Eğer çok değer verdiğim üç şey bir anda hayatımdan çıkıp gitseydi; seçtiğim üç şeyden biri oğlum, biri çok sevdiğim bir dostum ve sonuncusu sağlığımdı.
Oğlumu dünyada hiçbir şey ile kıyas edemiyorum. Dünya bir yana; ve hatta sanki kendim bile dahil, oğlum bir yana. Deselerdi ki, ‘oğlunun yaşaması için senin kalbine ihtiyacı var’, ‘kendi elimle kalbimi verirdim’ desem abartmamış olurum.İşte hayatımın böylesi bir anlamının birden bire olmaması öyle acı verici bir şey ki. Neler yaşadık ana-oğul birlikte neler. Büyüyen salt oğlum değildi; ben de onunla birlikte büyüdüm, geliştim. Hayatımın Tony’siz boş olacağını düşündüm, bir daha asla çocuk istemeyeceğimi; hani bazıları hemen ölümün ardından bir başka çocuk sahibi olur ya, ben bunu istemedim. Sık sık gözlerimi kapayıp, zamansızlıkla oğluma sarılırdım. O gün eve gittiğimde, uyuyan oğlumu öptüm. Bir şeyler elimizin altındayken sanki hiç sona ermeyecekmiş gibi düşünüyoruz; nasıl da aldanıyoruz. Oysa hayatın tek gerçeği var: Değişim. Uzakdoğu’da bunu şöyle tanımlamışlar: ‘Değişmeyen tek şey, değişimin kendisi.’
Sonra dostuma, Wolf’e, bir mail yazdım; derste yaşadıklarımı ve onu kaybetmenin bana ne kadar acı vereceğini söyledim. 62 yaşında bir adam, ve o hafta Cuma sabahı beni arayıp ‘ İstanbul’a geliyorum ‘ dedi. Bazen bir şeyler yaparken o yaptığımız şey ‘ yaptığımız son şeymiş’ gibi davrandığımızda muhteşem bir sihre bürünüyor. Yazdığım mail, son nefesini veren bir kadının maili gibiydi, sonradan fark ettim. Birkaç sene önce birlikte Çamlıca’da bir ağacın altında oturuyorduk, hafif bir rüzgar vardı. Ona demiştim ki:
‘Eğer bir zaman gelirde, olanaklarımız aynı ortamda bulunmamızı engellerse, tıpkı bu rüzgarın ağacın yapraklarını dans ettirdiği gibi, sen de gözlerini kapa ve varsay ki, bir ağacın tepesinde birlikte rüzgarla dans ediyoruz’. O gün bugün aramızda ‘Dancing Souls‘ cümlesini kullanırız. İşte Wolf’de hayatımdan çıkıverseydi ansızın, benden sadece bir göz kapamalık uzaklıkta olurdu sonsuza dek.
Son seçimim sağlığımdı. Sağlıklıyken elbette sağlığımızın değerini bilmiyoruz. Ama, eğer söz gelimi, ansızın kör olsaydım ya da yürüyemeseydim. Ben çok duyumsayan biriyim, herhalde en acı veren şey hissedememek olurdu. Bunu çok zor aşardım. Kör olsaydım asla mücadelemden vazgeçmezdim. Ama duyumsayamasaydım, felç olsaydım, yatalak olsaydım. O zaman acaba ‘ hayata devam etmenin’ bir anlamı olur muydu? Burada cevap veremiyorum.
Her durumda hayatın, getirdiği ve götürdüğü şeylerle birlikte, muhteşem olduğunu düşünüyorum. Hayatın kendimi tanımak, geliştirmek için bir olanak olduğunu varsaydığımda, içimde sonsuz bir öğrenme ve öğretme isteği var. Sanki öğrendikçe sonsuzluğa açılan bir yoldayım ve öğrettikçe o sonsuzluğun devamını sağlıyorum. Her deneyim beni daha da iyi bir eğitmen yapıyor. Her acı ve kayıp, bana acizliğimi gösteriyor ve mütevazi olmayı öğreniyorum. Her kazanç ve başarı, insan olarak ne kadar mükemmel olduğumu kanıtlıyor ve gücümü hissediyorum.
Eğer üç şeyi ateşe atsaydım.
Yüreğim çok acı çekerdi, belki bir süre isyan bile ederdim. Ama biliyorum ki, hayatımıza ne anlam veriyorsak öyle yaşıyoruz. Eninde sonunda, oynadığım tiyatroyu bir de seyirciler tarafından izleyecek cesareti bulurdum. O zaman kalan anlamlarım ve yeniden yaratacağım anlamlarım için mücade etme vakti geldiğini kabul ederdim.