, şart, beklenti ve kasılma hissetmeden… “Eş”ruhunuz veya belki de “eşruh”unuz hayırlı uğurlu olsun… Sevgiler…
(İlk Yayın: Cosmopolitan)