Yemedin…
içmedin…
görmedin…
bilmedin…
söylemedin…
gitmedin…
kaçmadın…
yanmadın…
yakmadın…
yapmadın…
Eh bu durumda yaşamadın…
– Öyleyse ne yaptın?
İyidin, hamdoldun.
Yuvarlandın, durdun!
İşte böyle dura dura, süre süre, geçe geçe…
Ne çok şey gelir, geçer.
Ne çok şey olur da biter…
Yaptıkların seni yorar belki…
Ama yapmadıkların daha çok koyar…
Sonra da yapmamaya inandığın ve inandırıldığın ya da sadece masum bir şekilde yapmadığın şeyler, yıllar geçtikçe omuzlarına biner de biner. Bunun ağırlığıdır seni daha ağırlaştıran. Göz kenarlarındaki çizgileri artıran, hayallerine çentik attıran, hücrelerindeki adrenalini azaltan…
Arttıkça, azaldıkça…
Aslında sadece durduğunu anlarsın.
Geçen hiçbir şey yoktur.
Sadece duran bir şey vardır, akıp giden onca şeyin arasında.
Durmak, içinde hareket barındırmayan tek eylemdir.
Bu yüzden de hayat yaşandıkça, hayaller gerçekleştikçe ve daha da önemlisi gerçekleşmeye yönelik girişimler oldukça güzeldir.
Kullanılmayan bir hayat, boşa gitmiştir.
Hiç kullanılmamış bir kağıdı buruşturup çöp tenekesine atarken içi cız etmez mi insanın?
Belki de işin en pis yanı, herşeyi temiz tutma zorunluluğudur.
Oysa çizgileri, lekeleri ve kirleriyle güzedir hayat. Temiz tutmak uğruna esirgenen bir hayatın tatmini, fütursuzca kirletilenlere göre kimbilir ne kadar da eksiktir…
***
Şimdi yeni bir yıl…
Tüm sayfalar henüz bembeyaz…
O nedenle doldurmaya başlamalı sayfaları yaşayacaklarla…
Hayal, umut, plan, proje, hedef, amaç, gaye, arzu, istek gibi kendi içinde daha da çoğaltabilecek başlıkları “mazeretler dolabı” halinde yaşanamayanları tıkmak için işgal etmemek gerekir.
Unutmamalı ki, “rahibinden az kullanılmış bir hayat” yerine, “sahibinden çok kullanılmış bir hayattır” tercih sebebi.
Kaldı ki kim ne kadar sahibidir, tartışılır. Herkes bedenleriyle bir dönem kiracıdır. Ne zaman ki mekanizma durur, hayatla olan kontrat da son bulur.
İşte bu nedenle tepe tepe kullanıma hazır, tertemiz bir yıl başlamışken eller hayata….
Yaşamak isteyenlere şimdiden duyurulur.