Kendimi bildim bileli dövme yaptırmak istemişimdir. Tıpkı kendimi bildim bileli seyahat etmek ve yurt dışında yaşamak istediğim gibi. Sebeplerini hala bilemiyorum; belki genlerimde olan bir şeydir. Belki de öncelerden kalan bir asilik veya baş kaldırmadır.
Tuhaf değil mi, dövme hemen herkes için bir başkaldırma sembolüdür. Oysa ben dövmeyi hep aşk ile özdeşleştirmişimdir. “Günün birinde o kadar çok seveceğim ki, tüm özgürlüğüme ve asiliğime rağmen o derinden gelen ait olma güdümü tatmin için dövme yaptıracağım, sevdiğim adamı simgeleyen bir dövme.” Evet, hep böyle düşlemiştim.
Dövme yaptırmak birkaç sene önce Viyana’da nasip oldu. Aslında dedim ya, her zaman aklımda olan bir şeydi. Hatırlıyorum günlerce ne yaptırmak istediğimi düşünmüştüm. Sonra aniden, bir gece gökyüzüne bakarken, yıldızın beni sembolize edeceğini düşünmüştüm. Yıldız… Hem yıldızlar kadar yakındım insanlara, hem de iç dünyamda bir o kadar uzak herkesten. Hem sıcacık gelen biriydim insanlara, hem de buz gibi . Yıldız benim ikilemlerimdi, sonsuzluktu, yanılsamalardı hayattaki… Varken yok olan ve yokken varmış gibi görünen. Yıldız benim için hayatın göreceliğiydi. Hayatın anlamsızlığıydı yıldız ve karanlıkları aydınlatan umut aynı zamanda. Renklerine de karar vermiştim. Siyah bir çerçeveydi istediğim, geceyi ve sonsuzluğu simgelemesi için. Siyah çerçeveden sonra merkezine doğru kırmızı olsun istedim; aşk, kan, tutku, yaşam ve ölümdü kırmızı. Merkezinde sapsarı olmalıydı yıldızım; güneş gibi yanan ve umut saçan, ısıtan ve yanardağ gibi patlamaya hazır…
Dövme yapacak yeri de araştırmalar sonunda bulmuştum; Mariahilfer Strasse denilen bir yerde, Generali Center içindeydi. İş yıldızımı elime alıp, dövmeyi yaptırmaya kalmıştı. Ve oğlumu anaokuluna bıraktıktan sonra, işimden kaytarıp dövmecinin yolunu tuttum bir salı sabahı. Güzel ve güneşli bir günde, içim biraz tedirgin ama kararlı bir şekilde girdim dövmecinin yerine. Uzun boylu bir adamdı yapacak olan. Sarışın ve oldukça yapılı biriydi. Giydiği atletten vücudunun üst kısmındaki tüm dövmeler görünüyordu. Elleri ince ve uzundu. Diş doktorlarının sandalyelerine benzer bir sandalyeye yüzüm arkaya gelecek şekilde oturttu beni. Önce sırtıma yıldızı çizdi. Sonra kullandığı malzemelerin hijyenik olduğunu gösterdi. Sonra tıpkı dikiş makinesinin çalışmasına benzer bir tempo ile sağ omzuma iğneyi batırıp çıkarmaya başladı.
Aklıma ilk aşkım geldi o an. Dövme yaptırmak, benim için, onunla birlikte olduğum ana benzer bir duyguydu. Bir daha dönüşü olmayan bir şey. Öyle bir değişim ki, bir daha ben ben olmayacaktım. Bende, o günden sonra vücudumda görülecek ve ruhuma yansıyan bir şeyler olacaktı; asla değişmeyecek. Her zaman beynimde, kalbimde taşıyacağım bir şey… Korkuyla karışık, içinde merak ve tuhaf bir tutkuyu barındıran duygular karmaşasıydı hissettiğim. Aklıma her bir iğne batışında yaşadığım aşk anları geliyordu. Beni ilk öpüşünü düşünüyordum aşkımın, çok ürkektim. Ama inanılmaz sıcaktı, ruhumun erimeye başladığını düşünüyordum. Çünkü hep aşık olmayı düşlemiştim, aşık olmadan hiç kimseyle çıkmayacaktım. Ve evet, ona aşıktım. Çok aşıktım. Ve dünyada aşık bir erkekten daha muhteşem bir şey olmadığını da ondan öğrendim. Böylesi bir birlikteliğin enerjisini yaşayanlar bilir ve kelimeler öyle yetersiz ki tarif etmeye. Bana dokunuşları içimi ürpertiyordu, ona hayır diyebilecek gücüm asla olmadı. Tanımadığım bir insandı, bir yabancıydı ve onu üçüncü görüşümde aynı otelde kalıyorduk. Benden dokuz yaş büyüktü ve beni incitmeye bile korkar gibiydi. Aşk denilen şey, düşlerimdekinden daha da ateşli bir şeydi. Onu öpmeye ve koklamaya doyamıyordum. Bazen canını acıtacak kadar sıkmak geliyordu içimden. Çoğu zaman eriyip içimde yok olmasını istiyordum. Böylelikle sonsuza dek benimle olabilirdi. Bazen ben onun içinde yok olmak istiyordum. Bana dokunduğu bazı anlarda ağlıyordum, hislerim hüzün değildi. Tarifsiz bir duyguydu; tıpkı omzuma batan iğnenin verdiği hissizliğe benzer bir şeylerdi. Acıyla karışık aşırı sevgi, insana sadistlikle mazoşistlik arasında gidip gelmeler yaşatıyordu. İlk aşkımla birlikte öğrendim bunu. Ben ben oluyordum, ben bilmediğim uç noktalarımı öğreniyordum. Ben ruhumun derinliklerine seyahat ederken, asla düşleyemeyeceğim ansızlıklarla dolu anlar yaşıyordum. Yok olurken, var olmayı öğreniyordum. İkilemlerim arasında değildim artık çünkü ait olduğumu düşünüyordum. Karşımdaki insana ruhumu verirken, onun ruhunu alıyordum. Bu değiş tokuş öylesine tetikleyici bir şeydi ki, bir kez başladıktan sonra sonlandıramıyordu insan. Aşk bir zaman sonra bağımlı kılıyordu; verdiği acıya, mutluluğa, hazza bağımlı kılıyordu insanı. Bir kez kokusunu aldı mı insan aşık olduğu kişinin, esiri oluyordu o kokunun. Hele hele dokunuşları içini ürperten… O dokunuşlardan başka dokunuş istemiyordu insan. Yanımda değilken bile aşkımı düşünüyordum; sabah akşam, çalışırken, okurken, aklımdan asla çıkaramıyordum. Onu düşlerken hep dokunuşlarını düşlüyordum… O dokunuşlar ki, onlar ait olduğumu hissettiren, ürperten, yanaklarımı al al eden, kalp atışlarımı hızlandıran, vücudumu hazlara sürükleyen… İkilemlerimden kaçmak ister gibi sığınmak istediğim dokunuşlar.
Bağımlı kılıyordu aşk, acıya ve hazza bağımlı kılar gibi insanı. Dövmenin iğneleri batar çıkarken, işte o acı ve haz arasında gidip geldim. Hiçbir zaman yüreğimden atamayacağım, ruhumun derinliklerinde olan ilk aşkım ve işte her zaman bedenimde kalacak olan dövmem. Sonsuzluk denilen zamansızlıkta göreceli hayatlarımızı yaşarken duygular seli arasında gidip geldikçe ruhumuzu güçlendiriyorduk. “Öldürmeyen,” demiş Hesse, “güçlü kılar insanı”. Ben galiba hep uç noktalarda yaşamayı sevdim. Hep içimdeki merakla keşfetmeyi sevdim. Hep bilinmeyenin büyüsüyle çıktım yola. Hep sınırlarımı genişletmek istedim; bedensel, zihinsel ve ruhsal. İnsan olarak gelişmek için galiba ruhu terbiye etmek değil, ruhu özgür bırakmak gerekiyordu.
Dövme ve aşk… Her ikisi de geri dönülmez bir şeyler bırakıyordu insan bedeninde, zihninde ve ruhunda. Bir kez alıştı mı insan, acı ve hazza, dövme ve aşk gibi, bir daha vazgeçemiyordu. Dövme ve aşk, her ikisi de, beni inkar ile ben olma savaşı. Tuhaf, dövme herkes için bir başkaldırma sembolüdür. Ama kim bilir, belki de kendini bulma savaşıdır, kanıtlamak ister gibi insana kim olduğunu veya kim olmadığını…
……………….
Ben, ben olabilir miydim,
Geçmişim olmadan.
Ve ben gerçekten özgür olabilir miydim,
Geçmişime takılı kalmışken.
Beni ben yapan geçmiş
Ve özgür kılan geçmişten kurtulmaksa,
İnsan olabilir miydim,
Duygularım olmasa,
O duygular ki,
Geçmişin izlerini taşıyan.
…………………..
Dövme ve aşk…