Çocukluğumu paylaştığım tek evcilik arkadaşıma düğün hediyem, herşey adına…

İnsafsızsın!

Yalancısın!

Söz vermiştin!

Gitmeyecektin!

 

Sen şimdi beni bırakıp gidiyor musun? Sen şimdi başka birinin mi oluyorsun? Yıllar önce kurduğumuz hayallerin birini gerçekleştiriyor musun? Beni bırakıyor musun arkadaşım? Hani yalan yoktu, hani gitmek yoktu? Hani bulmuşken yeniden kaybedemezdik birbirimizi? Sen insafsızsın be kızım! Evleniyorsun öyle mi? Gidiyorsun uzağa öyle mi?

 

          Tuğba ip atlamaya gelsene hadi.

          Tamam annemden izin alayım geliyorum.

          Tamam bekliyorum. Allahım lütfen annesi izin versin gelmesine!

 

Böyle başlamadı mı seninle aramızdaki sevgi. Bir ipin üzerinde sayı sayarak ve aynı ipte yürümeye çalışarak! Sen o günden beri benim en ‘eski’ arkadaşım olma hakkına erişmedin mi? Şimdi nereye!

 

          Çisel aşağı gelsene evcilik oynayalım.

          Tamam geliyorum.

          Yaşasın!

 

Ne kadar da coşkuluyduk o günlerde. Şimdi omzuma başını koyup ağladığını görmek kahrediyor bir şeyleri. Ne kadar da hayat bizden yanaydı o zamanlar. Şimdi kimden yana?

 

          Tuğba hadi bana gel çay içelim.

          Tamam geliyorum, evi bir toplayayım.

          Tamam ama geç kalma. Bekliyorum çay hazır.

 
 

Büyüdük mü ne şimdilerde? Uzun zamandır mı çay içiyoruz seninle? Çayı annelerimiz içmez miydi ve biz kaçıp bahçede oyunlar oynamaz mıydık? Ne zaman büyüdük arkadaşım? Neden büyüdük!

 

          Çisel dışarı çıkalım mı canım sıkkın?

          Tamam geliyorum hemen ne oldu?

          Bildiğin gibi sıkıldım işte yine.

          Tamam üzülme ne olur geliyorum.

 

Bak! Şimdi acıların üzerinde oynuyoruz hayatımızla. Sen başka şeylerin acısını çekiyorsun ben başka! Artık oyun vakti geçmiş haberimiz yok. Oysa ben hala seksek sevdasındayım. Sen de ip atlamayı severdin. Şimdi?

 

          Çisel ben evleniyorum.

          Ne? Ne dedin sen?

          Ben evleniyorum!

          Beni bırakıyor musun yani, gidiyor musun?

 

Bak! Ne kadar da bencilim. Oysa sen mutlu oluyorsun. Evlenecek ve sevdiğin adama ait olacaksın! Ama ben seninle oyun oynadığımız, omuzlaştığımız günler geride kalacak diye korkuyorum. Oysa biliyorum ki sen asla bitmeyeceksin. Ben de! Ama korkuyorum. Evleniyorsun ve senin için seviniyor kendim için üzülüyorum!

 

          Tuğba ne zaman gideceksin?

          2004 olacak herhalde arkadaşım.

          Ne? O kadar erken mi?

 

Oysa daha 2 sene vardı gitmene. Kimbilir neler yapabilirdik seninle o zamana kadar. 2004 geldi! Zaman insafsız arkadaşım, zaman vicdansız…  Gitmeni erteledikçe, günü uzakta bildikçe o durmadan tükendi, durmadan yaklaştı yanıma kabus gibi. Şimdi birkaç hafta sonra gidiyor olacaksın. Sana el sallayacağım. Uçacaksın. Ağlayamayacağım. Ne zaman ağladım ki. Bembeyaz olacaksın. Mutlu olacaksın. Ben ağlamayacağım ama içimi de susturamayacağım. Haksızlık bu!

 

Kızlar hep söz verirlermiş birbirlerine çocukken, ‘biz ileride aynı gün evlenelim, aynı gün çocuk doğuralım, aynı yerlerde oturalım, kocalarımız arkadaş olsunlar’ diye. Benim yüzümden olmadı! Aynı gün olmadı ne yazık ki. Hiç niyetim yoktu. Seni yalnız bıraktım. Gideceğine inanmıyorum hala. İnanmayı reddediyorum. Sen gelin olamazsın. Beni yalnız bırakamazsın!

 

          Çisel şu bohçayı da verir misin bana? İçine ne koysak bunun? Sence hangisi?

 


Bu soruyu sorduğun gün ve bohçaları kurdelelerle bağladığımız gün gerçek yüzüme çarpıldı. Gidiyordun işte, gelin olacaktın, çocukluk elbiselerini üzerinden atıp beyazlar giyecektin. Evleniyorsun! Biliyorum mutlusun.

 

O gün o bohçaları yaparken ağlamak bile istemedim, boğazımdaki tıkanıklığı çıkaramadım. Hem çok sevinçli hem de çok üzgündüm. Seninle geçirdiğimiz 17 yıldan sonra kaleyi ilk terkeden sen oluyorsun. Şimdi seni hep söylendiği gibi  yepyeni bir hayat bekliyor. İyisiyle! Bambaşka bir şehirde, bambaşka bir hayat kuracaksın. İçinde ayrılık simgesi barındıran her şeyden nefret ettiğimi bilirsin. Silahtan, uçaktan, duvaktan! Duvak gelin demektir. Gelin şu anda sen demeksin bana göre. Sen demek ben demek. Senin gitmen demek benim yalnız kalmam demek. Bu ayrılık demek. Ne çok kavgamız oldu. Çocuktuk. Apartmanın duvarlarına neler yazardık. Yüz yüze bakmazdık. Kızardık ama hemen de barışırdık. Yıllarca birbirimizi kırmadan, eksiltmeden büyüdük. Seni tanımak, seninle çocukluğumu paylaşmak benim için çok önemli ve özeldi. Hafızama mıh gibi yerleştin ve gelin bile olsan oradan çıkmayacaksın. Artık sana gelip çay içmek için birkaç yüz km aşmam gerekecek. Feda olsun! Artık seninle dertleşmek için telefon gibi bir saçmalığa direnmem ve sadece sesinle yetinmem gerekecek. Tanrı o gücü bize verecek! Artık omzumda ağlaman için yanıma gelmen gerekecek. Geleceksin biliyorum. Yollar gitgide bize kısa gelecek! Kemal’e diyeceksin ki ‘ben Çisel’i özledim. Beni Ona götür’ Kemal seni bana getirecek. Sen dediysen yapacak! Seni buradan alıp götürüyorsa bunu da yapacak! Ona bu kadar güvenmeseydim omzumda sana destek olmazdım inan bana! Seni Ona bu kadar kolay emanet etmezdim.

 

Yıllarca yanımda olduğunu bilerek, 4 kat üzerimde uyuduğunu bilerek huzurla yaşadım. Bundan sonra da seni bana istediğimiz anda getireceğini bildiğim bir adama güvenerek huzurla yaşamak istiyorum. Seni incitmesin, seni ağlatmasın yeter! Aramızdaki iletişimi bilmiyor, orada ağlasan duyarım, gözümden yaş akar burada bilmiyor, bağırsa sana, kulağım çınlar, içim acır bilmiyor, sussan, arayıp sormasan, saklasan kalbim sızlar, uykum kabusa döner bilmiyor! O yüzden açık oynayın kartlarınızı bana! Hiçbir zaman senin gibi içten sarılamadım sana, hiçbir zaman senin kadar paylaşamadım içimdekileri ama seninle öyle bir dilde buluştuk ki ne zaman sussam sen anlattın içimdekileri, ne zaman dursam benim yerime sen yürüdün!

 

Biliyorum hayatı, biliyorum ki bizim okuduğumuz masallar gibi değil dünya. Bahçede çimlerden yemekler yapar sonra da bebeklerimize yedirirdik, üzerine de kırmızı, pembe plastik bardaklardan kahve yapar içerdik. Hayali bile güzeldi. O olmayan kahvenin kokusu gerçekti. O yenmeyen çimden yemekler seninle lezzetliydi, uyumayan bebeklerimiz, ‘çoluk çocuk’ sohbetlerimiz gerçekti! Seninle çocukluğumun bir anısı var şimdi, seninle genç kızlığımın da bir anısı var ve seninle kadınlığın, anneanneliğin, babaanneliğin, ahretliğin bile bir anlamı olacak! Biliyorum, sen mezarıma gelecek ilk arkadaşım olacaksın. Benden önce evlendin ama benden sonraya kalacaksın! İzin vermeyeceğim yıllar sonra yakaladığın bir mutluluğun bitmesine, Tanrı bile olsa seni o huzurdan kimsenin almasına da izin vermeyeceğim. Mutluluğunun en büyük bekçisi ben olacağım. Biliyorum arkadaşım, imzayı attığın anda etrafımdakilerden deliler gibi utanıp ağlamayı erteleyeceğim ama bundan sonra kapını çalmak istediğimde ve senin olmadığını hatırladığımda evimin kapısı ile merdiven arasında ağlayacağım. Evcilik oynadığımız bahçede, ip atladığımız asfaltta, çay içtiğimiz odada… Seni bana hatırlatan her yerde ağlayacağım herhalde. Yine de güvenme bana… Yine satabilirim seni bu konuda. Arabesk anlamını bulacak belki de, ‘gelin olmuş gidiyorsun bana veda ediyorsun’ diye söylenip duracağım sana. Telefona sarılıp kocacığınla akşam yemeğini böleceğim belki de. Özledim seni diyeceğim bir tek! Çok özledim! Düğün ve cenaze gibi bir şey yaşadığım. Bir yanım uçurtma bayramlarında bir yanım kıvranışta.

 

Beni bırakma diyemem. Kal ve hep çocuk kalalım diyemem. Lakin ikimizde ‘evde kalacak’ kadar yaşlandık artık. Gülme, öyle! Unutma da diyemem, unutmayacağını bildiğim için. Sen benim ilk arkadaşımsın! Dostumsun. Kızımsın! Ağlama sakın! O gün düğünde sen de ağlama. İmzayı atınca sakın bana bakma. Kaçmış olabilirim. En güzel anını kaçırmış olabilirim, o yüzden sakın bakma bana o gün. Ben şeker dağıtıp, çiçeğini tutacağım. Ha sakın o çiçeği de bana atma! Ben senin gibi deli değilim. Evlenmek cesaret işidir, ben o kadar cesaretli de değilim. Aşk işidir! Ben aşk kadını da değilim! Sakın bakma! Sana altın falan takamam, yakana ayrılık yapıştıramam. Sarılıp sana ‘hoşçakal’ diyemem. Kemal’e birkaç şey söyleyebilirim o kadar.

 

“Hep derler ya Kemal, iyi bak Ona. Bu sözü ciddiye al, kendine de ona da iyi bak. sen iyi ol ki O da olsun. Sen ayakta dur ki O da dursun. Bir hayat kurduğunuzu ve yeniden doğmuş olduğunuzu unutma. İlk kavganızda bu sözleri hatırla. Sonrasında da hep bunları hatırla. Yeni doğduğunuzu, beraber büyüyeceğinizi, annesiz, babasız olduğunuzu, ağlayınca, diziniz kanayınca bir tek birbirinize koşabileceğinizi unutmayın. Sen O olmayı başar, O da sen. Siz ‘biz’ olmayı başarmalısınız. Tekil değil çoğul olmalısınız. O eve girdikten sonra anne ve babalarınızı sadece saygıyla anın. Birbirinizin önüne koymayın. Yaşadığınız her anın hakkını verin, tadını çıkarın. Çünkü bak Kemal, hayat Tuğba ve bana sonsuza dek evcilik oynama hakkını vermedi, oysa biz çok eğleniyorduk. Ama size bu hak tanındı. Biliyorum şimdiki bizler sonsuza dek bir şeyleri yaşatmayı beceremiyoruz ama size bu hak tanındı işte. Sonsuza dek beraber olmak için ve evcilik oynayıp eğlenmek için bir şansınız var. Seni kıskanıyorum Kemal. Bu şansı bana yeniden tanısalardı asla zaman kaybetmezdim. Pişmanlık gibisi yok, bir şeyleri eksiltmek gibisi yok. Onlar kadar kötüsü yok! Ben Onu incitmemek için omzumda taşıdım hep, sende öyle taşı benden sonra. Bayrağı sen devraldın arkadaşım. O seni hayatını paylaşacak kadar çok seviyor ve Onun yaşadığı bir hayatı paylaşmak gerçekten de aşk istiyor. Olanı görüyorum. Aranızdakini biliyorum. Birbirinize hep ilk gün ki gibi bakmayı deneyin. Bir gün tıkansanız bile zamane gençleri gibi soluğu bir mahkemede bulmayın. Bir çorba yapmanın cinsiyeti olmaz hayatta. Görev kadına ya da erkeğe göre ayrılmaz. Görev ancak paylaşılır. Paylaşın. Beraber ağlamadıkça beraber gülemezsiniz. Lütfen birbirinizi hep anlayın!”

 

Böyle derdim. Bunların birini bile söyleyeceğim biri olmadı hayatımda ve senin de deyiminle evde kaldım. Gülme, öyle!
 

Bundan son derece mutluyum ben sıramı sana verdim. Bildiklerimi sana saydım. Şayet olursa bir gün o zaman da sen bana yazarsın bunları. Gülümsüyorum. Hayır, kahkaha atıyorum şu anda. Gidişini neşelendirmeye çalışıyorum. Hayatım boyunca senin gibi birini tanımayacağım. Ben senin kadar sabırlı değilim. Hiç olmadım! Şu anda evinde olan herşeyin üzerinde emeğin var. Bunu herkes yapamazdı. Sen aşkını bile işledin. Bu, çeyizden daha da kutsaldı.


O gün bana bakma, o gün çiçeği bana atma, o gün sakın ağlama! Hani hatırlıyor musun sana ‘gül biraz bak evleniyorsun’ dediğimde ‘baba evi Çisel, o kadar kolay mı’ demiştin. Bana ‘gül biraz, evleniyorum çisel’ diyeceksin ve ben de şöyle diyeceğim ‘gidiyorsun kızım, o kadar kolay mı!’.

 

İkinize de sonsuza dek sürecek bir ‘evcilik’ diliyorum. İkinizi de özleyeceğim. Herşey için, çocukluğumuz, gençliğimiz ve dostluğumuz için teşekkür ediyorum sana! Sen benim en büyük kazancım, en büyük kayıbım oldun. İkisi bir arada zor aslında ama seni dostum olarak değil, annen kadar, baban kadar, Kemal kadar çok seviyorum!

Sen benim ilk arkadaşımsın!

En önemli parçamsın!

Yıllarımızın tadı damağımda kaldı,

Ağlayacak bir şey yok bu sadece ayrılık…

O masadan imzanı atıp kalktığında ve gözlerinin ışığını gördüğümde acım dinecek ve diyeceğim ki;

 

‘BİR ÖMÜR YETER BANA BU ARMAĞAN ÖLSEM DE GAM YEMEM ARTIK!’