Kulağımda, Aerosmith’ten “I don’t wanna a miss a thing” çalıyor, bu satırları yazarken… Benim için çok özel ve çok anlamlı bir şarkı… Bu şarkı eşliğinde çok özel şeyler yaşamıştım zamanında ve şu anda, onu dinlerken hissediyorum ki, gene çalmaya başladı benim için aşkın çanları ve tekrar aşık olmak üzereyim…
Ben, hayatımda derin izler bırakmış ilişkilere, hep yoğun bir aşk ve tutkuyla adım atmışımdır. Hani, iyi bir arkadaşız vardır, zamanla ilişkiye döner falan, ben de bu olmadı, daha doğrusu yaşadıklarımda da kısa sürdü; çünkü ben, içimde o yoğun aşkı ve tutkuyu hissetmezsem, ilişkiye devam edemeyenlerdenim. Benim için bu iki duygu, güvenlik ihtiyacından da, karşılıklı saygıya dayalı bir ilişkiden de vs.’den de önce gelir. Ben, altmış yaşıma gelince, Hasan Bey ile ………. Hanım’ın, birbirlerine tutkulu olmadıkları, ama birbirlerine saygı duyarak birlikteliklerini yürüttükleri bir ilişki türünü yaşamayacağım. Eğer yaşamak isteseydim, çoktan evlenmiş gitmiştim bile. Ama seçmiyorum bu yolu ve seçmeyeceğim de… Benim seçimim, her zaman “the dream”den yana olacak…
İnsanların karşısına, ilişki konusunda genelde iki tercih çıktığını gözledim ve gözlüyorum da: Birinci yol, güvenli yol; karşınızdaki insan size güvenli ve garantili bir gelecek sunuyordur: Size aşıktır, ya da seviyordur; siz ona tutku duymuyorsunuzdur, ama seviyorsunuzdur; onunla birlikte zaman geçirmek mutlu ediyordur sizi; onun sizi terk etmeyeceğinden veya aldatmayacağından eminsinizdir; iyi aile çocuğu olduğu için, aileniz de memnundur ve en kısa zamanda sizi evlendirmeye çalışırlar falan filan. Bu, deyim yerindeyse, “kıçını sağlama aldığın” bir ilişki türüdür ve hemen uzanıp alabilirsin; çünkü, çevrede bu tarz ilişkiyi yaşayabileceğin insanlar da boldur… Askerliğini yapmış, eline ekmeğini almış, artık birini bulup evlenme vakti gelmiş delikanlı/ev kızı modelinin çeşitli düzeylerde yansımalarıdır bunlar.
İkinci yol ise tehlikeli ve cesaret isteyen bir yoldur: Bu, “tutku”nun ve “the dream”in yoludur. Bu yolda karşınıza çıkacak kişiyi, öyle elinizi uzatınca bulamazsınız. Bu yol, ne kadar uzun olacağını kimsenin bilmediği ve aslında birden çok insanın karşınıza çıkıp, her biriyle muhteşem deneyimler yaşayabileceğiniz ve tepeden bakıldığında, “the dream”in yolun kendisinin olduğunu görebileceğiniz bir yoldur. Her an, her şey başınıza gelebilir ve hatta, uzun bir süre yalnız da seyahat edebilirsiniz. Karşınızdakiyle birlikte olma garantisi yoktur, ama olduğunuzda da tadına doyum yoktur. Onunla öpüşmek sizi mutlu etmez, birinci yoldakinde olduğu gibi, ruhunuzu bedeninizden havalandırıp, resmen Concorde gibi uçurur. Kulaklarınıza kan hücum eder, dudaklarınızı hissetmez olursunuz ve bitmemesi için de elinizden geleni yaparsınız. Elele tutuşup, bugün nereye gidelim diye sormazsınız; çünkü, elele tutuşmak bile yetiyordur birbirinize. Göreviniz olduğu veya ilişkinin sürmesi için yapmazsınız hiçbir şeyi, içinizden gelir ve sürekli yeni şeyler üretirsiniz onun için… Bunun adına “aşk” derler ve bu, evrenin en muazzam duygularındandır: İnsanın dişlerini parıldatır; boyunu uzatır; saçlarını dimdik eder; gözlerini mayıştırır… Benim aşkım sonradan oluşmaz; daha ilk anda, onu görür görmez fitili ateşlenir ve fitilin sonuna gelince de yoğun bir sevgi ona eklenir. Sabahları erkenden kalkarım ki, onun güzelliğini izleyip, tekrar tekrar aşık olayım ve ateşleyeyim o fitili…
İki yolun da avantajları ve dezavantajları vardır. Benim en istemeyeceğim şey, çevrenin ve korkularımın gazıyla birinci yolu seçmek ve iyi bir kızla ömrümü geçirmeye kalkmaktır; çünkü, bir sabah uyanıp, yanımdaki kişiye karşı insansı bir sevgiden öte, bir kadına duyduğum tutkuyu hissetmediğimi gördüğüm an, “Ben ne yaptım?” diyerek kendime sormak, hem kendimin, hem de onun hayatın,ı hiç hak etmediğimiz bir şekle sokacak bir durumdur. O zamana kadar onu aldatmamış olsam da, bu soruyu soracağım bir hal bile, ikimiz için de çok üzücü olur; çünkü eminim ki, o yanımdaki kişi de muhteşem bir insandır, ama “aşk ve tutku” bambaşka bir şeydir.
İkinci yolda ise işte böyle eşelenir, aranır durursunuz ve milletin diline düşersiniz, “Eee, halen bulamadın mı?” diye… 😉 Eh, nasılsa gelmek üzere, gelince hepsinin acısını çıkartacam valla. :)))
Ben seçimimi yaptım çoktan ve onun gerçekleşmesi modunu da hissetmeye başladım Aerosmith eşliğinde. Şu anda tanıdığım hiçbir kadına karşı yoğun bir aşk ve tutku hissetmediğime göre, henüz tanımadığım ve çok yakında tanışacağım biri… Haa, bir de şu var ki, benim seçimim, ikisinin arasında açtığım üçüncü bir yol. 😉 Eh, o kadar kuracalayınca bu işleri, belediyeyle de aran iyi oluyor. Ben iki yolun karmasını seçiyorum: “The dream”in yoğun aşkını ve tutkusunu, birinci yolun da uzun boyutunu… İkisi olur mu? Bal gibi de olur. Ama bunun için ikisini de deneyimlemiş olmak gerekli diye düşünüyorum. Çünkü ikisinin de, “Tamam artık, dibini buldum; bundan sonrası ne olacak?” dediğiniz bir noktası var.. Hayırlısı olsun, ne diyelim…
Bu yazıyı yazmamdaki amaç, sadece kendi hislerimi aktarmak değildi; konuştuğum birçok kişi, aynı ikilemi yaşıyor, görüyorum. Çoğu da tutku duymadıkları, ama sevdikleri sevgilileriyle, ne yapacaklarını düşünüp duruyorlar. Bilmiyorum, hiç aşk ve tutku duymadığım biriyle ömür geçirmeye çalışmak düşüncesi, bana uzak geliyor. Ayrıca şu da var ki, böyle “sevgi ve saygı dolu” “biri”yle olmayı siz seçersiniz, ama siz, “aşk ve tutku”yu seçtiğinizde, o “biri” gelip sizi gelip bulur; bir bakmışsınız ki uçuyorsunuz. O noktada da, “Uçma sakın, çakarsın sonra’ diye, sizi uyaracaklar çıkacaktır. Eh, ister dinleyin, ister dinlemeyin, siz bilirsiniz; sonuçta uçan da, çakan da sizsiniz… Bırakın, neyi yaşayacaksanız, bari köküne kadar yaşayın.
Cesur seçimler dilerim sizlere…
Don’t wanna close my eyeeessss
Don’t wanna fall asleeeeepp
Cause i missed you babe
And i don’t wanna miss a thing…