‘Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Eskidendi çok eskiden…’

Sezen ‘fado’ gibi, insanın kılcal damarlarını ince ince sızlatan bir şarkı yapmış Murathan Mungan’ın şiirinden. Ne zaman dinlesem gözlerimin yaşına mani olamıyorum.

‘Eskiden’ sözcüğünün geçtiği tüm şiirlerde bir geçmişe dönüş arzusu olur. Ama bu sözlerin daha derinine inildiğinde asıl özlem duyulanın geçmiş değil, masumiyet olduğunu farkediyor insan. Bu şiir içimizdeki küçücük bir odada bacaklarını göğsüne çekmiş oturan o terkedilmiş çocuğa ağlıyor. Güneşte, rüzgarda ve yağmurda aynı çoşkuyla sokağa çıkan ve kuşta ve bulutta ve bakkaldan alınan şekerde doyumsuz bir sevinç payı bulan, korkunun bir masal kahramanı, yoksunluğun sokakta oynamak yerine evde ödev yapmak, hüznün dondurmasını elinden düşürmek olduğu zanneden, yaşam enerjisiyle yüklü bir çocuk var içimizde. ‘İçimizde’, çünkü o çocuk ‘dış dünya’ dediğimiz alanda yeri olmayan bir varlık. Dudağımızın üzerindeki süt izi gibi davranıyoruz masumiyetimize. Toplum içine çıkmadan önce komik görünmemek için siliyoruz. Çünkü biz masumiyetimizi yaşam içerisinde anlamlı ve yararlı kılmayı bilemiyoruz. Bu yüzden de onu sandıklara kapatıp, üstüne kilitler vurup, tabiri caizse, ‘Sokak İnsanı’ kimliğimizle günü yaşıyor ve bazı akşamlar, eskileri yad etmek için masumiyetimizi masaya oturtup, onunla iki tek atıyor, hatta omzunda ağlıyoruz. Ve bu yaşlar çoğu kez timsah gözyaşları oluyor.

”Kimse bize ihanet etmemiş
Biz kimseyi aldatmamışken
Eskidendi çoook eskiden”

İçimizdeki çocuğu saklamak değil, büyütmektir yapılacak olan belki de. ‘Ben aslında iyi bir insanım! Ama hayatın gerçekleri beni hayatta kalmak için belli alanlarda farklı bir kimliğe bürünmeye zorluyor’ gibi ifadelerin ardına sığınmak yerine, ‘İyi Bir İnsan Olmak’tan ne anladığımızı sorgulamak gerekiyor artık. Belki o muğlak ‘İYİ İNSAN’ kavramının yerine bilinçli seçimler yapan ve yaşamının sorumluluğunu kendi üstüne alan insan kavramını koymak gerekiyor.

Biz ne olmak istediysek onu olamadık bu kesin. Daha ziyade ne için çaba gösterdiysek onu olduk.

– İyi bir şarkıcı olmak istedik belki, ama bir an önce de meşhur olmak istedik. Meşhur olmak için çalıştık ve olduk. Ve belki de artık iyi bir albüm yaparak, kolay dinlenen şarkılarımıza alışkın olan hayran kitlesini kaybetmeyi göze alamayacak kadar meşhuruz.

– İşini iyi yapan bir mühendis olmak istedik belki. Ama çok da zengin olmak istedik. Küçük ama temiz işler yapan firmalar yerine adı büyük amaçları küçük firmalara girmeyi tercih ettik. Belki büyük işlere imza attık ama aynada gördüğümüz adamı giderek sevmez olduk.

– Büyük bir aşk yaşamak istedik. Bir insanı kendisi olduğu için sevdik. Ama bize birlikte yaşanması zor gelen bir sürü de yanı vardı o insanın. Tuttuk onu bir eve kapattık önce, sonra da kafamıza göre ehlileştirmeye koyulduk. Güzel mobilyalarla döşeli yatak odamızda, sırtlarımızı dönüp yatmaya başladık sonra. Beni eskisi gibi sevmiyorsun diye kavgalar çıkarttık. Ehlileştirilmiş bir aşkın, asla ilk zamanki tadı vermeyeceğini çok geç anladık.

– İnsanlığa hizmet veren bir doktor olmak istedik. Uzmanlaştık. Muayenehanemiz dolup taşmaya başladı hastayla. Çeşme akarken dolduracaksın muhterem dedik. Giderek 10-15 dakikaya düştü hastayla görüşme sürelerimiz. Ve fiyatımız, bize ihtiyacı olan birçok garibanın ödeyemeyeceği kadar arttı. Diyemedik ki, haftada bir günümü yoksullara ayıracağım. Gideceğim, fakir bir semtteki küçük bir klinikte, para almadan çalışacağım. Bu sene de Avrupa’da tatil yapmamayı göze alamadık.

Biz neyin bedelini ödemeye hazırsak, onun sahibi olduk. Ne bir eksiğinin ne bir fazlasının.

Masumiyet bize başlangıç için verilmiş bir hediyeydi. Biz onu çalışkanlık, sabır, özveri, kararlılık, alçakgönüllülük, tok gözlülük, kendine güven, yaşama saygı, aldığımız nefesin ve içtiğimiz suyun hakkını vermeye özen gibi faziletlerle destekleyemediğimiz için koruyamadık. Mihnetten kaçtık biz, nimete odaklandık.

Böyle hüzünlü şarkılar dinleyince de, hep başkalarını suçladık; bize fırsat vermeyenleri, yolumuza taş koyanları, kötü örnek olanları, kıskananları, iftira edenleri…

Özlü sözler yolladık e-postalarla. Bu özlü sözleri söyleyen insanların yaşamlarına hiç bakmadık. Onun yerine, aynaya baktık, cebimize baktık, kartvizitin üstünde yazan tanıma baktık, rahatımıza baktık, işimize baktık.

Göğe bakmalıydık oysa… Uçsuz bucaksız göklerin ihtişamı altında ne kadar küçük ama ne kadar anlamlı durduğumuza bakmalıydık. İçimizdeki masum küçük çocuğun elinden tutup, yürümeliydik yolda. Ona bile bile, seve seve yolunu seçmeyi öğretmeliydik. Yaşamı herşeye rağmen sevmeyi ve herşeye rağmen doğru bildiğini yapmayı öğretmeliydik.

O zaman bu kadar incitmezdi bizi şarkılar. O zaman kalbimizi elimize alıp gururla yürüyebilir ve düşsek de kendi başımıza kalkıp devam etmeyi başarabilirdik.

Belki de hala çok geç değildir…

Alef Berfin

Alef Berfin bir mahlas... Alef ruhun nefesidir. Berfin ise kar tanesidir - evrendeki en hayranlık uyandırıcı tasarımlardan biri Ben bütün varlıkların ruhun nefesinden bir yansıma olduğuna ve muhteşem tasarımlar olduğumuza inanıyorum. Yaşamın kendimize doğru yürünen bir yol olduğunu düşünüyorum. Yazılarımda kendi deneyimlerimden yansımalar olacak. Biraz da hayalgücü...