Geri döndüren gördün mü geçmişi
Boşa soldurdun o nazlı gençliği
Bir avuç toprak için yor kendini
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan… Başkası yalan…

Zaman kendine benzetmez herkesi
Hesapsız açar baharlar pembeyi
Açmadığın dalda sözün geçer mi?
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan… Başkası yalan…

Sitem etme haberi yok dağların
Gözlerini ellerinle bağladın
Faydası yok geç kalınmış figânın
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan… Başkası yalan…

yine Candan Erçetin’den…

unutuyoruz di mi “geçiciliği”…

unutuyoruz ki kapıdan çıkınca kafamıza meteor düşme olasılığı 1/2 : ya düşer ya düşmez…

unutuyoruz kaç saat ömrümüz kaldığını bilmediğimizi…

unutuyoruz, saatler değil de yıllar kalmış olsa bile sonlu olduğunu, geçici olduğunu ömrün…
yıldızların doğup ölmesinin bir iki kalp atışı sürdüğü varoluş ölçeğinde bir insan ömrü ne kadar tutuyor ki sabah doğup akşam ölen böcekle utanmadan dalga geçiyoruz?…

unutuyoruz herşeyin geçici olduğunu ve ne kadar kaldığını bilmediğimizi…

aslında unutmuyoruz, bir kulağımızın üstüne yatmak bu yaptığımız… içten içe bildiğimizden sonun geleceğini, korkuyoruz… “attığım herhangi bir adım benim sonum olabilir” diyor bir yerlerimiz ve güvenliği seçiyoruz usulca & şuursuzca : duruyoruz… dokunmak, uzanmak, tatmak, seçmek, denemek, öz katmak yerine duruyoruz…

unutuyoruz durduğumuz koltukta dururken de kafamıza meteor düşme olasılığının 1/2 olduğunu : ya düşer ya düşmez…

görmezden gelemiyoruz ama öyle yapınca da tat eksikliğini, hayatın yavanlığını… ya sövüyoruz kadere hergün, doğan günün adı var da tadı yok diye; ya da sıkılmaktan sıkılıp kıyam ediyoruz: “Takarım ezoterizmine de mistisizmine de! Yaşam kaçıyo ben algılamak için kıvranırken!” veya “Sıkıldım her akşam yatağımda bir yabancının olmasından… Sıkıldım her sabah aynada onunla bakışmaktan…” diyoruz…

hatırlatıyor bir dost : “Hayat sadece kendine karşı acımasız olanlara karşı acımasızdır”…

kıyam ediyoruz : hayatımıza gücümüze sahip çıkıyoruz. vazgeçiyoruz kader denen bilinmezi suçlamaktan… yadsımıyoruz da ama bilinmezi… basitçe “ne kadar kaldığını bilmiyorsam, elimdekinin -yani şimdimin- hakkını vererek yaşarım” diyoruz…
farkediyoruz yavan olanın hayat değil onu yaşama şeklimiz olduğunu…

farkediyoruz herhangi bir kendini-geri-çekmenin yalnızca kuşkudan ve endişeden kaynaklı olduğunu…

farkediyoruz kuşku ve endişenin yalnızca incinme korkusundan kaynaklı olduğunu…

hatırlatılıyoruz : “Korkarak yaşayanlar, hayatı sadece izlerler”…

farkediyoruz incinme korkusu yüzünden kendimizi nelerden alıkoyduğumuzu, neleri ertelediğimizi, neleri soldurduğumuzu, gözlerimizi ellerimizle nasıl bağladığımızı…

farkediyoruz ne kadar salakça şüphe ettiğimizi sunulanların değerinden…

farkediyoruz ki; fikirler sanal, olan şüphe edilmeyecek kadar kesin, ve hayat şüpheyle oyalanmaya değmeyecek kadar kısa…

ve gülümsüyoruz : işe yaradı Candan Erçetin diyoruz……

Murat Öz